“Şu anda dört yıl öncesine göre daha iyi durumda mısınız? Dükkanlara gidip bir şeyler satın almak sizin için dört yıl öncesine göre daha mı kolay? Ülkede işsizlik dört yıl öncesine göre daha mı fazla yoksa daha mı az? Amerika’ya dünya çapında eskisi kadar saygı duyuluyor mu? Dört yıl önceki kadar güvende ve güçlü olduğumuzu düşünüyor musunuz? Eğer bu soruların hepsine ‘evet’ yanıtını veriyorsanız, o zaman kime oy vereceğiniz çok açık. Eğer aynı fikirde değilseniz, son dört yıldır izlediğimiz bu yolun önümüzdeki dört yıl boyunca izlememizi istediğiniz yol olduğunu düşünmüyorsanız, o zaman size başka bir seçenek önerebilirim.”
Cumhuriyetçi başkan adayı Ronald Reagan, 1980 başkanlık seçimlerine iki hafta kala düzenlenen ve dönemin en çok izlenen televizyon programına dönüşen son başkanlık münazarasının kapanış konuşmasını bu sözlerle sonlandırdığında seçimleri kazanacağından oldukça emindi. Watergate skandalının ardından istifa eden Nixon’dan sonra başkanlık makamına gelen başkan yardımcısı Ford’a karşı 1976 seçimlerini kazanan Demokrat Partili Jimmy Carter, büyük ölçüde elinde olmayan etkenlerden dolayı çok başarısız bir başkanlık dönemini arkasında bırakmıştı. 1979 petrol krizinin de etkisiyle enflasyon çift haneye çıkmış, benzin sıraları rutinleşmiş, işsizlik artmış, ekonomik büyüme yavaşlamıştı. Üstüne üstlük 1979 senesinde İran Şahı’nın devrilip Humeyni’nin iktidara gelmesi sadece petrol krizini tetiklememiş, aynı zamanda Carter’in başkanlığının son 444 gününe gölgesini düşüren bir rehine krizini de doğurmuştu.
İktidarı kaybedeceğini anlayan İran Şahı Rıza Pehlevi 16 Ocak 1979’ta İran’dan Mısır’a kaçmış, sık sık yer değiştirmek zorunda kalmış, soluğu Meksika’da almıştı. ABD Başkanı Carter ise 22 Ekim 1979’da yeni İran rejimiyle ilişkileri zedelemek pahasına kanser tedavisi için ABD’ye gelmek isteyen Pehlevi’ye izin vermiş, bu izinden iki hafta sonra bu karara tepki gösteren Humeyni sempatizanı bir grup İranlı üniversite öğrencisi Tahran’daki ABD Büyükelçiliği’ni basmış ve 53 Amerikalı diplomat ve sivili rehin almıştı.
Her ne kadar Jimmy Carter riskleri bilmesine rağmen Pehlevi’nin ülkeye kabul etme kararını “ölümcül bir hastalığa yakalanmıştı ve tek tedavi imkanı New York’taydı.” diyerek açıklasa da basının iddialarına göre önceki dönemin Dışişleri Bakanı Cumhuriyet Partili Henry Kissinger gibi önde gelen isimlerin baskıları sonucu ikna edilmişti. Yine Kissenger’in Carter’ın Pehlevi’yi ABD’ye almazsa Sovyetler ile imzalanacak nükleer silah üretiminin karşılıklı kısıtlanmasını öngören SALT II anlaşmasını sabote edeceği, Senato’daki Cumhuriyetçileri kışkırtacağını söylemesi de iddialar arasındaydı. Nitekim Carter’in ayak sürümesi haklı çıkmış, Pehlevi’nin ABD’ye gelmesinin hemen ardından Tahran’daki ABD Büyükelçiliği basılmış, 444 gün süren ve Carter’in ikinci kez başkan olmak için girdiği seçim sürecinin her bir anını etkileyen korkunç bir rehine krizi başlamıştı.
Carter’in kampanya ekibi seçimden önce Amerikalı rehinelerin serbest bırakılması için çabalamış, 8 ABD askeri başarısız bir kurtarma operasyonu neticsinde öldürülmüştü. Carter başarısız olmuş, başarısız ekonomi karnesinin yanına İran krizi de eksi olarak yazılmıştı. Demokratların Reagan’ın neredeyse bütün eyaletleri kazandığı 1980 seçimlerinin Carter’ın özellikle seçime bir ay kala rehineleri serbest bırakması durumunda farklı sonuçlanacağına ilişkin inancı uzun bir süre tükenmedi, hatta birçok Demokrat Partili yazar ve siyasetçi Reagan ve Cumhuriyetçilerin İran ile arka planda işbirliği yaparak rehinelerin serbest bırakılmasını engellediğini iddia etti.
