Kuran-ı Kerim meallerinin denetlenmesine ilişkin yeni yasa önerisi, son günlerde kamuoyunda yoğun tartışmalara neden oldu. Yeni yasaya göre, Din İşleri Yüksek Kurulu, Kur’an meallerini resen veya talep üzerine inceleyebilecek. “İslam’ın temel niteliklerine aykırı” bulunan meallerin basımı ve yayını durdurulabilecek, dağıtılmış olanlar toplatılıp imha edilebilecek. Dijital ortamdaki yayınlara ise erişim engeli getirilebilecek. Çok sayıda ilahiyatçı akademisyen ve düşünce insanı yasayı eleştirdi.
Bu yazıda ben de tartışma ile ilgili sizlerle düşünmek ve kanaatlerimi paylaşmak istiyorum. Konuyu ele almak için önce tartışmanın bağlamını kurmakla başlayalım. Öncelikle Müslüman ülkelerde Kuran mealleri üstünde farklı ölçeklerde devlet denetlemesi olduğunu vurgulamakta fayda var. Suudi Arabistan örneğindeki gibi bazen bu belli bir mezhepsel görüşü empoze edip, alternatif yorumları devre dışı bırakmak için kullanılabilmektedir. Diğer taraftan Hristiyan dünyada benzer uygulamalar yok. Dini kurumlar devlet gücünü kullanarak İncil yorum ya da tercümeleri üstünde herhangi bir etki oluşturmuyor. En güçlü Hristiyan dini kurum olan Katolik Kilisesi toplumda İncil çevirilerini yasaklamaz, ancak Katolik ayinlerinde ve öğretimde kullanılacak çevirileri onaylar veya reddeder. Elbette geçmişte böyle değildi, günümüzdeki durumdan söz ediyorum. Meal tartışmalarının Orta Çağ retoriği içermesinin temel sebebi Orta Çağ’da Katolik kilisesinin dini metinler üstünde uyguladığı sansür.
Neden mealler denetlenmeli ya da denetlenmemeli? Lehte ve aleyhte nasıl gerekçeler verilebilir? Meallerin denetlemesini savunanların birkaç temel gerekçesi var. Teorik olarak meal Kuran olarak kabul edilmez. Kuran sadece Arapça asli metindir. Mealler Kuran’ın bir kişi ya da grup tarafından yorumlanıp başka bir dile aktarılmasıdır. Dolayısı ile her meal bünyesinde tercümeyi yapanın kanaat ve bakış açısını yansıtır. Mealler arasında bu kadar ciddi anlam farklılıkları olmasının en temel gerekçesi bu durumdur. Tercümanın sürece dahil olması ilkece Kuran’ın anlamını doğru olmayacak şekilde tahrif etme imkânı tanır. İnsanlar genelde meallere yorum değil de Kuran’ın asli anlamı olarak bakma eğiliminde olunca kötü çeviriler kişilerde yanlış inançlara yol açabilir. Bu da insanların dini inanç ya da duygularına zarar verebilir. Üstelik yanlış tercümeler içine çeşitli radikal ideolojiler yedirilip meal bir indoktrinasyon kitabı haline getirilebilir. Nitekim çeşitli radikal dini gruplar bunu sık sık yaparlar. Türkiye’de böyle bir risk var mı tartışılabilir elbette. Ancak şurası kesin Türkiye’de, internet ve basım teknolojisinin yaygınlığı ve ucuzluğu sayesinde, ciddi bir meal enflasyonu var. Bir kısım meallerin içeriği gerçekten “fantastik” diyebileceğimiz boyutta ifadelere sahip. Diyaneti böyle bir hamleye sevk eden de muhtemelen bu meallerin yaygınlığı. Akademik mealler ile cemaatlerin kendi taraftarları için hazırlattığı mealler dışında, aslında Arapça bilmediği halde farklı mealleri okuyup kendi mealini yazan “amatörler” bile var.
Meallerin denetlenmesine karşı olanlar nasıl gerekçeler sunuyor? En önemli karşıt argüman elbette genel ifade özgürlüğü ve akademik ifade özgürlüğü. Bir kuruma mealler üstünde denetleme yetkisi vermek, o kuruma aynı zamanda makul bulmadığı akademisyenlerin meallerini ya da yorumlarını yasaklama yetkisi verir. Bu da akademide duyulabilecek sesleri azaltarak yorum çeşitliliğini daraltır ve ilmi tartışmaları fakirleştirir. Dahası bir kurulun Kuran’ı belli şekilde yorumlamayı yasaklayacak kudrette olması da dini olarak rahatsız edicidir. İslam’da Kuranı koruyan Allah’tır. Peygamber efendimizden sonra hiç kimsenin Kuran’ın doğru anlamı üstünde mutlak bir otoritesi yoktur. Elbette ilim adamlarının görüşleri belirleyici ve önemlidir, ben görüşlerimi onların kanaatlerine göre oluştururum mesela. Ancak İslam’da Papalığın yanılmazlık doktrini benzeri bir doktrin yoktur, hiçbir dünyevi kurum Kuran’ın doğru anlamı üstüne yanılmazlık iddiasında bulunamaz. Kanaatini paylaşabilir, savunabilir ama tek yetkili mecra olma iddiasında bulunamaz.
