Türkiye siyaseti eğik düzlemde seçime doğru ağır aksak kayarken, ilgili gündemlerin biri gidiyor, diğeri geliyor.
Araştırmalar Cumhur İttifakı’nda ciddi oy kaybını gösteriyor ama muhalefette gözle görülen bir yükseliş yok. Gri alan diye tanımlanan “kararsızların” hızla artması, anlamlı bir yükseliş göstermeyen muhalefetin sorgulanmasına neden oluyor.
23 Haziran yerel seçimlerindeki başarının yarattığı rehavet ve her bakımdan duvara toslamış Ak Parti iktidarının nasıl olsa ilk seçimde kaybedeceği iyimser beklentisi nedeniyle, muhalefetin işi gevşek tuttuğunu, alternatif bir strateji ve politika zemininde eylemlilik geliştiremediğini düşünenler hayli fazla.
Kimi muhalif çevreler ve yazarlar konuyu tartışırken, Ak Parti iktidarı ve Cumhur İttifakı’ndaki ortakları galiba tam tersi bir değerlendirme yapıyorlar. Öyle ki, iktidarın baskılarından, hukuksuzluğundan ve tertiplerinden nasibini almayan muhalefet partisi kalmadı.
İktidar istiyor ki, CHP “eski CHP” olarak kalsın
Bunların başında CHP ve lideri geliyor. Ağza en alınmayacak hakaret ve aşağılamaları, bu partiye ve genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na yöneltmek, iktidar ve küçük ortağı için milli spor haline gelmiş durumda. Belediyelerine ve başkanlarına nefes aldırılmıyor. Başarısız olmaları için iktidar medyası da seferber olmuş vaziyette. Anayasa Mahkemesi’nin (AYM), Enis Berberoğlu kararına rağmen, iktidarın ağzının içine bakan yargıçlar, anayasayı çiğnemek pahasına kararı tanımamakta direniyor.
Cumhur İttifakı’nın hesabı, Tek Parti yıllarının hatıralarını canlandırarak, iktidarından sıtkı sıyrılmış seçmenlerin CHP’ye kaymasını engellemek. Bunun için tarihin tozlu sayfalarında kalmış ne varsa, yerli yersiz kullanıyorlar. Ayrıca, ideolojik olarak artık MHP’den beslenen iktidar, “Yerli ve milli değilsiniz”, “ Batı’nın ve FETÖ’nün işbirlikçisisiniz” ve “PKK terör örgütünün siyasi koluyla işbirliği yapıyorsunuz” afaki suçlamalarıyla seçmeni uzaklaştırmaya ve CHP’nin ittifaktaki rolünü etkisiz kılmaya çalışıyor.
Buna karşılık CHP, hem geçmişinin kimi olumsuz etkisinden sıyrılmaya çalışıyor, hem de farklı politik aktörleri iktidara karşı ortak eksende buluşturup iktidar alternatifi yaratmaya çalışıyor. Sert ve hırçın bir görüntü vermeden, sorunlara yönelik öneriler geliştirerek, makul bir dil ve söylem geliştirerek düşüncelerini yayıyor. Ama bunu yeterli bulmayan, partinin daha aktifleşmesini isteyenler oldukça fazla.
Bu eleştirilerde belli bir haklılık payı olsa bile CHP’nin, bütün dikkat ve enerjisiyle iktidar partilerinin, Millet İttifakı’na yönelik hesap ve operasyonlarını boşa çıkaracak bir diplomai geliştirmeye çalıştığı çok açık. Bu çabanın kapsamında yalnızca İyi Parti, HDP ve Saadet Partisi değil, henüz resmen ittifaka dahil olmasalar bile, Gelecek ve DEVA partilerinin de bulunduğu görülüyor.