Carter’in tek dönem başkanlık yaparak, büyük hezimetle aktif siyasete veda etmesine sebep olan bu rehine krizinin üzerindeki sır perdesi ise ABD eski başkanı Jimmy Carter’in 99 yaşına girdiği 2023 senesinde aralandı. Reagan dönemi Cumhuriyetçilerinden Ben Barnes, kendisine siyasi arenada el veren “abisi ve ustası” eski Teksas Valisi John Connally ile 1980 seçimleri öncesinde Ortadoğu’ya gittiğini, Suriye, Ürdün, Irak, Mısır gibi ülkeleri ziyaret ederek liderlerle görüştüklerini ve Reagan’ın gözüne girerek Dışişleri Bakanı olmaya çalışan Connally’nin Arap liderlere “İranlılara söyleyin, rehine anlaşması için Reagan’ı beklesinler, daha iyi sonuç elde ederler” mesajını ilettiğini itiraf etti. Barnes’a göre Connally bu ziyaretlerin ardından Reagan’ın kampanya ekibine haber vermiş, fakat yine de bu yoğun çabasına rağmen iyi bir kabine pozisyonuyla ödüllendirilmemişti.
Cumhuriyetçilerin Ortadoğu başkentlerinden Humeyni’ye ilettikleri “hesap” Bağdat’tan dönmemiş, Tahran’ın kulağına gitmiş; Tahran ABD ile rehine anlaşmasını Reagan göreve başlamadan tam bir gün önce yapmış, ABD’nin dondurulmuş İran malvarlıklarını serbest bırakması üzerine İran da rehineleri Reagan’ın başkanlık yemini edip göreve başlamasından tam 20 dakika sonra uçaklara bindirmişti. Reagan, büyük bir seçim zaferinin ardından rehineleri serbest bırakan başkan olarak takdir toplamıştı.
Her ne kadar Reagan’ın özel isteği üzerine rehineleri Batı Almanya’da karşılayan eski başkan Jimmy Carter olsa da Carter en az sevilen ABD başkanlarından biri olarak hafızalara kazınmış, Demokratların uzun bir süre yanında görünmek istemediği, başkanlık dönemine atıf yapmadığı bir emekli siyasetçiye dönüşmüştü. Ne trajik ki Ronald Reagan da ABD’nin en sevilen karizmatik siyasetçilerinden biri olmuş, 1984’te birçok Demokrat Partili seçmenin dahi oyunu alarak ikinci kez başkan seçilmiş, Demokrat Partili rakibinin memleketi Minnesota eyaleti hariç bütün haritayı Cumhuriyetçilerin rengi olan kırmızıya boyamıştı.
Carter, seçim hezimetinin ardından o kadar yalnız bırakılmıştı ve itibarsızlanmıştı ki hayatını kaybettiği 100 yaşına kadar sonsuz bir çaba ve özveriyle kendini yeniledi, sıfırlanan siyasi kariyerinin ardından yepyeni bir “Jimmy Carter” inşa etti. Nitekim Carter’in emeklilik projesi, başkanlığının aksine başarılı oldu ve bu hafta dünyadan ayrılan Carter gerisinde bir Nobel barış ödülü, çok aktif bir vakıf, ABD’nin İsrail’e desteği gibi resmi politikalarını paramparça eden kitaplar ve konuşmalar, fakat en önemlisi “görevimiz sona erdi, peki şimdi ne yapmalıyım?” diyenler için pırıl pırıl bir yol haritası bıraktı.
Yer fıstıkçısı askerin Nobel Barış Ödülü
ABD’nin güney eyaletlerinden Georgia’da dünyaya gelen Jimmy Carter, üniversite eğitiminin ardından büyük bir hevesle donanmaya yazılmış, uzun yıllar askerlik yaptıktan sonra babasının borçlarını toparlamak için aile şirketinin başına geçerek yer fıstık üretimiyle uğraşmış, bir nevi çiftçilik yapmıştı. Özellikle Baptist Kilisesi’ndeki aktif cemaat içi tartışmalarda boy gösteren Carter, başarısız birkaç yerel siyaset denemesinin ardından içine kapanmış ve din üzerine düşünerek “Hıristiyanlığa olan inancımı tazeledim” gibi bir çıkış ile 1970 Valilik seçimlerinde boy göstermişti. Yer yer beyaz üstünlükçülüğe göz kırpan orta yolcu bir Demokrat Partili olarak girdiği valilik seçimlerini kazanan Carter, daha sonrasında siyasi rotasını ılımlaştırmış, insan hakları gibi konularda daha ilerici pozisyonlar almıştı.
