10 Kasım günü Tuzla Piyade Okulu’ndagerçekleşen olay hakkında T24’te Tolga Şardan geçtiğimiz günlerde üç yazı yayımladı ve bu yazılarda hem olaya karışan kursiyer teğmenlerin hem de olaya müdahale eden görevli subayların disiplin soruşturmasındaki ifadelerine yer verdi.
Bu ifadelerdeki anlatımlar bize sadece olayın kendisiyle ilgili değil, subayların bir soruna yaklaşma ve onu çözme biçimleri üzerine olduğu kadar TSK’nın genel gidişatı hakkında da ipuçları veriyor.
Bu yazıda kurs tabur komutanının (binbaşı), öğrenci alay komutanının (albay) ve Piyade Okul Komutanının (tümgeneral) ifadelerinin bazı yerlerine projektör tutmaya çalışacağım.
Ancak ifadelere geçmeden önce olayı özetlemek yararlı olabilir:
Olayın gerçekleştiği yer, Tuzla’da bulunan Piyade Okulu. Bu okul, piyade sınıfına mensup subay, astsubay ve uzman erbaşlara yaklaşık bir yıl süreli piyade eğitimi veriyor. Olayın gerçekleştiği birlik, Piyade Okulunun subay kurs taburu, yani en önemli birliği. Bu subaylar, olaydan yaklaşık iki ay önce, 30 Ağustos 2023’te Kara Harp Okulundan mezun olan piyade teğmenler.
Olay(lar) 10 Kasım ve 13 Kasım’da olmak üzere iki aşamada gerçekleşiyor. Önce, 10 Kasım anması esnasında teğmenlerden biri yakaya takılması için toplu olarak dağıtılan Atatürk fotoğrafını takmaktan imtina ediyor. Sorulduğunda “iğnem yok”, kendisine iğne verildiğinde bu kez “fotoğrafım yok”, hem fotoğraf hem iğne verildiğinde ise “sonra takarım” gibi mazeretler belirtiyor ve sözlü ama ciddi bir gerginlik yaşanıyor. Bu sözlü gerginlik daha sonra teğmenlerin whatsapp gruplarında yazılı küfürleşmelere dönüşüyor.
Araya hafta sonu giriyor. Bu durumdan rahatsız olan teğmenlerden biri, kendi ifadesine göre, Trendyol’dan A5 ebadında 50 tane Atatürk fotoğrafı sipariş ediyor ve pazartesi günü, 13 Kasım’da, ders saatinde derse katılmayarak, “o” teğmenlerin kaldıkları yatakhanenin kapısının dış ve iç tarafına bu fotoğraflardan ikisini yapıştırıyor. O teğmenler bu fotoğrafı söküyorlar; bunun üzerine arbede yaşanıyor. Darp edildiğini iddia eden teğmenlerden biri askeri teamüllere aykırı olarak cumhuriyet savcılığına giderek şikayetçi oluyor. Olayın kamuoyunca bilinir olmasını sağlayan esas gelişme de savcılığa yapılan bu şikâyet oluyor.
Şimdi ifadelere bakalım.
Binbaşı rütbesindeki Tabur komutanı şöyle diyor:
“13-15 Kasım tarihleri arasında üç gün izne ayrılmıştım. Olay olduğu sırada piyade okulu lojmanlarındaki evimdeydim. Yüzbaşı Y.B., beni arayarak, ‘bir grup kursiyerin, üç kursiyerin kaldığı odaya girerek kursiyerler arasında tartışma yaşandığı’ bilgisini verdi. Ben de 83. dönem subay temel kursiyerlerinin kanı hızlı akan ateşli bir devre olduğu için tartışmanın büyümemesi için bu üç kursiyeri odamın önünde hazır bekletmelerini, 15 dakika sonra kışlada olacağımı söyledim.”
Bu ifadelerde bana dikkat çekici gelen iki şey var.
Bir: İlk olay 10 Kasım günü oluyor ve olay, sıradan bir disiplinsizlik hadisesi değil: TSK’nın bilinen tarihinde benzeri görülmemiş bir şey!
10 Kasım: Günlerden cuma. Tabur Komutanının izinli olduğunu söylediği tarihler ise takip eden pazartesi-çarşamba arasına tekabül ediyor. Yani tabur komutanı, böyle büyük bir olayın gerçekleşmesini takip eden üç mesai günü boyunca izin almış. Elbette bu izin bizim bilemeyeceğimiz geçerli bir kişisel nedene dayanıyor olabilir ama burayı not etmek gerektiğini hissediyorum.
İki: Tabur komutanı, komutanı olduğu 2023 mezunu teğmenleri “kanı hızlı akan ateşli bir devre” olarak tanımlıyor.
Bu tanımlama ile ilgili ise iki şey sorulabilir:
Bir: Bu tanımlama tam olarak ne anlama geliyor? Elimizde bu soruyu aydınlatacak veri yok ancak komutanı olduğu teğmenlerle ilgili yaptığı bu tanımlamanın/gözlemin önemli şeyler ima ettiği çok açık.
İki: Bu tanımlama, tam olarak neye, hangi gözlem(ler)e dayanıyor?
Zira, söz konusu teğmenler yaklaşık olarak eylül ayı ortalarında eğitimlerine başladığına göre, tabur komutanının bu gözleminin 10 Kasım’a kadarki yaklaşık iki aylık bir süreye dayandığı ortaya çıkar. İki ay gibi kısa sayılacak bir sürede yüzlerce teğmenden oluşan kurs taburuyla ilgili böyle bir yorum yapabilmek ise bana kalırsa iki şekilde mümkün olabilir. Ya bu iki aylık sürede kamuoyuna yansımayan başka “ateşli” şeyler de olmuş ve kendisi de bunları gözlemlemiş olabilir, ya da, ifadelerde sıkça atıf yapıldığı gibi, bu dönem mezunlarının Harp Okulundan gelen böyle bir “şöhretleri” olabilir (Harp Okuluna yapılan bu atfa aşağıda değineceğim.)