İyi Parti’yi Cumhur İttifakı’na çekme hayali
Son dönemin büyüyen yegâne partisi olan İyi Parti’nin durumu ise daha değişik. Kürt sorununa ve HDP’ye bakışı nedeniyle, Ak parti ve MHP gözünde, Millet İttifakı’nın zayıf halkalarından biri. Bunun için koparma hesabı yapıyorlar. Bu partiye yönelik siyasal taciz ölçüsündeki ilgilerinin ardında bu var. Örneğin, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin ‘Bayram değil seyran değil, eniştem beni niye öptü’ misali, Meral Akşener’e yaptığı “Artık yuvaya dön” çağrısı bunun işaretiydi. En az onun kadar ilgi çekici olan bir başkası ise, partinin 3. Kuruluş yıldönümü dolayısıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “yerlilik ve millilik” iltifatıyla, İyi Parti’yi yere göğe koyamadığı kutlama mesajı göndermesiydi. Bu “davet” ve samimiyeti şüpheli methiyelerle, İyi Parti’nin yükselişini engellemenin ve seküler kent milliyetçiliğinin adresi olarak, merkeze oturmasına fırsat vermemenin amaçlandığı belli oluyor.
Ayrıca, partideki ortodoks milliyetçilere destek anlamı taşıdığı, bölünme hesabının da yapıldığı görülüyor. Milletvekili Ümit Özdağ’ın İstanbul İl Başkanı’nı Fetöcü olmakla suçlaması ve buna iktidar medyasının destek vermesi, haliyle bunun işareti olarak okundu. Milliyetçilerin yerinin Cumhur İttifakı olduğu bir de bu bağlamda vurgulanıyor. Fakat, Meral Akşener ve parti örgütlerinin sergiledikleri kararlılık nedeniyle bu girişimlerin sonuçsuz kalacağı kanaati hayli yaygın. Akşener’in ittifak içinde kalmaya, Türk tipi başkanlık rejimine son verip, güçlendirilmiş parlamenter rejimi yeniden tesis etmeye kararlı olduklarını sık sık vurgulaması bunun işareti olarak değerlendiriliyor. Bugünkü veriler ışığında, Cumhur İttifakı’nın bu partiyi muhalefetten koparması pek mümkün görünmüyor.
Ak Parti’den kopanları görünmez kılmak
Gelecek ve Deva henüz güçlü bir varlık gösteremediler. Bunda pandeminin de rolü var. Ama olumsuzluklar bunlardan ibaret değil. Ak Parti ve yönetimindeki belediyeler, bu iki partinin seçmenlerle buluşmalarını önlemek için her türlü mekanizmayı devreye sokmuş durumdalar. Kongre sürecinde bulunan bu iki partinin tanıtım afişlerinin kentlerde sergilenmesi engelleniyor. Hükümet medyası zaten onlara kapalı. Ak Parti’nin bu partilere dönük “davaya ihanet” suçlamaları için her kürsüyü kullanması da işin diğer boyutu.
Bu partilerin de içinde bulunduğu liberal, sağ bir ittifak oluşması fikri bir fantezi olmakla beraber, ileride Millet İttifakı’na dahil olma ve cumhurbaşkanı adayı belirleme süreçlerinde kimi sorunlara yol açması ihtimal dışı değil. Davutoğlu ve Babacan’ın Ak Parti iktidarlarında aldıkları görev ve sorumlulukları nedeniyle, CHP’nin katı laik ve ulusalcı kesimlerinde görülen sert ve mesafeli duruşun henüz tamamen ortadan kalktığı söylenemez.
HDP üzerine bitmez tükenmez hesaplar!
İktidarın operasyonlarından nefes alamayan HDP’ye gelince, Türkiye politikası bakımından da, muhalefetin iddiası ve geleceği yönünden de büyük önem taşıyor. Kararlı seçmen tabanıyla siyasette neler yapabileceği son yerel seçimlerde görüldü. Şartlar değişmezse, iktidarı değiştirmenin ve alternatif oluşturmanın anahtarı onun elinde. İktidarının baskısı, tutuklamaları, sınır tanımayan yargı ihlalleri ve aleyhte propagandası bu durumu değiştirme amacını taşıyor. Siyasi Partiler ve Seçim yasalarında değişiklik yapılması halinde ise farklı bir durumun oluşacağı tahmin ediliyor.