Nixon faciasının ardından Demokratların önündeki fırsatı gören Carter, 1976 seçimleri için düzenlenen Demokrat Parti önseçimlerinde “müesses nizam karşıtı”, kirlenmiş ulusal siyasetin oyunlarından uzak çalışkan bir vali olarak halkın ilgisini çekti ve sürpriz bir şekilde önseçimleri kazanarak başkan adayı oldu. Genel seçim zaferinin ardından 1977’in Ocak ayında her türlü siyasi kararı birlikte aldığı eşi Rosalynn Carter ile birlikte Georgia Valilik konutundan Beyaz Saray’a taşındı.
Başkanlık kariyeri her ne kadar Humeyni’nin gölgesinde büyük bir hezimetle sonuçlansa da Carter, Vietnam’ın işgaline katılmayı reddeden vicdani retçileri koşulsuz bir şekilde affetti, birçok krize sebep olan Panama Kanalı’nın yönetimini Panama’ya devretti, Sovyetlerle silahsızlandırma anlaşması imzaladı, Çin’i resmen tanıyarak ile diplomatik ilişkileri tesis etti, İsrail ve Mısır arasında Camp David Barış Anlaşması’nın imzalanması için arabuluculuk yaptı, ülke çapındaki eğitim kurumlarını desteklemek amacıyla Eğitim Bakanlığı’nı kurdu, Beyaz Saray’a güneş paneli yerleştirmek gibi sembolik adımlarla yeşil enerjiyi destekledi.
Carter döneminin en akılda kalan başarısı Camp David anlaşmasıydı. İsrail, işgal ettiği Sina yarımadasından çekilmiş, Mısır ise İsrail ile diplomatik ilişkiler kurmuş, Filistinliler için Gazze ve Batı Şeria’da özerk bir idari yönetim öngörülmüştü, nitekim bu daha sonrasında özellikle Amerikalı Demokratların savunduğu iki devletli çözümün Filistin devleti ayağının prototipi olarak görülmüş, Carter Filistinlilerin kendi kaderini tayin hakkının dillendiren nadir Amerikalı siyasetçilerden biri olmuştu. Carter bu diplomatik çabalarına emekliliğinde de devam etti.
Carter, her eski ABD başkanı gibi kendi soyadını taşıyan bir vakıf kurdu. Carter Center’ın odaklandığı iki konu başlığı vardı: barış ve sağlık. Carter Vakfı, bünyesinde barındırdığı hukukçular ve emekli diplomatlar aracılığıyla, en önemlisi eski ABD başkanı Jimmy Carter’in girişimleriyle diplomatik krizlerde arabuluculuk, demokrasiye geçiş süreçlerinde yol göstericilik gibi roller üstlendi, özellikle Afrika olmak üzere birçok ülkedeki sağlık ve aşı projelerini destekledi.
Carter çiftinin en önemli projesi ise her sene Habitat for Humanity vakfının bünyesinde 14 farklı ülkede ihtiyaç sahipleri için 4390 evin inşa edilmesini desteklemeleri oldu.
Carter’lar 90’lı yaşlarına gelmelerine rağmen bu tür projelere gönüllü desteğini, medya ve bağışçıların ilgisini çekti, her sene bizzat ev inşaatlarına katılıp çivi çaktı.
Ev inşaatlarının ötesinde Carter, Kuzey Kore’den Küba’ya, Güney Amerika’dan Afrika’ya birçok arabuluculuk faaliyetinde bulundu. 2002’de devrimden sonra Küba’ya giden ilk ABD başkanlığı yapmış kişi olarak tarihe geçti, Castro ile görüşerek insan haklarının korunması, özgür seçimlerin yapılması ve en önemlisi ABD’nin Küba ambargosunun kalkması çağrısında bulundu.
Bush döneminde Irak’ın işgaline karşı çıkan Carter, 2002’de bütün bu çabaları neticesinde Nobel Barış Ödülü’ne layık görüldü, Carter bu ödülün verdiği cesaretle ve ileri yaşının özgüveniyle ABD’nin resmi politikalarını daha sert eleştirmeye başladı.
