Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIKandil kayak merkezi olur mu?

Kandil kayak merkezi olur mu?

Bir KYB yetkilisi “peki Kandil ne olacak” sorusuna şöyle espriyle cevap veriyor: “Kayak pisti olur. Biraz riskli bir kayak pisti olur tabii, pistten çıkan mayına basabilir.” Uzun yıllar dağlara ve silaha sığınan Irak’taki Kürtler, artık böyle anılmak istemiyor. Barzaniler ve Talabaniler bu devrin Kürtler için kapandığını söylüyor. Bu devir PKK için de aslında bu yüzden kapanıyor. Direnen sadece zamana karşı mücadele eder…

“1977 doğumluyum. 3 yaşındayken İran-Irak savaşı başladı. 1988’de o bitti. Körfez Savaşı patladı. 12 yıl ambargo altında yaşadık. 2003’de ABD Irak’ı işgal etti. İç savaş çıktı, her gün bir yerde bomba patladı. El Kaide bitti, İŞİD geldi. 48 yaşındayım, hayatımın ancak son üç-dört yılında barışı görebildim.”

Kerkük’te bir lokantada karşılıklı olarak oturduğumuz Türkmen gazeteciyle neredeyse yaşıtız. Ama 1000 kilometre mesafede iki ayrı dünyada yaşamışız.

Böyle bir hayat yaşayan biri için barış sadece iyiniyetli, ideolojik bir slogan değil, bir temel ihtiyaç maddesi.

Tam olarak son beş günde Irak’ta karşılaştığım Arap, Kürt, Türkmen, Şii, Sünni, Hristiyan herkesi birleştiren temel duygu buydu.

Savaş yorgunluğu.

Bu sadece ölümlerden, güvenlik endişesinden yorgunluk değil, mayıs ayında 50’lere yaklaşan sıcaklarda kesilen elektrikler, çalışmayan klimalar, akmayan sular, bozuk yollar, yıkık binalar, toplanmayan çöpler de demek…

Son Irak Başbakanı Sudani bu yüzden popüler. İran ile ABD arasında denge tutturmaya çalışarak, ülkenin temel meselelerini çözmeye çalışıyor. Şii bir Arap ama Iraklılık kimliğini vurguluyor. Savaş kadar, kimlik yorgunu ülkede gençler arasında Iraklılık fikri de güçleniyor.

Savaştan yeni çıkmış, hala bir sahibi olmayan, valisi Bağdat’ta bir otelde seçilmiş Kerkük ile sadece 90 km ötede savaşlardan daha az yara alarak çıkmış Erbil arasındaki en az yarım asırlık gelişmişlik farkı, barışın dokunulabilir değerini gösteriyor.

O yüzden bu ülkede kimseyi PKK’nın silah bırakması, çözüm, barış için ikna etmenize gerek yok.

Ahmet Davutoğlu beş günlük Irak ve Kürdistan bölgesel yönetimi turunda, muhalif bir parti lideri gibi değil, eski Başbakan ve bu bölgede çok vakit geçirmiş, herkesi şahsen tanıyan bir dışişleri bakanı gibi dolaştı ve ağırlandı, muhalefeti bir tarafa bırakıp Türkiye’deki çözüm süreci için kamu diplomasisi yaptı.

Kerkük, Süleymaniye, Altınköprü, Musul, Telafer, Erbil…

Yakıcı güneşin altında neredeyse her şehirde ona yakın farklı etkinlikle bu beş günlük hızlandırılmışmış Irak ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi turunu Türkiye’de yapabilecek Davutoğlu’ndan başka birini bulamazsınız.

Sadece bitmeyen enerjisi yüzünden değil, bu bölgedeki itibarı ile de.

Türkiye’deki çoğu parti lideri bu komşu ülke sahiden Irak.

Çoğu buraya adım bile atmamış olabilir. Bırakın buradaki ana aktörleri şahsen tanımayı, şehirlerde kim hakim onu bileni bile bulmak zordur.

Halbuki burası şu anda Türkiye iç siyaseti için kritik önemde. Çözüm sürecinin yeni evresi burada gerçekleşecek.

Üzerine Türkiye’de epeyce milliyetçi hamaset yapılmış Kerkük’e ilk giden Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Davutoğlu olmuştu.

Ondan sonra da bir daha kimse gelmemiş. Bu eski de olsa üst düzey bir Türk yetkilinin ikinci Kerkük ziyareti oldu.

