Amerikalı genç senatör öfkeli bir şekilde Dışişleri Bakanı’na bağırıyordu: “Ahlaki açıdan tiksindirici bir konuda harekete geçmeyi reddeden bir yönetimi ve bir dışişleri bakanını duymaktan nefret ediyorum… Hiçbir şey söylemeyen bir politika ortaya koyan ülkemizden utanıyorum. Aynı şekilde devam etmek istiyorsunuz. Hiçbir zaman çizelgesi koymuyoruz. Belirli bir talepte bulunmuyoruz. Belirlemiyoruz. Apartheid rejimine yönelik politikamızın bu olmasından utanıyorum, utandığım şey bu. Ahlaki omurga eksikliğinden utanıyorum!”
Öfkeli genç senatör yaklaşık bir sene sonra başkan aday adaylığını ilan etmiş, bu süreçte de ABD hükümetinin dış politikasını çok sert bir şekilde eleştirmişti: “Bir zamanlar dış politikamıza rehberlik eden özgürlük geleneğine sırtımızı döndük. Nüfuzumuzu kullanmaktan korkuyoruz. Ahlaki liderliğimizden kaçınıyoruz. Kendimizi dünya çapındaki en dramatik özgürlük hikayesinden soyutladık.” Bugünden bakınca belki de Biden hükümetinin İsrail’e şerhsiz bir şekilde verdiği desteği protesto etmek isteyen solcu bir Amerikalı senatöre ait gibi dursa da bu sözler ne trajik ki bir zamanlar genç ve dünya meselelerinde duyarlı bir senatör olan Joe Biden’a aitti.
36 yıl önce Delaware Senatörü olan Biden, Cumhuriyetçi Ronald Reagan hükümetinin siyahların bütün haklarından mahrum olduğu Apartheid Güney Afrikası rejimine verdiği desteği protesto etmiş, ABD’nin dünyadaki herkes gibi siyahların ve Mandela’nın yanında yer almasını istemişti. Reagan ve bazı Cumhuriyetçiler ise Mandela ve arkadaşlarını radikal silahlı milisler olarak görüyor, orta yolcu ve ikircikli bir tavırla ekonomik yaptırım kararı almayarak Apartheid rejiminin ömrünü uzatıyordu.
Joe Biden 1988 seçimlerinde başarısız oldu, intihal iddiaları nedeniyle kampanyasını sonlandırdı. Fakat 1993’te Reagan hükümetinin itirazına rağmen Apartheid rejimi yıkılana kadar Güney Afrika’ya silah ve ticari ürün ambargosu yaptırımlarını öngören Anti-Apartheid Yasası’nın kabul edilmesini sağladı. Reagan’ın vetosu Cumhuriyetçi ve Demokratların işbirliği ile geçersiz kılınmış, yasa ABD tarihinin en popüler başkanının itirazına rağmen Kongre’den geçmiş, Apartheid rejimi üzerindeki ekonomik baskı artınca rejim Mandela ve siyahlarla uzlaşmak demokrasiye geçiş sürecini başlatmak zorunda kalmıştı.
Joe Biden, soykırım ve ırka dayalı ayrımcı politikalar karşısında ABD’nin insan haklarını korumaya yönelik bir tavır sergilemesi konusundaki tutumunu Yugoslavya’nın dağılması sonrasında yaşanan katliamlarda da gösterdi. Sırpların Boşnaklara karşı uyguladığı soykırımı en sert dille kınayan, Sırbistan’ın Kosovalılara yönelik saldırılarının durması için NATO’nun Belgrad’a müdahale etmesini en sıkı savunan Amerikalı siyasetçi oldu. Senato’da yaptığı ateşli konuşmalar hem kamuoyunu hem de Beyaz Saray’ı etkiledi. Zira Joe Biden, Senato’nun en deneyimli isimlerinden biriydi ve özellikle dış politika konusunda birçok yetkili için adeta bir pusulaydı.
Joe Biden, Irak’ın işgalinde tarihin doğru sayfasında durmamasına ve Bush hükümetini desteklemesine rağmen 2008 Demokrat Parti başkan aday adaylığını sonlandırtan sonra Irak’ın işgaline karşı çıkmış nadir Demokratlardan olan genç Illinois senatörü Barack Obama’yı destekledi, başkan yardımcısı adayı olarak Obama’nın genel seçimleri kazanması için omuz verdi.
