Yunan cuntasının akıl almaz hatası ve Kıbrıs Türklerinin yok edilmesinin önlenmesi için askeri 1974 yılında askeri harekata başvuruldu. Ancak, Kıbrıs davası halen çözümsüzdür. 2004 Birleşmiş Milletler referandumu Güney Kıbrıs’ın Avrupa Birliği üyeliği onaylandıktan sonra yani geç yapıldı. Rumların referandumu yani son Annan planının reddetmesinin yaptırımı kalmamıştı.
Esas fırsat, daha önce bu sütunlarda da 23 Mayıs 2023 tarihinde yazdığım gibi 1 nci Annan planının reddi ile kaçırıldı. O planda çözüm aşamalı olarak Türkiye’nin Avrupa Birliğine üye olmasına bağlanmıştı.
Kıbrıs meselesi milli bir davadır ve bu gibi konularda farklı görüşler en azından kabul görmez ya da hainlikle suçlanır. Geçenlerde, emekli diplomat Engin Solakoğlu’nun bir yazısına rastladım. Tam da dediğim gibi çok farklı bir görüş. Yazara sadık kalmak için uzun yazısından pasajlar nakledeceğim.
“…Kıbrıs sorunu aslında Ada’yı Doğu Akdeniz’de stratejik bir toprak parçası olarak görenler ile bir yurt olarak görenler arasında uzlaşmaz bir görüş farklılığı olarak tarif edilebilir. Bu farklılık birinci kesimin ikinci kesimi anlamazdan gelmeyi bilinçli şekilde tercih etmesinden kaynaklanır… Bu tablonun ortaya çıkması Türkiye’yi yönetenlerin beceri eksikliği kadar, Ada’yı fethedilmiş bir topraktan ibaret gören çarpık anlayışın sonucudur. Oysa Kıbrıs Türkü’nün varlığı Türkiye’nin Ada’daki askeri mevcudiyetinin yegâne siyasi meşruiyet kaynağıdır… Türkiye’yi yönetenler, AKP öncesinde de, AKP iktidarı döneminde de Kıbrıs Türklerine hiç güvenmediler. “Başıboş bırakılırsa kandırılır da zurnacıyla kaçar” anlayışını hiç terk etmediler. Eski dönemde fazla “Batılı, Avrupacı, İngilizci” olarak güvenilmez kabul edilen Kıbrıs Türkleri, yeni dönemde “eksik Müslüman” bulundukları için insan yerine konmadılar”…
“…İşte o dar anlayışın hâkim olduğu “devletlû” kesimler Mustafa Akıncı gibi, bırakın Türkiye ve Kıbrıs’ı, genişletilmiş Orta Doğu ve Balkanlar’da dahi nadiren rastlanacak çapta aydın, ilerici ve insancıl bir siyasetçinin Ankara’da AKP tarafından başarıyla uygulanan bir plan dahilinde cumhurbaşkanlığı seçimini kaybetmesini alkışladılar. Elinde silah yıllarca mücahitlik yapmış, Erenköy sahillerinde Rum Milli Muhafız Ordusu’na karşı çarpışmış Akıncı’ya “Rumcu” yaftası yapıştırmaktan da utanmadılar”….
“…Kıbrıs Türk Polisi Türkiye Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanlığı’na, Merkez Bankası Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasına bağlı kaldılar. Ada’daki Kolordu, Büyükelçilik ve Türkiye merkezli diğer kurumlar siyasetin ve ekonominin her aşamasına müdahale ettiler. Başarısız olduklarında da faturayı “tembel Kıbrıslılar”a çıkarttılar. Sıkıştıklarında “paranızı biz veriyoruz” deyip işin içinden çıktılar…”
“AKP öncesindeki yönetimler Kıbrıs Türkü’ne Türklük öğretmeye yeltenirken, AKP de Müslümanlık öğretme peşinde. Bu kültürel sömürgecilik girişimine direnen Kıbrıslı Türklerin büyük bölümü, özellikle de gençler ülkeyi terk ettiler. Kalanlar ise içlerine kapandılar. Kıbrıs Türkleri, Kıbrıslı Türkler veya Kıbrıslıtürkler olarak adlandırabileceğiniz o halk, kurtarıldıktan elli yıl sonra bugün her anlamda yalnız…”
Bu yazı birçoğunuzun görüşlerine ters düşebilir. İlginç yazı ama bazı doğru tespitler de var. Kıbrıslı Türklerin çoğu “resmi” Kıbrıs Rum Hükümetinin pasaportunu taşıyor. İçlerinde rahmetli Denktaş’ın yakınları da var.
Yıllarca önce rahmetli Denktaş’ın avukatı sadece elden dağıtılan ve Bakan rahmetli İlter Türkmen, Mehmet Ali Birand ve benim için “Şarlatanlar” başlıklı bir kitap yayınlamıştı. Dava ettim ve kazandım. Bunun için yıllarca önce KKTC’ye gittiğimde bir dağa “bizi kurtarıcıdan kurtarın” yazılmıştı. Meslek hayatıma Kıbrıs dairesinde başlamıştım. Bu beni çok yaralamıştı.
Yukarıdaki yazıdan aldığım pasajlar bana o dağa yazılmış cümleyi hatırlattı.