Türkiye’de siyasal hayatı anlamak için sıklıkla başvurulan bir kavram var: Kutuplaştırma. Hem iktidar hem de muhalefet cephesinde yer alan partiler, rakiplerinin kutuplaştırma siyaseti izlediğini belirtiyorlar. Taraflar birbirlerini ülkenin sorunlarına çare bulmak ve müspet bir istikamette ilerlemek yerine toplumsal fay hatlarını tetiklemek ve karşıtlıklar üretmekle itham ediyorlar. Her bir taraf kendisini makuliyet abidesi olarak sunarken, sürekli yüksek seyreden siyasi tansiyondan hep bir diğerini bir sorumlu tutuyor.
Aslında kutuplaşma, kendi başına kötü, menfi bir durum değildir. Aksine demokratik siyaset, tabiatı gereği kutuplaşmayı içerir. Bir başka ifadeyle, kutuplaşma olmadan siyaset olmaz. Burada mühim olan, kutuplaşmanın dozu ve tarafların kutuplaşmayı idare edebilme maharetleridir.
Tadında bir kutuplaşma; farklı fikirleri ortaya çıkartır, taraflar arasında rekabeti yükseltir ve siyasete katılımı artırır. Böylelikle de demokratik siyasetin güçlenmesine katkı sağlar. Ama kantarın topuzu kaçırıldığında, kutuplaşma siyasal yaşamın üzerinde ciddi hasarlar yaratır ve hatta demokrasinin rafa kaldırılmasına neden olabilir.
Türkiye’de 1940’lı yılların sonu ve 1950’li yılların başında çok partili siyasal hayata dönüldüğünden beri, siyaset sıkı bir kutuplaşma hattı üzerinden ilerledi. Bazı dönemlerde gerginlik öyle bir noktaya çıktı ki demokratik düzen sürdürülemez oldu. 1950-1960 arasında DP ve CHP’nin, 1970-1980 arasında da AP ve CHP’nin demokrasi oyununu oynamak için gerekli asgari şartlarda anlaşamamaları, darbe yapmak isteyen askerlere ihtiyaç duydukları zemini hazırladı.
Hülasa kutuplaşma Türkiye siyasetinin yabancısı değil; her zaman vardı. 2002’de, o zamanki müesses nizamın hakkında hayırhah niyetler beslemediği AK Parti’nin iktidara gelmesinden sonra da siyasi alanda kutuplaşma eksik olmadı. Elbette kutuplaşma hep aynı seviyede seyretmedi, bazen kuvvetlendi bazen zayıfladı. Keza kutuplaşmadan medet umanlar da döneme göre farklılık gösterdi. Mesela başlangıçta muhalefet kanadı kutuplaştırma yoluyla AK Parti’yi sıkıştırmayı amaçladı. Fakat daha sonra AK Parti kutuplaştırma çizgisine kapak attı.
“Milli ve Yerli”
AK Parti’nin kutuplaştırma siyasetine yönelmesinde kritik tarihin 2015 olduğu söylenebilir. Çözüm sürecinin başarısızlıkla sonuçlanması, 7 Haziran’da tek başına iktidarı sağlayacak çoğunluğa erişilmemesi ve darbe teşebbüsü, AK Parti’nin siyasi çizgisini radikal bir biçimde değiştirdi. MHP ile kurulan ittifak ve yüzde 50+1’e dayanan mutlak çoğunlukçu bir hükümet sistemine geçişle birlikte AK Parti, kapsayıcı ve uzlaşmacı siyasetini bir yana bıraktı, dışlayıcı ve kutuplaştırıcı bir siyasete dümen kırdı.
“Milli ve yerli” bu siyasetin mottosu oldu. “Milli ve yerli” olanı belirleme ve temsil etme hak ve yetkisi Cumhur İttifakı’nın elindeydi, onun dışında kalanların ise “gayri-milli ve yabancı” olarak damgalanmaktan başka şansı yoktu. AK Parti ve MHP’ye aykırı çıkan her ses, toplum ve devlet düşmanıydı, anında kesilmesi gerekirdi.
Ortadoğu’da ateşin harlandığı, insani krizlerin devasa boyutlara ulaştığı ve ülke içinde de toplumsal sorunların katmerlendiği bir vasatta, bu kutuplaştırma siyaseti iktidara bir alan açtı. Zira iç ve dış tehdit ya da tehdit algısının ufku kapladığı ve insanların kendilerini güvensiz hissettiği zamanlarda, kutuplaştırma siyasetine rağbet de meyyal de artar. İktidar da, bu imkânı sonuna kadar kullanarak kutuplaşmadan azami faydayı elde etti.