Obama’nın drone saldırılarını, Guatemala kampının kapatılmamasını eleştirdi, insan haklarını temel alarak dış politikanın şekillenmesi gerektiğini, uzun vadede ABD’nin güvenliğinin ancak böyle bir politikayla sağlanabileceğini ileri sürdü.
Fakat en önemlisi, Carter 2006’da yayımladığı “Filistin: Apartheid değil Barış” isimli kitabıyla ABD’deki en sert tabuyu, yani ABD’nin İsrail’e verdiği desteği tartışmaya açmış, büyük bir organize tepkinin kurbanı olmuştu. İsrail lobisi, ABD başkanlığı yapmış bir ismin bu başlıkta bir kitap yayımlamasını kolay bir şekilde sindirememişti.
Filistinlilerin en sevdiği ABD başkanı
Carter’in İsrail’i oldukça sakin ve hukuki bir dille eleştirdiği, hatta “İsrail değil, İsrail’in işgal politikası apartheid rejimi” diyerek göreceli çekingen bir söylem kullandığı bu kitapta, İsrail’in güvenliğinin sağlanması, işgalin sonlanması ve Filistin devletinin kurulmasını savunuyordu. İsrailli yerleşimcileri, İsrail’in koloniciliği ve işgalini eleştirmesi İsrail lobisini öfkelendirmişti. Demokrat Parti’nin önde gelen isimlerinden Nancy Pelosi, Bill Clinton gibi isimler Carter’ı eleştirmiş, “partimizi temsil etmiyor” demiş, Carter “antisemitist” ilan edilmiş, Carter Vakfı’ndan toplu istifalar yaşanmıştı. Carter bütün bunları özgüvenli bir şekilde karşılayarak kitap tanıtım etkinliklerinde vitesi arttırmış, kitaptaki sakin cümlelerin aksine İsrail’in Güney Afrika’dan beter bir apartheid rejimi olduğunu söylemiş, Guardian’da yazdığı yazısında Amerikalıların Filistin hakkında konuşamadığını ve bu kitabı bu sessizliği kırmak için kaleme aldığını açıklamıştı: “Filistin ve İsrail için barışa giden yolla ilgili pek çok tartışmalı konu İsrailliler arasında ve diğer uluslarda yoğun bir şekilde tartışılmaktadır – ancak Amerika Birleşik Devletleri’nde değil. Geçtiğimiz 30 yıl boyunca, gerçeklerin özgür ve dengeli bir şekilde tartışılmasına yönelik ciddi kısıtlamalara şahit oldum ve bunları deneyimledim. İsrail hükümetinin politikalarını eleştirme konusundaki bu isteksizlik, Amerikan-İsrail Siyasi Eylem Komitesi’nin (AIPAC) olağanüstü lobi çabalarından ve önemli bir aykırı sesin olmamasından kaynaklanmaktadır. Kitabımın nihai amacı, Orta Doğu hakkında Amerika’da pek bilinmeyen gerçekleri ortaya koymak, tartışmaları hızlandırmak ve İsrail ile komşuları için kalıcı barışa yol açabilecek barış görüşmelerinin (altı yıldır yok) yeniden başlamasına yardımcı olmaktır.”
Carter bugün ABD’de bütün solcuların, hatta çoğu ana akım kanaat önderinin artık açıkça tepki gösterebildiği İsrail lobisi AIPAC’in adını zikrederek çok erken bir dönemde bu lobiyi karşısına almıştı. Eski bir ABD başkanının, geçmiş makamına ve saygınlığına dayanarak ABD’nin Cumhuriyetçi ve Demokratlar tarafından benimsenen ybu resmi politikayı sarsma girişimi etkiliydi. Carter, Filistin meselesini ana akıma taşıması için uğraşan nadir isimlerden biri olmuştu.
86 yaşındaki Jimmy Carter, İrlanda eski Cumhurbaşkanı Mary Robinson ile Doğu Kudüs’te İsrail’in evlerinden zorla çıkardığı Filistinliler için destek eyleminde. Robinson ve Carter, Mandela’nın öncülük ettiği emekli siyasetçilerin kurduğu “The Elders” (Yaşlılar) topluluğunun bünyesinde bu gösteriye katılmıştı.