İlk bakışta yasakların yeni yorumlara karşı olacağı ve geleneği savunacağı düşünülebilir. Ama bu doğru olmak zorunda değildir ve muhtemelen de bazı zaman-mekanlarda tam tersi olacaktır. Diyanet ya da herhangi bir devlet kurumu rahatlıkla muhafazakâr olmayan ultra-modernist bir grubun eline geçebilir. Böylesi bir durumda bu denetleme yetkisi fazla “gelenekçi” görüşleri susturmak için kullanılabilir. Sivil yönü olan herhangi bir kurumun eline verilen yetki iki ucu keskin bıçaktır, bugün bir tarafı keserken yarın öbür tarafı kesebilir. Burada kritik olan nokta şu, mealler nasıl insani yorumlarsa, hangi meallerin yasaklanması gerektiği de insani yorumdur. Evet uzman görüşü olabilir, ama uzman kurul her zaman etkilenebilir.
Peki bu tartışmada hangi tarafın argümanı daha güçlü? Aslında argümanlar iki tarafın da kendince haklı çekinceleri olduğunu gösteriyor. Tabi bir seçim yapmak zorundaysak hangi argümanın daha güçlü olduğuna karar vermemiz gerekir. Ben şahsen iki taraftan birini seçecek olsam denetleme karşıtı tarafı seçerdim. Ama bu elbette tartışmayı çözmeyecektir. Tartışmaları çözmenin etkili bir yolu iki tarafın da çekincesini anlayan ve dolayısı ile iki tarafı da kısmen memnun edecek bir çözüm bulmaktır. Kanaatimce burada zorunlu bir ikilem yok. İki tarafın da kaygılarına cevap verebilecek çözümler mümkün. Birkaçını tartışalım.
Denetleme yasaklamayı ya da kitap imha etmeyi içermek zorunda değil. Yasakçı olmayan denetleme mekanizmaları kurmak mümkün. Mesela bir olası çözüm gönüllü bir sertifikasyon sistemi kurmaktır. Diyanet veya başka yetkili/nitelikli bir kurum, dilbilimsel ve akait standartlarını karşılayan çeviriler için onay belgeleri verebilir. Diğer çeviriler yine yayınlanabilir, ancak “onaylı” olarak sunulamaz. Ya da üstünde diyanetin ya da yetkili kuruluşun bu meali onaylamadığı notu düşülebilir. Bu sertifikasyon sistemi meal yazarları ile müzakere başlatma açısından da yapıcı sonuçlara yol açabilir. Sonuçta sertifikayı neden almadığı belirtildiği durumda meal yazarı bu nedene itiraz edebilir ya da meali düzelterek yeniden sertifika talep edebilir. Bu, gıda ürünleri için uygulanan helal sertifikası sistemine benzetilebilir. Amaç zorlama değil, ilgililere rehberlik sağlamaktır. Tabi karar verecek kurulun çoğulcu olması (farklı seslere, hem akademik hem de akademi dışı yer vermesi) faydalı olacaktır.
Tabi şeffaflığı arttıracak önlemler de alınabilir. Meale onu yazanın nitelikleri ve yetkinliği ile takip ettiği mezhep/düşünce okulu hakkında bir açıklama eklenmesi zorunlu tutulabilir. Yine “Bu, orijinal Arapça Kuran metnin yerine geçmeyen bir yorumdur” şeklinde bir sorumluluk reddi beyanı eklenmesi zorunlu tutulabilir. Bunlar ifadeleri sansürlemezken, endişeli kesimin endişelerini azaltmaya yardımcı olabilir.
Tam yasakçı olmayan ama daha ileri boyutta bir denetleme yöntemi de Diyanet ya da denetleyici kurumun meallerde hatalı gördüğü kısımlara dipnot ile uyarı koymasıdır. Bu yaklaşımda her meal denetlemeye girer, denetleme sonucunda ilmi kurulda mealde ciddi bir hata olduğu kanaati oluşursa mealin ilgili kısmına uyarı eklenir. Böylece ifade silinmez, sansürlenmez ama okuyucuya gerekçeleri ile neden söz konusu tercümenin hatalı olduğu düşünüldüğü ifade edilir. Dolayısı ile hem sansür yapılmaz, kitaplar yasaklanmaz hem de okuyucu “hatalı yorumdan” korunmuş olunur.
Kanaatimce bu ara çözümler tam yasakçı yaklaşıma göre çok daha makuldür. Her iki tarafın da kaygılarını gözetmesinin yanında yasakçı/sansürcü yaklaşıma göre imaj olarak da daha iyidir. Kitapları toplama ve imha etme fikri ne derseniz deyin günümüz dünya görüşünde/örfünde rahatsız edicidir. Bu hem Diyanet’in, hem Türkiye’deki dini iklimin imajına zarar verme potansiyeli taşımaktadır. Bırakın imajına daha da zarar vermeyi Diyanet’in imajını iyileştirmeye çalışması gerektiğini düşünüyorum. Özellikle genç kuşaklarla arasını ısıtmalı. Bunun yolu ise hem söylem hem eylemlerinin olası etkilerini düşünmek. Yasakçı ya da sansürcü olarak anılmak hoş bir imaj değil. Konu ile ilgilenen ve gençlerle de etkileşimde olan bir akademisyen olarak benim tavsiyem bu ara çözümler üstüne düşünmektir. Genç kuşaklar düşünce özgürlüğünü, çok sesliliği ve samimi rehberliği önemsiyor. Diyanet’in görevi sadece korumak değil, kazanmak da olmalı.