Sabah oldu kalktım, elim boşa gidiyordu. Gitarımın alt teli kopmus, arayıp bulamıyordum. Aklımı tutamadım, kafatasımdan, uçtu uçtu…
Bulutsuzluk Özlemi
Başkanlık sistemine geçişi savunanların en önemli argümanlarından biri ülkenin bu sistemle birlikte ‘uçuşa’ geçeceği, tutulamayacağı yönündeydi. Cumhurbaşkanı Erdoğan her vesileyle bunu dile getiriyordu. Yaklaşık üç yıldır hayata geçirilen bu sistem sonucunda memleket dünya ülkeleri arasında uçuşa geçemediyse de içinde yaşayan halkın aklı başından uçtu. Yukarıda yazdığım Bulutsuzluk Özlemi şarkısında olduğu gibi, kafatasından aklı uçan halk, olup biten hiçbir şeye şaşıramıyor bile artık.
Akıl bir kere baştan uçmaya görsün, yaşanan her uçuk kaçık şey, normal geliyor insana. Anormalliğin normalini yaşıyoruz memleket olarak. Bütün yetkilerin tek bir elde toplandığı iktidarda ‘sanki başkaları atamış gibi’ bir gece yarısı kararnamesiyle alınan merkez bankası başkanları, atanan başkanların aynı yöntemle görevden alınması… Bu böyle sürüp giderken doların her görevden alma, atama sonrası ‘uçuşa’ geçmesi. Günün sonunda bir baktık ki memleketin hazinesi buhar olup uçtu. Merkez Bankası basabileceği parayı alıp, basamayacağı parayı elinden çıkardı. “Biz zaten uçuşa geçmiş bir ülkeyiz, kendi paramızdan başka tanımayız” dense onu da anlarım. Oysa bütün hikmet o basamayacağımız parada. Şimdi ülke olarak rüzgârda zincirinden kopup uzayda başıboş dolaşan zeplin gibi, kaybolan hazinenin nereye, kimlere gittiğini bulmaya çalışıyoruz. Bulabilene aşk olsun…
Kitabını yazmıştık oysa..
Başkanlık sisteminde her şeyde uçuşa geçtiğimiz gibi, dünyayı sarsan pandemide de geçtik. Bu konuda nasıl başarılı olduğumuzu memlekete ahalisi pek anlamasa da Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı “Türkiye’nin Koronavirüsle Etkin Mücadelesi” adlı kitabı çıkarıp dağıtıma soktu. Geldiğimiz noktada ise bambaşka bir tablo çıkıyor ortaya. Dünyada nüfusa göre günlük vaka sayıları artışında uçuşa geçip birinci sıraya yükseldik. Her gün 300’ün üzerinde vatandaşımız hayatını kaybetmeye başladı. Bu artış hızına, ölüm sayılarına karşın göstermelik yasaklamalarla salgının üstesinden gelmeye çalışıyoruz. Her şey zaten bir yıldan fazladır yaşamları pahasına çalışan ve tükenme noktasına gelen sağlıkçılara yüklenmiş durumda. (Bu mecaz değil, gerçek. Sağlık çalışanları bu süreçte 400’e yakın arkadaşını kaybetti.) Bu süreçte, her şeyin serbest olduğu memlekette bir tek bir başına bırakılan yorgun sağlık çalışanlarına yasak getirerek pandemiyi yenmeye çalışıyoruz. Sağlık çalışanlarının izin kullanması, rapor alması, istifa etmesi, emekliliğini istemesi yasak. Bir tek ölmeleri serbest. Çok yakın bir sağlık çalışanı arkadaşımın eşi ve kızı Covid oldu. O ise her gün işine gidiyor. Aynı evde olmaları önemli değil, çünkü onlar sağlıkçı olduğu için ‘temaslı’ sınıfına girmiyor.