İsrail yanlısı ABD basını tarafından topa tutulan, kendisine “parazit” dahi denilen, Washington Post tarafından “Carter’in Yahudilerle sorunu” yazısıyla hedef gösterilen Carter’in İsrail eleştirilerinin doğruluğu yakın zamanda birçok kişi tarafından anlaşıldı. 2006 yılında kitabın çıkmasıyla Carter Vakfı’ndan toplu istifayı organize eden eski vakıf çalışanlarından Amerikalı Yahudi Steve Berman, 2023 Mart ayında Carter’dan özür diledi ve Netanyahu döneminde İsrail’in geldiği radikallik nedeniyle gözlerinin açıldığını söyledi. Carter’in cevabı ise birkaç cümlelik her zamanki gibi naif bir yanıttı: “Özür dilemeniz için hiçbir neden yok, ancak harika mektubunuzu açıkça niyet ettiğiniz gibi kabul ediyorum. Sizin gibi tepki gösteren pek çok arkadaşımın duygularını anlıyor ve sempati duyuyorum. Carter Vakfı’na geri dönmek isterseniz, kapımız açık. En iyi dileklerimle, Jimmy Carter.”
Steve Berman geçen sene bu mektubu “Amerikalı Yahudilerin, Carter’a özür borcu var” başlıklı bir yazıyla paylaştı. Fakat Carter’a tepki gösteren hiçbir Demokrat Partili, gazeteci veya İsrail destekçisi bu özrü dilemedi. Carter’ı antisemitik olmakla suçlayanlar köşelerinde, siyasi makamlarında rahatça oturmaya devam etti, Carter’i demediği sözlerle itham edip durmadan özür dilemesi için baskı kuranlar unutuldu. Yine de Carter, 100 yaşında ABD’ye veda ederken gerisinde Filistin destekçilerinin artması ve ivmelenen İsrail zulmü karşısında daha çok İsrail’i eleştiren, İsrail’e daha çok tepki gösteren bir Amerikan toplumu bıraktı.
İlk taşlardan birini atarak açtığı bu yolun müdavimi eskisi gibi az değil. Geniş kitleler için İsrail’i eleştirmek değil, İsrail’i partizanca savunmak artık radikal bir duruş. Nitekim dün Carter’ı yalnız bırakan Nancy Pelosi dahi bugün İsrail’e silah satışının durdurulmasını savunuyor.
Bu nedenle büyük ihtimalle Carter’ı son günlerinde mutlu eden nadir şeylerden biri de ABD halkında giderek artan bu Filistin savunuculuğuydu. Zira Carter’ın dünyaya veda ederken kendini avutmak için tutunabileceği dalı pek de yoktu. Carter 100 yaşında son nefesini verirken son anına kadar büyük bir şevkle savunduğu ne kadar değer, ilke varsa hepsinin paramparça olduğuna tanık oldu. Son dileğinin gerçekleşmesine rağmen huzursuz bir şekilde vefat etti.
Carter’in son dileği
Jimmy Carter’ın son dileği 2024 seçimlerinde Trump’ın karşısındaki Kamala Harris’e oy verdikten sonra vefat etmekti. Carter son dileğini gerçekleştirdi ve posta yoluyla Kamala Harris’e oy verdi. Fakat Kasım seçimlerinde Harris, Carter’in oy verdiği Georgia dahil bütün kritik eyaletlerde ağır bir yenilgiye uğradı, Trump başkanlık seçimlerini kazandı. Donald Trump, Carter nasıl biriyse işte onun tam zıttı. Hayır işlerinden çok kendi zenginliğine odaklanan, naiflikten uzak, Carter’ın savunduğu tüm dezavantajlı grupları hedef gösteren popülist bir siyasetçi. Üstüne üstlük Carter’ın son dileğinin böyle bir yenilgiyle sonuçlanmasından daha da kötüsü de büyük ihtimalle Carter’ın Kamala Harris’e oy vermek zorunda kalmasıydı. Carter, 2016 önseçimlerinde Clinton karşısında sosyalist Bernie Sanders’a oy vermiş, Demokrat Parti’nin klasik müesses nizam elitlerine karşı mesafesini korumuş, daha solda duran, daha radikal bir değişimi savunanlara sempatiyle bakmıştı. Kamala Harris’in temsil ettiği renksiz kampanyasını, İsrail-Filistin meselesindeki ikiyüzlülüğünü detaylı bir şekilde takip edebilecek enerjisi olsaydı gördüğü manzaradan pek hoşnut kalmazdı.