Ancak her siyaset gibi kutuplaşma siyasetinin de bir kullanım süresi var. Eğer bir iktidar, halkın yaralarına merhem bulmaz ve farklı kesimlerin taleplerine cevap üretemez hale gelirse, artık kutuplaşma onu kurtarmaya yetmez. AK Parti, bunu Mart-2024 yerel seçimlerinde tecrübe etti. Yerel seçimlerinde alınan ağır mağlubiyet, AK Parti’yi rota değişimine mecbur etti. Kutuplaşma ile alınacak bir mesafe kalmamıştı, o halde siyasetin normalleşmesi lazımdı.
Kısa süren bahar havası
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu düşünceyle seçimlerin ardından CHP’ye bir el uzattı. Eli havada kalmadı, CHP buna hemen olumlu bir cevap verdi. Tarafların birbirlerine hitapları yumuşadı, üslupları zaten olması gereken seviyeye çıktı. Özel AK Parti’yi, Erdoğan da uzun yılar sonra CHP’yi ziyaret etti.
Ancak bu bahar havası kısa sürdü. Çünkü taraflar gerçekte bir normalleşemeye ya da yumuşamaya bir bütün olarak hazır değildi, her iki tarafın içinde de bu yeni halden rahatsız olanlar vardı.
CHP’de tavan, partiye yarar sağladığından hareketle, bu yeni yolda ilerleme taraftarıydı. Ama tabandan farklı sesler çıkıyordu. AK Parti’yi bu kadar zayıf yakalamışken yumuşama ile vakit kaybedilmemeli, daha sert bir tarz ile iktidara mümkün olduğunca yüklenilmeliydi. “Saray rejimi ile müzakere değil ancak mücadele edilirdi.”
AK Parti’de de normalleşme muhabbeti uzun ömürlü olmadı. Başlıca dört nedeni vardı bunun:
Bir, Erdoğan yumuşamanın kendisinden ziyade CHP’ye fayda sağladığını gördü.
İki, iktidarın normalleşmedeki asıl gayesi, muhalefeti kendi arzusu çerçevesinde bir anayasa değişikliğine ikna etmekti. Ancak iktidar, bu hususta muhalefetten beklediği ışığı görmedi.
Üç, yaklaşık 10 yıllık kutuplaşma siyaseti, iktidarda bir alışkanlık yarattı ve ona bir konfor sağladı. Yeni bir siyaset, hem zahmetli hem de riskliydi. AK Parti ve Erdoğan, bu zahmetin altına girmeyi ve bu riski üstlenmeyi göze alamadı.
Ve dört -ki en önemlisi de bu- iktidarın mevcut ittifak mimarisiyle, siyasi alanda bir yumuşamayı gerçekleştirmesinin imkânı yoktu.
MHP’nin gıdası
Çünkü MHP’nin gıdası, kutuplaşmadır. Kutuplaşmadan kuvvet devşirir MHP. Siyaset sahasındaki bir yumuşama ise MHP’ye güç kaybettirir. MHP, bu yüzden, her türü yumuşamaya set çeker. Elinden geldiğince hâlihazırdaki siyasi yarılmaların devam etmesini ister. Mesaisini farklı alanlarda, farklı siyasi aktörlerle işbirliği ve dayanışma kanallarının açılmasını engellemeye harcar.
MHP’nin kendisini muhafaza ve tahkim etmesi, kutuplaştırmayı alevlendirme ve sürekli kılma becerisiyle doğru orantılıdır. Bahçeli’nin “Madem öyle, biz MHP olarak aradan çıkalım, AK Parti ve CHP birlik olsunlar” mealindeki çıkışı, MHP’nin varlığını siyasi kutuplaşmaya bağladığına yorumlanabilir.
Dolayısıyla MHP ile ortaklığı devam ettiği müddetçe AK Parti’nin kutuplaşma çarkından çıkması mümkün değildir. Nitekim Bahçeli rest çekince Erdoğan’ın frene basmak mecburiyetinde kalması ve memlekette siyasi havaların mevsim normallerine dönmesi de bunun teyidi niteliğindedir.
Meclis’te tekme tokatlı kavgalar, muhalefet belediyelerini SGK borçlarıyla kıskaca almaya dönük hamleler, Bahçeli’nin eline kapanan sivil-silahlı bürokratlar, İzmir’de üst düzey belediye yetkililerini siyasi şovla gözaltına almalar, sokak hayvanları ile ilgili yasanın etrafında koparılan fırtınalar da, hep bu normalin yansımalarıdır.
Eskiden bu normal, iktidarın canına minnetti; ama artık bu normalin rüzgârları, iktidardan çok muhalefetin yelkenlerini şişiriyor.