Kerkük’teki Türkçüler, Kerkük’e yolu düşmeyen Türkiye’deki Türkçülükten daha sorumlu bakıyor çözüm sürecine.

Çünkü onların doğrudan hayatını etkileyen bir mesele PKK.

Her köşesinde kurt amblemleri, Türkçülük sloganları olan Irak Türkmen Cephesi’nde karşılaştığınız bozkurt işareti yapan Türkmenler bile PKK’nın kendini feshi ve çözüm süreci için “inşallah olur” diyerek konuşmaya başlıyor.

Türkiye siyasetinde de epey pozisyon almış, bir süredir Türkiye ile arası iyi olmayan Irak Meclisi üyesi Türkmen siyasetçi Erşad Salihi, “Terörsüz Türkiye gibi terörsüz bölge lazım” diye desteğini bildiriyor.

Yeni Türkmen Cephesi lideri Muhammed Seman Ağaoğlu da, PKK’dan bölgedeki Türkmenlerin de çok çektiğini, bu işin artık bitmesi gerektiğini anlatıyor.

Erbil’deki Türkmen Cephesi ofisinde Türkiye’de yanyana gelmeyecek Türkiye, Irak, Kürdistan ve Türkmen bayrakları önünde konuşan Aydın Maruf, Kürdistan bölgesel yönetiminde bakan.

Kürdistan adını, bayrağını görünce, Barzani, Talabani’nin adlarını duyunca tetiklenen Türk ulusalcılarını hızlandırılmış gezilerle buralarda dolaştırıp, Türkmenlerle görüştürmek gerek.

Davutoğlu’nun bir forumda konuşma yapmak üzere geldiği Süleymaniye’ye gitmek ise başlı başına bir açılımdı.

Türkiye’den uçak seferleri beş yıldır güvenlik nedeniyle yapılmıyor. 2017’de iki MİT görevlisinin PKK tarafından kaçırıldığı, PKK’yla arasına mesafe koymadığı için Türkiye’nin ilişkileri dondurduğu bir yer Süleymaniye.

Kubat Talabani ve KYB’li yöneticiler Türkiye’deki bu algıdan rahatsız.

KYB’li bir yönetici durumu şöyle anlatıyor:

“Celal Talabani, Kak Celal olduğu için PKK’dan itibar görüyordu. Ama şimdi bizi dinleyen yok, kimseyle bir ilişkimiz yok, Kandil bize değil, Erbil’e yakın, Irak PKK’yı yasadışı ilan edince PKK’nın tüm kurumlarını kapattık. Ama Türkiye bizim bir hukuku olduğumuzu anlamak istemiyor. Şunu emrediyoruz, yapacaksınız diyor” diye anlatıyor sorunu.

O yüzden eski Başbakan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun ziyareti onlar için de bir açılımın başlangıcı olarak görüldü.

Davutoğlu, resmi programının dışına çıkıp Süleymaniye çarşısında akşam vakti dolaştı, çay ocağında çay içip, çevredekilerle Kürtçe selamlaştı. Bu sırada konuştuğu herkes hemen PKK, çözüm, barış meselesine konuyu getirip desteğini anlattı. Biji Türk, biji Kürt diye sloganlar atıldı.

Kubat Talabani, anlık olarak bu akşam çarşı ziyaretinin fotoğraflarını görünce “Bir şey olacak diye kalbim yerinden çıktı” dedi Davutoğlu’na.

Ama şehrin güvenliğini test eden bu jest için memnuniyetini bildirdi.

Siyasi olarak bir süredir İran’ın etkisinde olan Süleymaniye’nin yüzü İran’a değil, Türkiye’ye dönük. Bütün çarşılarda Türk malları var. Türkiye’den mal gelemeyince İran üzerinden Türk malları daha pahalı olarak buraya akmış.

Talabani, 2017’deki referandumdan sonra bölgedeki havalimanlarında uçuşlar durdurulunca, ablukayı Şırnak Havalimanı’nı kullanarak deldiklerini anlatıyor.

Hatta Süleymaniye-Şırnak arasına Referandum Yolu adını vermişler. Şırnak’tan Paris’e uçup, Macron’la görüşmüş.

Türkiye, burada bizim gördüğümüzden daha büyük ve itibarlı bir ülke.

Mesela Mesut Barzani’nin çocukları Türkçe konuşuyorlar. Türkçe’yi Türk filmlerinden ve dizilerinden öğrenmişler.