Jimmy Carter, sadece gerisinde dert edindiği Filistinlilerin topluca katledildiği bir soykırım veya kendisinin Panama’ya devrederek uluslararası bir krizi sonlandırdığı Panama Kanalı’nın ABD’ye geri verilmesini isteyen Trump’ı bıraktığı için son nefesini huzur içinde vermedi. Ailesi birkaç ay önce 100 yaşına girdiğinde Carter’ı ağzı açık, kendisinde olmadığı bir şekilde basının önüne çıkardı ve eski başkanı Cumhuriyetçilerin üzerinde tepindiği bir sosyal medya kampanyasına malzeme etti. Cumhuriyetçiler, Carter’ın bu görüntüsünü temel alarak “Bu adam nasıl oy attı?” tartışması başlattı, daha birkaç sene öncesine kadar elinde çivi ev inşaat eder Carter bu kötü görüntüyle ABD’ye veda etti.
Bu keyifsiz görüntü Carter’a yakışmamıştı. Halbuki hayattan aldığı keyif ve huzur içinde ölme fikri Carter için önemliydi. Bu yüzden belki ömür süresini uzatmamak pahasına son 1.5 senedir tıbbi tedaviyi reddetmiş ve eşiyle birlikte yoğun bakıma girmemeyi, acının hafifletildiği palyatif bakıma alınmayı istemiş, geçen sene de eşini uğurlamıştı. Nihayetinde bu uzun ömür 100 yaşında sonlandı ve en uzun yaşayan eski ABD başkanı olarak tarihe geçen Carter 2024’e veda edilen 29 Aralık’ta vefat etti.
Carter, son dileğini gerçekleştirmiş, Trump’ın aleyhinde oy kullanmış, kaderin cilvesine bakın ki Trump’ın Carter’ın savunduğu ilkeleri ulusal ve uluslararası düzeyde ayaklar altına alacağı ikinci başkanlık dönemine şahit olmayı reddetmiş ve 2025’i karşılamadan son nefesini vermişti.
Yine de Jimmy Carter hiçbir zaman hak ettiği özrü duyamadı, yeterince takdir edilmedi. Eski ABD başkanlarının ağırlandığı bütün törenlere katıldı, Demokrat Parti’nin bütün kurultaylarında onur konuğu oldu. Fakat ne yazdıkları dikkate alındı, ne savunduğu görüşler ilham kaynağı olarak görüldü. Üstüne üstlük bugüne kadar savunduğu ne varsa hepsinin aksini ileri sürenlerin sayısı ülkesinde de dünyada da arttı. Carter maalesef son nefesini huzur içinde değil, “ne için çabaladım ben bu yaşıma kadar?” dedirtecek endişeli bir şekilde vereceği bir ABD ve dünya eşliğinde 100 yaşını karşıladı. Sadece vefat ettiği 2024 senesi dahi bile ABD’nin silah desteğini alan İsrail’in binlerce sivili katlettiği Gazze soykırımının en vahşi anlarıyla doluydu.
Ölümüyle birlikte Carter’ın yazdıkları, söyledikleri de yeniden keşfediliyor, kitaplarına yeniden göz atılıyor, medya Carter’ın itibarını yıllar sonra iade ediyor. Büyük ihtimalle Trump, Biden, Clintonlar, Obamalar dahil herkesin resmi cenaze töreninde de arkasından duygu yüklü konuşmalar yapılacak, Carter’ın barışçıl yönü vurgulanacak, gelecek nesillere ilham verdiği söylenecek. Belki bir gün İsrail’e yönelik tepkiler ana akımlaştıkça ve İsrail lobisinin ablukası yarıldıkça Carter yeniden ve yeniden üretilecek, sık sık atıf yapılan bir rol model olarak görülecek.
Barack Obama gibi apolitik gençlik dergisi edasıyla “bu yılın en sevdiğim kitapları, şarkıları” listeleri paylaşmak yerine “eski ABD başkanı” sıfatının verdiği ağırlıkla kimsesizlerin sesi olmanın, tabuları yıkmanın, kimsenin cesaret edemediği meselelere girmenin daha iyi bir emeklilik planı olduğunu belki birçok siyasetçi Carter sayesinde anlayacak.
Büyük ihtimalle Jimmy Carter bu övgüleri duymak, “bakın haklıydım, sonunda kabul ettiniz” demek isterdi, fakat bu artık mümkün değil.
Halbuki belki de sırf bunun için 100 yaşına kadar hayata sıkı sıkı tutunmuştu. Kim bilir?
İlgisiline not- Şimdiden duyar gibiyim. Hayır, Jimmy Carter’ın 1980 darbesinden sonra “Bizim çocuklar yaptı” sözünü sarf ettiği iddiası doğru değil: