Millî Eğitim Bakanlığından yapılan açıklamaya göre müfredatlarda köklü bir değişikliğe gidiliyor. 1. sınıftan 12. sınıfa kadar temel eğitimin tüm kademelerinde gerçekleşecek olan bu düzenleme 2024-2025 eğitim-öğretim yılıyla birlikte uygulamaya konulacak.
Müfredat değişikliğinin toplum nezdinde tam olarak nasıl bir karşılığı olduğu bilinmez ama muhabbet ortamlarında herhangi bir siyasi meseleye ayrılan zamanın çok daha azını bu konu için ayırdığımızı kolaylıkla tahmin edebiliriz.
Oysaki müfredatlar ya da daha resmi adıyla öğretim programları, bir eğitim sistemi için her şey demektir. Çocuklarımızın nasıl bir formda eğitim göreceklerinin dolayısıyla hayata ne kadar hazır olup nasıl bir kişiliğe sahip olacaklarının temel belirleyicilerindendir.
Hal böyle olunca müfredat değişikliğiyle öğrencilerin sadece matematiği, coğrafyayı daha iyi öğrenmelerini amaçlamış olmuyor aynı zamanda bu çağın insanının sahip olması gereken becerileri edinebilmeleri adına onlara ne gibi olanaklar sunacağımıza da karar vermiş oluyoruz.
Toplumun tamamından çocuğunun alacağı matematik, coğrafya ya da herhangi bir derse ilişkin yoğun bir ilgi duymasını bekleyemeyiz belki ama aynı toplumun tamamı, şüphesiz bir şekilde, çocuklarının daha güçlü bir birey olmasını, daha geniş bir bakış açısına sahip olmasını arzu ediyordur.
Sözün özü müfredat denen şey sadece eğitimcileri ilgilendiren, onların kendi başlarına karar vermesi gereken bir konu değildir. Toplumun tamamını yakından ilgilendiren ve doğal olarak toplumu oluşturan bireylerin beklentilerinin, görüşlerinin, önerilerinin, eleştirilerinin dikkate alınması gereken bir konudur.
MEB tarafından yapılan açıklamaya göre köklü bir değişime gidilerek hazırlanan yeni müfredatlar Aralık ayında kamuoyu ile paylaşılacak. Bu açıklamadan anlaşıldığı kadarıyla müfredat geliştirme süreci büyük oranda tamamlanmış belki de tamamen sona ermiş. Dolayısıyla toplumun beklentilerine kulak verme gibi bir ihtimal artık söz konusu değil.
Toplum olarak bu konuda şu an için yapabileceğimiz tek şey ortaya güzel bir şey çıkacağı temennisinde bulunmak. Eğitimde referans olarak alınabilecek ülkelerin çocuklarına sunmuş oldukları öğrenme ortamlarına bizim çocuklarımızın da sahip olması bahsi geçen temennide önemli bir yer tutuyor.
Eğitim ve kültür arasında yoğun bir ilişki olduğu bilinen bir gerçek. Dolayısıyla eğitim seviyesi bizden daha iyi olan bir ülkenin eğitim modelini birebir kendi sistemimize monte etmenin tutarlı sonuçlar doğurmayacağı aşikâr. Ama kültürden bağımsız olarak bugünün dünyasında yaşayan her bireyin sahip olması gereken bir takım temel beceriler de bulunmaktadır.
Asıl odaklanılması gereken yer de burası; üst düzey nitelikte eğitim sistemlerine sahip olan ülkelerin, çocuklarına aşıladığı evrensel kişilik özelliklerinin neler olduğu. Kendi çocuklarımız için de istediklerimiz, istememiz gereken, sormadılar ama sorsalardı isteyecek olacağımız beceriler de bunlar olmalı.
Yaşadığımız zaman dilimi geçmişte hiç olmadığı kadar çokkültürlü bir yapıya sahip toplumlardan oluşuyor. Böylesi bir dünyaya gözlerini açan bir bireyin çokkültürlü bir yaşam tarzını benimsemiş olması, farklılıkları bir zenginlik aracı olarak görmesi, diğer kültürlere “onlardan öğreneceğim çok şey var” tutumuyla yaklaşması görülmesi beklenen tablodur. Bahsi geçen hedeflere ulaşabilmek için ise çocuğun farklılıklara ilişkin bir önyargıya sahip olmaması büyük önem arz etmektedir. Nitekim çocuğun, farklı kültürlere yönelik olarak toplumdan edindiği önyargıları kendisiyle beraber okula getirmesi gibi bir risk her zaman bulunmaktadır.
Bu önyargıları ortadan kaldırma ve yerine kucaklayıcı bir bakış açısı geliştirme görevi ise eğitime, öğretim programlarına düşmektedir. Çok da zor olmayan bu görevin başarıyla yerine getirilebilmesi ancak müfredatları geliştirme sürecinde karar verici pozisyonunda olan bireylerin de herhangi bir önyargıya sahip olmaması, çokkültürlülüğe olması gereken şekilde yaklaşmasıyla mümkün olabilecektir.
Öğrencilerimizin Arap, Alevi, Kürt, Ermeni, Rum, Roman, Laz, Gürcü, Hemşinli vb. kültürleri sınıf içi süreçlerde daha sık bir şekilde işitecekleri, ders kitaplarında bu kültürlere daha fazla rastlayacakları bir müfredat daha çağdaş daha modern bir müfredat olacaktır. Ülkemiz topraklarında varlıklarını devam ettiren kültürlerin anlamsız bir şekilde saklandığı bir müfredat ise öğrencisini gerçekçi bir format ile hayata hazırlama görevini yerine getiremeyen bir müfredat olacaktır.
2005 yılı itibariyle öğrenenin merkeze alındığı; eleştirel düşünme, araştırma, sorgulama, üretme, demokratik tutum, empati gibi 21. yüzyıl becerileri adı verilen kişilik özelliklerinin öğrencilere kazandırılmasının temel hedef olarak belirlendiği bir eğitim modeline geçtik. İçeriğinde ne gibi değişimler olduğunu Aralık ayında göreceğimiz yeni müfredatlarda, ilgili becerilerin olması gereken şekilde daha fazla uygulama ve pratikle öğrencilere kazandırılması bir diğer beklentimiz olacaktır.