Nitekim Barack Obama, ilk yurtdışı ziyaretini Türkiye’ye yapmış, Bush yönetiminin ardından Müslüman dünyaya ve Ortadoğu’ya olumlu mesaj vermek amacıyla TBMM’den önemli bir çağrıda bulunmak istemişti:
“Şunu açıkça ifade etmek isterim ki Amerika’nın Müslüman toplumu ve Müslüman dünyası ile ilişkisi sadece terörizm karşıtlığı temelinde olamaz ve olmayacaktır. Karşılıklı çıkar ve karşılıklı saygıya dayalı daha geniş bir angajman arayışındayız. Dikkatle dinleyeceğiz, yanlış anlamalar arasında köprü kuracağız ve ortak zemin arayışında olacağız. Aynı fikirde olmasak bile saygılı olacağız. Yüzyıllar boyunca kendi ülkem de dahil olmak üzere dünyayı şekillendirmek için çok şey yapmış olan İslam inancına duyduğumuz derin takdiri ileteceğiz. Amerika Birleşik Devletleri Müslüman Amerikalılar tarafından zenginleştirilmiştir. Diğer pek çok Amerikalının ailesinde Müslümanlar vardır ya da Müslümanların çoğunlukta olduğu bir ülkede yaşamışlardır- biliyorum, çünkü ben de onlardan biriyim.”
Başkan yardımcısı Biden da Ortadoğu ve Müslüman toplumlarıyla Irak’ın işgali nedeniyle yerle bir olan ilişkileri sıfırlamak adına Obama yönetimine katkı veren, sık sık bölgeye gelen, liderlerle eskiden beri süren diyaloğunu devam ettiren önemli bir isim olmuştu. En azından şimdiki 2024 Demokrat Parti başkan adayı Kamala Harris’e göre çok daha fazla etkili bir başkan yardımcısıydı.
51 sene önce ABD tarihindeki en genç senatör olarak Kongre’ye seçilen ve başkent D.C.’nin demirbaşlarından biri olarak siyaset arenasından bir daha çekilmeyen Joe Biden, bu sene aktif siyaseti bırakıyor. Trump karşısındaki berbat bir münazara performasının ardından kendi partisinin baskısıyla adaylıktan çekilen ABD Başkanı Joe Biden, ABD’ye kısa bir mektupla, dünyaya ise uzun süren sakin bir BM Genel Kurul konuşmasıyla veda etti.
Amerikalılar Joe Biden’in koltuk sevdasına tutulmayıp zorunluluğu olmamasına rağmen adaylıktan çekilmesi ve daha genç bir ismi, Kamala Harris’i işaret etmesine sevindiği için Biden’in ulusa vedası pürüzsüz geçmişti. Biden bu “fedakarlığını” BM’deki son konuşmasıyla bütün dünya liderlerine de hatırlatmıştı: “Bu yaz, başkan olarak ikinci bir dönem için aday olup olmama konusunda bir karar vermek durumunda kaldım. Bu zor bir karardı. Başkan olmak hayatımın en büyük onuruydu. Yapmak istediğim daha çok şey vardı. Ancak işimi ne kadar sevsem de ülkemi işimden daha çok seviyorum. Kamu hizmetinde geçirdiğim 50 yılın ardından, ulusumu ileriye taşıyacak yeni bir liderlik neslinin zamanının geldiğine karar verdim. Lider dostlarım, bazı şeylerin iktidarda kalmaktan daha önemli olduğunu asla unutmayalım. En önemli şey halkınızdır, en önemli şey halkınızdır.”
Fakat görevde kalmak için seçimlere hile karıştıran, anayasal kuralları durmadan eğip büken, tuhaf Anayasa Mahkemesi kararları çıkararak hukuku bir sopa gibi kullanan liderlere söylenen bu uyarı pek karşılık bulmadı, dünya medyası tarafından manşetlere taşınmadı. Zira Joe Biden’in uluslararası kamuoyuna yönelik vedası İsrail’e yönelik desteği, ateşkesin sağlanmasına yönelik başarısızlığı ve genel olarak iki yüzlülüğü nedeniyle gölgelenmişti.
Joe Biden her ne kadar geçmişte Güney Afrika ve Balkanlarda barışın, demokrasinin, insan haklarının yanında durduğunu vurgulama ihtiyacı duysa da günümüzde hala yaşanan ve tarihteki en büyük soykırımlardan biri olan Gazze katliamına verdiği siyasi ve askeri destekle “vedasını” da ülkesinin ve kendisinin elde avuçta kalan itibarını da İsrail’in açtığı kanlı çukura fırlatıp atmıştı.
