Ana SayfaManşetKuru derelerde boğulmadan...

Kuru derelerde boğulmadan…

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Bakü’de bu dörtlüğü herhalde İran’ı rahatsız etmek için okumadı. Böyle bir günde Aras’tan bahsetmenin ne anlama gelebileceği düşünülmeden, yazılı konuşmaya hoşluk, belâgat olsun diye eklenmiş bir şiir gibi duruyor. Ama bu kriz, hamasetin her türlüsünün zararları ve diplomatik dilin neden vazgeçilmez olduğu üzerine de bir ders teşkil ediyor.

Türkiye, geçen hafta Devlet Bahçeli’nin tweetleriyle tekrar HDP’nin kapatılmasını, hattâ daha da ileri giden yardımcısının sözleriyle “siyasi haşere sürüsü olarak itlaf edilmesi” gerektiğini konuşurken ve Meclis’teki bütçe görüşmelerinde İçişleri Bakanı Soylu kendisini protesto eden HDP’lilere “haysiyetsizler” diye bağırıp, kayyımlar için “ohh” çekerken, İran’da da benzer bir bölücülük tartışması patlak verdi.

Ama bölücülük yapmakla suçlanan bu kez Türkiye ve Türkler.

Esas kıvılcımı yakan da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 10 Aralık Zafer Günü kutlamalarında Bakü’de okuduğu Aras şiiri:

“Aras’ı ayırdılar
Kum ile doyurdular
Men senden ayrılmazdım
Zülm ile ayırdılar”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, şiir okumayı seviyor, çok da iyi okuyor. Bu yüzden başı belaya da girmiş, hapis yatmıştı.

Ama bu kez bir şiir yüzünden başı belaya giren Türkiye oldu.

Çünkü Bakü’de okunan dörtlüğün ucu İran’ın beka kaygısına dokundu, bölünme sendromunu tetikledi, durup dururken Ankara ile Tahran arasında diplomatik krize neden oldu.

Şiir söylendiği gibi Azerbaycan’ın milli şairi Bahtiyar Vahapzade’ye ait değil.

Azerbaycan Diller Üniversitesi’nden Prof. Jale Qaribova’nın verdiği bilgilere göre şiir anonim ve Azerbaycan’da Bayati adı verilen dörtlüklerden oluşan bir halk şiiri türünün örneği. Aras ya da Azerbaycanlıların dediği gibi Araz üzerine benzer çok sayıda bayati dörtlük var.

Erdoğan’ın okuduğu dörtlük en bilinenlerinden, aynı zamanda derlenmiş anonim bir ezgi.

Türkünün söyleniş biçiminden de anlaşılacağı gibi, zannedildiği gibi bu siyasi bir şiir değil, bir aşk şiiri. Birbirinden zorla ayrılanlar da iki sevgili.

Ama Aras Nehri’nin siyasi bir anlamı var.

Çünkü Aras aynı zamanda İran’la Azerbaycan’ı da birbirinden ayırıyor.

Sınırın bir tarafında Azerbaycan devleti var, karşısında ise İran’ın resmi 31 eyaletinden Doğu Azerbaycan ve Batı Azerbaycan eyaletleri.

Azerbaycan milliyetçilerine göre ise burası Güney Azerbaycan.

Türkiye’nin Kuzey Irak dediği bölgeye Kürtlerin Güney Kürdistan demesi gibi.

İran için Azerbaycan milliyetçiliği, kökenleri 1979 Devrimi’nin çok öncesine dayanan bölücü bir tehdit.

Tarihsel kökleri Türk Şah İsmail’e, bölgenin esas sahibi ve yönetici sınıfının Türkler mi Farslar mı olduğu tartışmasına kadar götürülebilir.

Ama 20. yüzyılda gerilimin arttığı an, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Sovyetlerin İran’ın güneyini işgal etmesiyle bölgede özerk bir Azerbaycan hükümetinin kurulması olmuştu.

90’ların başında Azerbaycan, SSCB’den ayrılıp bağımsız bir devlet olunca, İran’daki Azerbaycan Türkleri de hareketlendi; Güney Azerbaycan Milli Hareketi adlı, amacı bölünmüş Azerbaycan’ı birleştirmek olan, İran’ın toprak bütünlüğüne tehdit olarak gördüğü bir hareket ortaya çıktı.

Lideri Kanada’da yaşayan hareketin çok etkili olduğu söylenemez. Çünkü İran’daki Türklerin çoğunluğunun birinci kimlikleri Şiilikleri.

İran’ın dini lideri Hamaney’in babası da Türk.