Ak Parti epey zamandır HDP’yi yok sayıyor ve yerel yönetimlerini çalışmaz hale getirmeye çalışıyordu. Belediye başkanlarını hukuk dışı yollardan görevden alma ve kayyım atamaları sıradanlaşmıştı. 6-8 Ekim 2014 Kobane olayları dosyasının yıllar sonra devreye sokulup çok sayıda tutuklama yapılması ise, iktidarın bu partiye yönelik yeni yaklaşımını gösteriyor. Partinin 11 milletvekilinin fezlekesi TBMM başkanlığında. 6-8 Ekim olaylarıyla ilgili olarak 7 milletvekilinin fezlekesi ise savcılıkta hazırlanıyor. Bu gelişmelere ve iktidar medyasından yükselen çağrılara bakınca, yasal güçlüklerine rağmen, HDP’yi “terör eylemlerinin odağı” olma iddiasıyla kapatma seçeneğini, uygun zamanda devreye sokabilmek için yedekte tutma kararı verildiği anlaşılıyor.
HDP’nin Millet İttifakı’yla ilişkileri ve seçimdeki konumu üzerine bir hayli spekülasyon gündemde. Bunlardan biri, halen tutuklu olan eski parti sözcüsü ve Kars Belediye Başkanı Ayhan Bilgen ve eski milletvekili Altan Tan gibi muhafazakar isimlerin, iktidardan icazetle Kürt Sorunu odaklı alternatif bir parti kuracakları iddiasıdır. Eleştirileri iyi bilinen ve bazıları partisince paylaşılan, ancak kamuoyuna yansıtılması uygun görülmeyen Ayhan Bilgen’in, böyle bir projede yer alabileceğine fazla ihtimal verilmiyor. Ayrıca, muhalefetin dışına düşen bu tür bir partinin, alternatif olması ve Kürt seçmenden destek görmesi çok gerçekçi bulunmuyor.
Hatırlarsınız, 23 Haziran 2019 yerel seçimlerinin hemen öncesinde Abdullah Öcalan’dan mektup getirilerek ve kardeşi Osman Öcalan’ın TRT televizyonuna çıkarılarak, HDP seçmeninin iktidar lehine iktidara yönlendirme çabası başarısız olmuştu. Bunun bir kez daha tekrar edilebileceği şeklindeki varsayımlar, ikinci senaryoyu oluşturuyor. Tabii bazı farklar da hesaba katılıyor. HDP’nin çok sayıda milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılıp tutuklandığı, merkezinin neredeyse çökecek kadar zayıf hale geldiği, örgütlerinin operasyonlar nedeniyle takatsiz kalacağı bir eşikte, partinin tavsiye ve güçlü yönlendirmesinden mahrum seçmen kitlesine, Öcalan’dan getirilecek “Muhalefet ile iktidar arasında tercihte bulunmayın, tarafsız davranın” şeklinde bir çağrının bu kez daha etkili olabileceği varsayımı üzerinde duruluyor. Partide, denenmiş ve tersi sonuç vermiş bu siyasal taktiğin, ikinci defa denenmesine, denense bile etkili olacağına ihtimal verilmiyor. Hele, partinin politik yaklaşımları arasında bulunan, toplumsal dinamiklerin ortak hareketine dayalı ve demokrasi eksenli dönüşümü öngören “Üçüncü yol” anlayışının iktidardan yana yorumlanmasının doğru olmadığı ve Kürt seçmenin buna prim vermeyeceği ifade ediliyor.
Sonuç olarak, zaman hızla seçime doğru aktıkça, Ak Parti ve ortağı MHP’nin kaybetme telaşı artıyor. Muhaliflere yönelik hesap ve operasyonları her gün daha fazla açığa çıkıyor. Muhalefetin bir yandan bunları bertaraf ederken, öbür yandan iktidar alternatifi olabileceğine dair düşünce ve projelerini ortaya koymaları, etkin ve birleşik mücadelelerini sergilemeleri ise toplumun acil beklentisi.