Demokrasi zirvesinden, bomba dostluğuna
Joe Biden, seçim sonuçlarını kabul etmeyen ve Kongre baskınına sebep olan Donald Trump’tan koltuğu devraldığında en büyük vaadi demokrasi odaklı bir dış politika kurgulamaktı. “Biden doktrini” farklılıkların kenara koyulduğu ve dünya çapındaki demokrasilerin işbirliği içerisinde olduğu bir küresel düzen öngörüyordu. Bu kapsamda Demokrasi Zirvesi düzenlenmiş, kimin davet edilip edilmediği büyük gündem oluşturmuştu. Demokrasi Zirvesi artık düzenlenmiyor, sessiz sedasız bir şekilde rafa kaldırıldı. Zira Biden hükümetinin İsrail’e verdiği şerhsiz destek dünyayı artık demokrasiler ve otokrasiler olarak değil, insanlık ve barbarlık ittifakı olarak ayırıyor. İsrail’e göre “insanlık” ittifakı kendisini destekleyenler olsa da her BM Genel Kurulu oylamasında belli olduğu üzere dünyanın ağırlıklı vicdanı İsrail’in karşısında.
Joe Biden, iklim krizinden Uganda’daki eşcinsel haklarına, yapay zeka regülasyonlarının öneminden Ukrayna’nın işgaline kadar birçok konudan bahsetse ve dünyaya “koltuğu zamanında bırakmak” konulu önemli bir nasihat verse de bütün konuşması İsrail’in Gazze soykırımının gölgesi altındaydı. Biden’in neredeyse tek ve en çok alkışlandığı iki yer ise “ateşkes çağrısı” ile Filistin devletinin kurulması sözü oldu. Biden daha önceki İsrail eleştirilerinin tonundan çok daha yüksek bir dozda “Gazze’deki masum sivillerin cehennemi yaşadığını” vurguladı. Fakat bütün bu iyi temenniler ve eleştiriler boştu. Zira Biden hükümeti, Netanyahu’nun faşist rejimini ateşkes hususunda ikna etmek için elindeki hiçbir kozu kullanmamış, Gazze’deki cehennemin ateşini İsrail’e verdiği tonlarca büyüklükteki bombalar ve siyasi destekle adeta harlamıştı.
Joe Biden yıllar önce genç bir senatörken Güney Afrika’daki Apartheid rejimini ikna etmek için silah ambargosu ve ticaret yasağının işe yarayacağını bildiği için öfkeli bir şekilde dönemin en popüler başkanına bayrak açmış, ortalama bir Amerika’nın belki de o zamanlar önyargılı olduğu Mandela ve siyah milislere destek açıklaması yapmıştı. Şimdi ise İsrail’e öfkesini Politico gibi medya organlarındaki anonim kaynaklar aracılığıyla sadece aktarabiliyor, en fazla “Netanyahu ikna olmuyor, barıştan yana değil” şeklinde her ay haberleştirilen klişe sitemler manşete taşınıyor.
ProPublica, Dışişleri Bakanlığı’ndan sızdırılan kaynaklara dayandığı haberinde Anthony Blinken’ın İsrail’in insan hakları ihlallerinden ve Gazze’de açlığı bilinçli bir şekilde silah olarak kullanmasından haberdar olmasına rağmen bu tür iç uyarı ve raporları görmezden geldiğini belirtiyor.
Halbuki Biden yönetiminin İsrail’i ateşkese ikna etmek için yapması gereken çok basit. Bizzat Joe Biden’in kendi partisinin seçmenlerinin %77’sinin, ABD halkının %60’nın talep ettiği üzere İsrail’e yönelik silah ambargosu kararı almak, Beyrut’ta ve Gazze’de işlenen katliamlarda kullanılan Amerikan bombalarının sevkiyatını durdurmak.
Biden yönetimi ancak böylece Netanyahu’yu günün sonunda içine ABD’yi de sürükleyeceği bölgesel bir savaş başlatmaktan, binlerce masum Filistinli’yi daha katletmekten alıkoyabilir. Bu noktada Biden bu kararı almadıkça, Netanyahu olası bir çözüm masasında daha fazla taviz koparabileceği Trump’ın Beyaz Saray’a çıkacağı Ocak 2025’e kadar ateşkes sürecini uzatabilir, katliamın dozunu daha da arttırabilir. Trump ile birlikte belki de Batı Şeria’daki yerleşimlerin ilhakının bile tanınabileceği çok daha sistematik ve korkunç bir Apartheid rejimini pekiştirme, koltuğunu iç kamuoyu tepkisine rağmen koruma şansı yakalar.