Ama iktidarda İslami bir rejim olsa da Pars asabiyesinden İran’daki Türkler rahatsız.

İran rejiminden kaynaklı huzursuzluklar arttıkça, milliyetçi hisler de kabarıyor.

En son Karabağ savaşında sınırın bir yanında Azerbaycan ordusunun askerleri yürürken, nehrin karşı kıyısındaki İran topraklarından Azerbaycan Türklerin tezahürat yaptığını görmüştük.

İşte o nehir Aras Nehri’ydi.

O yüzden, sınırın her iki tarafındaki Azerbaycan Türklerin milli duygularının en yüksek seviyeye çıktığı, Dağlık Karabağ zaferi için Bakü’de düzenlenen resmi geçitte, bir Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, Aras Nehri’nin iki yakasındakilerin zulüm ile ayrıldığını söyleyen dörtlüğü okuyunca kimsenin aklına aşk gelmedi

O günden beri gerilim yükseliyor.

Önce Tahran’daki Türkiye Büyükelçisi, İran Dışişleri’ne çağrılıp izahat istendi.

Ardından Devrim Muhafızları’na yakın bir grup büyükelçilik binası önünde “Türk-Fars-Azeri, Hepsi İmam Hüseyin’in askeri” sloganları eşliğinde protesto gösterisi düzenledi.

İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, attığı tweette Erdoğan’ın okuduğu şiirin ne manaya geldiğinin farkında olup olmadığını sordu:

“Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, Bakü’de kötü olarak tabir ettiği şeyin, Aras’ın kuzeyindeki bölgelerin İran anavatanından zorla ayrılmasına atıfta bulunduğu bilgisi verilmedi. Azerbaycan Cumhuriyeti’nin egemenliğine zarar verdiğinin farkında değil miydi?”

Türkiye’nin önde gelen İran uzmanlarından Adem Yılmaz, günlerdir artarak devam eden tepkileri Independent Türkçe için derledi.

https://www.indyturk.com/node/284876/t%C3%BCrki%CC%87yeden-sesler/aras-%C5%9Fiiri-sonras%C4%B1-i%CC%87randan-erdo%C4%9Fana-tepkiler-saddam-hat%C4%B1rlatmas%C4%B1-neo

Tepkilere ve argümanlara bakınca aynadaki aksimize bakıyor hissine kapılıyor insan.

Bölünme korkusu ve beka kaygısının siyaseti, medyayı, insanları nasıl şirazeden çıkarabildiği üzerine ibretlik bir seyir bu.

Benzerlikler o kadar çok ki İran Meclisi’nde Fars milliyetçisi milletvekilleri, Doğu Azerbaycan eyaletlerindeki illerden gelen milletvekillerini Erdoğan’ı yeterince kınamamakla bile suçladılar.

Ali Asghar Khanii adlı bir milletvekili ise Saddam’ın idam videosunu paylaşıp, “Sayın Erdoğan, bu Büyük İran topraklarına göz diken son şahsın akıbeti” diye yazdı. Hatta bu tweeti, Twitter saldırganca bulup silince, Twitter’ın Erdoğan’ı koruduğunu dahi yazdı.

Hamaney’in Türk vilayetlerindeki temsilcileri ise bir açıklama yapıp, Türkiye’deki 25 milyon Alevi kartını açmaktan çekinmediler: “Şah İsmail’in dünyadan ayrılışının üzerinden 450 yıl geçmesine rağmen, yas şiirlerinin hâlâ Türk cem evlerinde okunması hayrete şayandır. Başta İran, Azerbaycan ve Türkiye olmak üzere tüm Müslümanları bölgenin hassas durumu konusunda çok dikkatli olmaya, düşmanın karmaşık bölücü komplolarına alet olmamaya çağırıyoruz.”

Devrim Muhafızları’nın muhtemel cumhurbaşkanı adayı Said Muhammed, “Düşmanın planı artık füze değil, ülkeyi parçalamaktır. Erdoğan’ın şu sözlerine bakınız. Kurt gibi İran’ı parçalamak için ülkenin etrafında yatmışlar” dedi.

İran gazetelerinde günlerdir Erdoğan manşetlerde.

Padişah, paşa olarak çiziliyor. İran’ı parçalamaya çalışmakla suçlanıyor. Tarih bilmediği söyleniyor, hakaretler ediliyor, Erdoğan, Siyonizm’in emrinde deniyor hatta bu şiir son nükleer fizikçi cinayetine bile bağlanıyor.