Bu gözlemden türeteceğimiz akıl yürütme bizi tekrar 13-15 Kasım’da izinli olma meselesine götürür. Zira bu iki ihtimalden hangisi geçerli olursa olsun, komutanı olduğu teğmenlerle ilgili “kanı hızlı akan ateşli bir devre” tanımlaması yapabilen, yani onları tanıdığını anladığımız (anlamamızı isteyen) bir tabur komutanın, 10 Kasım’daki ilk olaydan sonra, bu hız ve ateşten türeyebilecek artçı kıvılcımlar konusunda daha öngörülü, huzursuz ve müteyakkız olması gerekirdi diye düşünüyor insan.
Alay Komutanı albayın ifadelerinde dikkat çekici şey ise özne-yüklem uyumsuzluklarının öne çıktığı belirgin Türkçe anlatım bozuklukları. Örneğin: “Olayların temelinde yatan husus, 10 Kasım günkü Teğmen A.A.’nın anma töreni öncesi Atatürk resmini bölük komutanı ikazı sonrası yakasına takmasına gösterilen tepkiden kaynaklandığını anlattıklarında 10 Kasım’daki olayı öğrendim.” Veya bir başkası: “Bu olayların temelinde Kara Harp Okulu’nda iken kendisi tarafından kurulan WhatsApp grubu ile bir cemaat oluşturduğunu, bu grupla birlikte belli dönemlerde sohbet toplantıları yaptıklarını, buna tepki olarak bu olayların yaşandığını ifade etti.”
“Türkçe anlatım bozukluğunun konuyla ne ilgisi var?” diye soranlar da olabilir ancak ben bir metni/text’i düzenleyebilme becerisi ile bir bağlamı/context’i düzenleyebilme becerisi arasında yakın bir ilişki olduğunu düşünüyorum.
Öte yanda hem tabur komutanının hem de alay komutanının ifadelerinde ortak olan şey, her ikisinin de sorunun esas kaynağı olarak Kara Harp Okulunu görmeleri.
Tabur komutanı şöyle diyor:
“Geçmişten gelen, kursiyerlerin Kara Harp Okulu’ndaki eğitim süreci boyunca yaşanılanların birikimi olduğu ve yaşanan sorunların orada çözüme kavuşturmamasından kaynaklandığını düşünüyorum.”
Alay komutanının bu konudaki ifadeleri ise şöyle:
“Aslında Piyade Okul Komutanlığımızda bu olaylara sebep olacak herhangi bir husus yok. Zira kursiyerlerin iyi bir takım komutanı olarak yetişmelerini sağlamak için çok yoğun bir eğitim öğretim programına başlıyoruz. Yaşanan bu olay, Kara Harp Okulu eğitim süresince kursiyerlerin kendi aralarında yaşadıkları birtakım sorunların devamı niteliğindedir.”
Aynı atfı, “Kara Harp Okulu” ismini zikretmeden Piyade Okul Komutanı tümgeneral de yapıyor:
“Söz konusu olaya; geçmişten gelen gruplaşma ve buna bağlı olarak teğmenler arasında yaşanan duygusal (…) neden olmuştur.”
Okul komutanı tümgeneral, yapısal bir soruna da işaret ediyor ve belli belirsiz de olsa hem astlarının yetersizliğine hem de Kara Kuvvetleri Komutanlığı/Milli Savunma Bakanlığı düzeyindeki personel politikalarının yanlışlığına dikkat çekiyor:
“Özellikle subay kurs tabur komutanlığı kadrosu ile subay temel kurs bölük komutanlıkları kadrolarına uygun rütbe ve niteliklere sahip seçilmiş personel atanmasına uygun olacağı değerlendirilmektedir. Söz konusu görevler, tecrübe gerektiren görevler olmasına rağmen, subay kurs tabur komutanlığında; tabur komutanı, beş bölük komutanı ve mevcut takım komutanlarından biri hariç tamamı mevcut görevlerine 2023 yılı genel ve diğer münferit atamalar ile atanmış ve taburun bir takım komutanı dışında tamamı aynı anda değişmiştir.”
Çoğu zaman yen içinde kalan ama bu kez öyle olmayan tekil bir olay bizi Tuzla’dan alıp Kara Harp Okulu’na, Kara Kuvvetleri Komutanlığına, oradan Genelkurmay Başkanlığına ve oradan da Milli Savunma Bakanlığına, oralardaki sorunlara götürüyor.
Götürüyor diyorum ama aslında götürebilecekken götürmüyor.
Çünkü Bakanlık, bu olayı mekânsal olarak Piyade Okuluyla ve sayısal olarak da olaya doğrudan karışan teğmenlerle sınırlandırarak ve Kenan Evrenvâri bir adaleti seferber ederek “bir o taraftan, bir bu taraftan” teğmenin TSK’dan ihraç edilmesiyle çözüme kavuşturmuş görünüyor.
Peki, Piyade Okulu’nda görevli subayların işaret ettiği Kara Harp Okulu’nda, buzdağının o görünmeyen büyük kısmında neler olmuştu yahut neler olmuş olabilir? Bakanlığın şimdilik görmezden gelmeyi tercih ettiği bu soru hakkındaki tahminlerime bir sonraki yazıda değinmeye çalışacağım.