Dünyanın bir bölümü uygulamalarıyla salgını önemli ölçüde yenip, durdurma noktasına gelirken biz hâlâ açılıp kapanmayı tartışıp duruyoruz. Başarının kitabını yazmaya devam o halde…
Uzaya gitmek için torpille bilet aramaya başlamışken…
İktidara dünyayı fethetmek yetmemiş olacak ki uzaya açıldık. Hem de ne açılma. “Uzayda Türklerin ayak sesleri, geliyoruz, gidiyoruz” gibi hamasi büyük laflarla… Dinleyen yakında uzaya dolmuş başlatacağımızı düşünüp bilet alma yarışına girecek gibi bir uçuş hali. Bazıları AK Partili tanıdıkları aracılığı ile o dolmuşlara bilet ararken vatandaş dara düşmüş. Aşık Mahsuni’nin “Yoksulun sırtından doyan doyana, bunu gören yürek nasıl dayana. Yoksul muhtaç olmuş kuru soğana…” Deyişindeki gibi. Devlet iyi bir şey yaparak çiftçinin elinde kalan ve hayvanlarına yedirmeye başladığı patates ve soğana alıp yoksul vatandaşlara dağıtmaya karar verdi. Tarlalardan gelen kamyonlara UFO muamelesi yapılıp törenler düzenlendi. En ilginci, aynı zamanda acı olanı Urfa’da yaşandı. Şehre gelen kamyonlar yardım yapılacak ailelere ulaşamadan yağmalandı. Memleket uçuşa geçmişti bir kere, patates ve soğanlar kamyondan uçtu.
En güzel uçuş hikâyesi…
Memlekette güzel şeyler olmuyor da değil. Devletin sağladığı gri pasaportla Avrupa’ya kaçak yollardan insan ihraç etmek gibi. Elazığ türküsündeki gibi: ‘Giden gelmiyor, acep nedendir…’ Her ne kadar Başkanlık Sisteminin mottoları ‘Dünya bizi kıskanıyor, Avrupa bizi kıskanıyor, Almanya bizi kıskanıyor’ olsa da, ne hikmetse memleketin ahalisi o ‘bizi kıskanan’ ülkelere kapağı atmaya çalışıyor. Tersine giden yani buraya gelen pek yok. Son günlerde medyada tefrika haline gelen ve skandal olarak nitelenen ilçe belediyeleri aracılığı ile gri pasaportla (hizmet pasaportu) Avrupa’ya kapağı atma hikâyelerini, genel kanaatin tersine çok ilginç ve başarılı buluyorum. Bir kere uydurulan projelerin isimleri şahane, son derece yaratıcı: “Çevreye Duyarlı Bireyler Yetiştirmek, Hayatın İçinde Biz de Varız, Bir Öyküye Yaşam Ver, Engelleri Kaldır…” Her ne kadar, bu projelerle gidenler geri gelmeyecek, dolayısıyla aldıkları eğitimden memleket ahalisi faydalanmayacak olsa da kendileri faydalanacak. Mesela bu projelerden biriyle uçup Fransa’ya konan Bingöllü vatandaşın dediği gibi: “Pişman değilim, orada açtım, burada her gün et yiyorum.”
Anlaşılan o ki devletin sağladığı hizmet pasaportuyla Avrupa’ya insan kaçırmak büyük paraların kazanıldığı bir sektör haline gelmiş. Kişi başı 6 bin Eruo’dan başlıyor fiyatlar. Bu işe giren bazı belediyeler kamyon gibi bisiklet gibi küçük çapta ‘hediyeler’ de almışlar. Bununla ilgili Avrupa’da özellikle Almanya’da büyük bir soruşturma başlatıldı bile. AB ülkeleri yakında gri pasaporta vizesiz geçişi yasaklarsa, devletin prestijinin sarsılması bir yana ben asıl uçmaya hazırlanan kalanlar adına üzülüyorum. Başkanlık Sistemi sayesinde memleket toptan uçuşa geçmiş bir halde; kanatlarını kırmak olmaz…
Dip not: Bu yazıyı sabredip sonuna kadar okuyanlara Bulutsuzluk Özlemi’nin ‘Uçtu Uçtu’ şarkısını hediye ediyorum. Bir zamanlar uçmuşluğumuz vardır bu şarkıyla.