Örneğin muhafazakar Keyhan gazetesi “Erdoğan bey! Tarih mi bilmiyorsun, yoksa İsrail’e mi dans ediyorsun?!” manşetiyle çıktı.

Haberlere göre Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, İranlı mevkidaşı Zarif’i arayıp bir açıklama yaptı, İranlı gazetecilere göre özür diledi.

Muhtemelen Cumhurbaşkanı Erdoğan, Bakü’de bu dörtlüğü, İran’ı rahatsız etmek için okumadı.

Böyle bir günde Aras’tan bahsetmenin ne anlama gelebileceği düşünülmeden, hoşluk, belâgat olsun diye yazılı konuşmaya eklenmiş bir şiir gibi duruyor.

Ama bu kriz, hamasetin her türlüsünün zararları, diplomatik dilin neden vazgeçilmez olduğu üzerine de bir ders.

Muhtemelen Azerbaycan’ın da isteyeceği en son şey, İran’la böyle bir meseleden karşı karşıya gelmektir. Erdoğan şiiri okurken Aliyev’in yüzünde beliren sıkıntı ifadesi bunu gösteriyordu.

Buna Karadeniz’de “kuru derelerde boğulmak” denir.

Krizden çıkarılacak diplomatik ders bu.

Ama kuru derelerde boğulmamak için bu krizden bize çıkacak başka bir ders daha var.

Bir aşk şiirinde bir nehrin adının geçmesinin yarattığı korku, endişe ve öfkeden çıkarılması gereken ders bu.

Çünkü sadece İran’ın değil, kendi vatandaşlarını mutlu edemeyen devletlerin peşini bırakmayacak korkular, endişeler ve öfke krizleri bunlar.

İran’a uzaktan bakmak o yüzden çok öğretici. Aynadaki aksimize bakıyoruz aslında.

Ama uzaktan bakınca bir şiir için kapıldıkları bu öfke krizi pek çoklarına anlamsız, çocukça geliyor. Günlerdir “ne var bunda”, “amma abarttınız” yorumları yapılıyor.

Gerçekten de Türkiye’den bakarken kaç kişinin İran’a bunu demeye hakkı var acaba?

İran’daki Türklerin, kimlikleri ve Türkçe için verdikleri mücadeleye destek verip, İranlıları bir şiirle kapıldıkları bölünme korkusu için kınarken, herhalde bu işin dönüp dolaşıp ucunun bize de dokunacağı düşünülüyordur.

Güney Azerbaycan Milli Hareketi’nin kurucusu olan ve şimdi Kanada’da yaşayan Piruz Dilenci, hareketin sitesinde taleplerini “Uzun yıllar boyu dilimizi istedik vermediler, İmdi topraklarımızı isteyrik ve alacayıq” diye anlatmış.

Hikayelerimiz çok benzer, değil mi?

20 yıl önce Kürtçe klip yapacağım dediği için başına çatal, bıçak fırlatılmış, sürgünde ölmüş Ahmet Kaya’nın mezarının dahi gelemediği; 1979’da, TRT Sanatçıları ile birlikte katıldığı Ağrı’nın Düşman İşgalinden Kurtuluşu konserinde, hemşerilerinin ricasını kıramayıp söylediği bir aşk hikayesini anlatan Kürtçe sıtran için (Ehmedo Roni) tutuklanan, terörle mücadele yasasından yargılanıp hapis cezası alınca önce Suriye’ye, sonra Almanya’ya kaçan Nizamettin Arıç’ın 40 yıldır dönemediği bir ülkede yaşarken, üstelik bu travmaların dün ve bugün yaşanmasına destek vermişlerin, milliyetçiliklerinden bir gram taviz vermemişlerin İranlıları ayıplamaya yüzü olabilir mi?

Ayıplamak bir tarafa, 1991’den bu yana kurdukları 10’a yakın parti kapatılmasına rağmen 2020 yılında hâlâ yüzde 11 oy alan HDP’nin varlığı bile çözülmesi gereken bir sorun olduğunu söylerken, sorunu hâlâ yasakla, kapatmayla, itlafla çözmeyi önerenlerin, tam tersine, İranlıların bölücülükle ilgili bu büyük hassasiyetini, aşırı tepkiselliğini ve alınganlığını çok iyi anlaması beklenir.

Ama işte olmuyor.

İtlâf edemiyorsun. Halının altına süpüremiyorsun. Yasakla, susturarak sorunları sorun olmaktan çıkaramıyorsun.

Bir gün bir şiirle, bir nehrin adıyla korktuğun karşına çıkıveriyor.

- Advertisment -