Mandela ne düşünüyordur?
Şu anda da Biden’in İsrail’i durdurması maalesef mümkün değil gibi gözüküyor. Durdurmak istese yapması gereken şeyler oldukça basit olmasına rağmen en iyi niyetli Filistin destekçisi Amerikalılar dahi Biden ve Demokrat Parti elitlerinden umudu kesmiş durumda. Bugüne kadar uluslararası hukuktan öte ABD’nin Leahy gibi kendi yasaları gereğince İsrail’e çoktan silah yardımının kesilmesi gerekirken soykırımın dozu artarken ABD’nin İsrail desteği sarsılmadı. Biden’in her türlü protestoya, kendi tabanından gelen uyarıya, bir oyun bile olduğu kritik bir seçime rağmen bir anda İsrail ile ilgili “gerçekleri” fark edip uyanması pek olası değil. Maalesef artık fazla Pollyana iyimserliği gerektiren bir senaryo sadece. Biden yönetimi sadece İsrail’i durdurmanın da ötesinde İsrail ve Netanyahu’ya karşı başlatılan Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Uluslararası Adalet Divanı süreçlerinin de karşısında duruyor. İsrail’e yönelik eleştirilerin de rafa kaldırılması, hukuki yaptırımların öngörülmemesi için siyasi gücünü kullanıyor. Gazze’deki ateşi iyice harlıyor.
İşte bütün bu düzlemde Biden, BM Genel Kurulu’ndan inip Macron ile birlikte kendi kendilerine yazdıkları bir Hizbullah-İsrail ateşkes metin taslağı yayınlamasına rağmen Netanyahu BM Genel Kurul binasının içinden Beyrut’taki en geniş çaplı saldırıların emrini verdi. Adeta Biden’in yapmacık ve samimiyetsiz bir şekilde övdüğü “kurallara dayalı bilindik dünya düzeninin” imha emrini tam da bu düzenin kalbinin ortasından verdi. Adeta Biden ile dalga geçti.
Netanyahu, ABD’nin verdiği benzinle, çakmakla ve kibritle BM’yi de, dün ABD’nin Ukrayna’da haklı olarak savunduğu ama konu Filistinlilere gelince rafa kaldırdığı uluslararası hukuku da yaktı geçti. ABD’nin Ortadoğu’daki müttefiklerine “savaş büyümeyecek” sözünü de boşa çıkararak, ABD’nin de itibarını iyice zedeledi, ABD’yi de küçük düşürdü.
Biden, BM Genel Kurulu’ndaki veda konuşmasını zamanında kendisine destek verdiğini gururla belirttiği Nelson Mandela’nın sözleriyle bitirmişti: “Bir şeyler başarılana kadar hep imkansız gibi durur.”
Biden hayatı boyunca belki bir çok şeyi başardığını düşünebilir, imkansızları imkanlıya çevirmekle, Trump’ı yenip “demokrasiyi kurtarmakla” övünebilir. Fakat ABD Başkanlığı yetkilerine sahip bir insanın vermesi gereken en önemli sınavdan sınıfta kaldı ve kendi desteğiyle yaşanan bir soykırımı durdurmadı, durduramadı. Durdurmayacak da.
Destek vermekle övündüğü Nelson Mandela’nın çocukları ise ekonomik yaptırım gibi tehditlere rağmen İsrail’e soykırım davası açtı, Filistin’in sesini dünyaya taşıdı. Güney Afrika başkanı Biden’dan sonra çıktığı BM Genel Kurulu kürsüsünden “Biz de Apartheid’i yaşadık, İsrail’in Apartheid rejimi olduğunu en iyi biz biliriz” diyerek Biden’in çekemediği dikkati ve medya ilgisini büyük bir manşetle Filistin’e çekti.
Biden’in vedası, dünyanın belirsizliğe savrulduğu bir döneme denk geldi. İsrail’e destek verenlerin itibarı gibi Biden’in itibarı ve ismi de İsrail’in çadır kentlere attığı Amerikan bombaları sonucu açılan büyük çukurlara gömüldü.
Ve günün sonunda BM Genel Kurulu’nda akılda kalan Biden’ların değil, Güney Afrikalıların sözleri oldu.
Bildiğimiz dünya yıkılır ve yerine yenisi kurulurken de insanların hafızasında Biden Trump’ı yenmesiyle, koltuğu hırslarına yenik düşmeyerek erken bırakmasıyla değil, Netanyahu’yu durdurmamasıyla hatırlanacak.