Koruma ekibindeki pek çok kişi için de durum böyle, Türkçe biliyorlar, “nereden öğrendin” sorusunun cevabı da “Kendi kendime, Şaban filmlerinden” oluyor.

Erbil çarşısında Davutoğlu, meşhur kaleye sırtını verip bir çay ocağında otururken bir anda etrafında yüzlerce kişi toplanıp, fotoğraf çektirmeye başladı.

Hatta ilgi o kadar büyüktü ki Davutoğlu bir ara “partinin şubesini burada açalım” diye espri yaptı.

Davutoğlu’nun yanına yaklaşan herkes bildiği birkaç cümle Türkçe ile barış ve çözüm için dileklerde bulundu.

Önce Kürdistan bölgesel yönetimi devlet başkanı Neçirvan Barzani, ardından Mesut Barzani ile görüşen Davutoğlu’na burada Başbakan gibi protokol uygulandı, öyle itibar gördü.

Mesut Barzani ile görüşmesi, ailelerin katıldığı özel bir yemekle dört saat sürdü.

Hem Neçirvan hem de Mesut Barzani Davutoğlu’na en çok Bahçeli’yi sormuşlar. En merak ettikleri Bahçeli’nin açılımı.

Hatta Mesut Barzani, “Bahçeli’nin sağlığı için dua ediyoruz” demiş.

Davutoğlu, Kasım ayındaki Duhok ziyaretinden sonra Bahçeli’ye mektup yazıp, buralara gelmesini önermiş.

Türkiye, fazlasıyla kendi içine kapandı uzun süredir, çevresinden de yeniden korkar hale geldi.

Bu özgüven eksikliğini 80’lerine dayanmış Kürdistan İslam Partisi’nin lideri Selahaddin Bahaddin veciz biçimde eleştirdi:

“Siz koca imparatorluğu yönetmişsiniz, buradaki iki şehirden mi çekiniyorsunuz”.

Kürdistan adı hala tüyleri diken diken etse de 90’ların en kalın kırmızı çizgisi olan Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile bu korku eşiği aşıldı.

Ama en uzun sınır komşumuz Suriye’deki Kürtlerle sürüyor.

Halbuki Haseke, Kamışlı, Kobani nüfuslarının toplamı 1,5 milyon bile olmayan, Şırnak’ın ilçelerine benzeyen kasabalar.

Ahmet Türk, 45 milyon Kürdün yüzü Türkiye’ye bakıyor derken haklıydı.

Eğer, PKK ve silah aradan çekilirse, Türkiye Kürt komşuları ile sınırların hükümsüz kaldığı bir sosyal, ekonomik ve kültürel birlikteliğe doğru gidebilir. Bu hem Türkiye’ye hem de Irak’a ve Suriye’ye iyi gelir.

PKK meselesi bu doğal akışta artık herkes için zamanı gelmiş, kurtulunması gereken bir kambur.

Ama burada bunun sulh içinde, Kürtlerin hakkı hukuku gözetilerek yapılması isteniyor.

Davutoğlu, sık sık silah bırakma sürecinin hızlanması vurgusu yaptı:

“Araya gülyabeniler girmeden bu silah bırakma seromonisi yapılmalı. O yapıldıktan sonra süreç hızlanır. PKK bir daha silaha dönüp, kendine militan da bulamaz.”

Özellikle İran ve İsrail!’in süreci bozacak hamlelerinden endişe ediliyor.

PKK’sız bir Türkiye, PKK’sız bir Irak demek. O yüzden bu bölgedeki aktörler sürecin merkezinde duruyorlar.

Anlaşılan Ankara ile özellikle Erbil arasında çözüm süreci merkezli görüşme trafiği yoğun. Talabanilerle de görüşülüyor.

Talabani cephesi de her türlü yardıma açık.

Hatta bir KYB yetkilisi “peki Kandil ne olacak” sorusuna şöyle espriyle cevap veriyor:

“Kayak pisti olur. Biraz riskli bir kayak pisti olur tabii, pistten çıkan mayına basabilir”

Uzun yıllar dağlara ve silaha sığınan Irak’taki Kürtler, artık böyle anılmak istemiyor. Barzaniler ve Talabaniler bu devrin Kürtler için kapandığını söylüyor.

Türkiye’de Diyarbakır dışındaki Kürt şehirlerin hepsinden gelişmiş bir şehre dönen Erbil’e bakınca bunun somut sonucunu görüyorsunuz.

Bu devir PKK için de aslında bu yüzden kapanıyor.

Direnen sadece zamana karşı mücadele eder…

- Advertisment -