Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Karadeniz’deki doğalgaz müjdesinin üzerinden çok geçmeden, Karadeniz’in en güzel illerinden Giresun’da korkunç bir sel felaketi yaşandı.
İlçeler ve köyler balçıktan görünmez oldu. Çok sayıda can kaybının yanı sıra, sele kapılan yurttaşlardan halen bulunamayanlar var.
Tarım Bakanının, “Binlerce dere var, hepsine yönelik tedbir almak mümkün değil” mealindeki sözlerle durumu izah etmeye çalışması, olan bitenin üzerine tüy dikti. Her sağanak ve sel sonrası yaşananları kaçınılmaz kader gibi ele alması, haklı olarak tepkiyle karşılandı.
Felakette üç sebep öne çıkıyor. İlki, dere ve akarsu yataklarında ve taşkın alanlarında köy ve kent yapılaşması. İkincisi, AK Parti döneminde bir furyaya dönmüş olan ve neredeyse bir parmak suyun aktığı yere bile yapılan hidro elektrik santralleriyle (HES) bölge ekolojisinin bozulması ve doğal yatakların değiştirilmesi. Üçüncüsü ise, son 20-30 yıldır bütün dünyayı artan bir hızla etkileyen iklim değişikliğine ve iklim krizine Türkiye’nin ve Karadeniz bölgesinin hazırlıksız oluşu.
Mevcut yapılaşma ölüme davetiye çıkarıyor
Karadeniz bölgesinin yapısı itibariyle yapılaşma ve tarım için yeterli ve uygun toprağa sahip olmadığını biliyoruz. Buna rağmen bölgede yaşayanlar, geride kalan yıllarda köy ve kasabaları için dağlar arasından akıp denize ulaşan akarsu ve derelerin bulunduğu vadileri seçmişler.
Uygun arazi yokluğu ve hızla artan nüfus, bu köy ve ilçelerde dere yatağı ve taşkın alanlarında keyfi ve usulsüz bir yapı stokunun oluşmasına yol açmış. Bunlar yalnız yurttaşlara ait değil. Aynı alanlarda inşa edilmiş kamu binaları, yollar, köprüler ve teknik bakımdan yetersiz menfezler de söz konusu. Bu yüzden, sağanak ve sellerde yolunu bulamayan su, her zaman büyük yıkıma yol açıyor ve can kayıpları oluyor.
Daha önceleri benzeri felaketler yaşanmış olmasına karşın, merkezi idare ve yerel yönetimler ders çıkarmayıp, doğal yapıyı dikkate almayan yapılaşma pratiğini devam ettirdiler. Yağmur, sel, toprak kayması, kaya yuvarlanması ve çökme gibi yaşamsal riskler umursanmadı.
Her felaket sonrası verilen sözler ertesi gün unutuldu. Halk, elleri yüreklerinde bir sonraki sağanak ve seli beklemeye başladı. İhmal, sorumsuzluk, kuralsızlığa göz yumma, plansızlık, kamu kaynaklarının çarçur edilmesi işi bu noktaya getirdi. Özetle son facia da göz göre göre geldi.
HES’ler sorunları daha da büyüttü
Türkiye geleneksel enerji kaynakları bakımından yoksul bir ülke. Milli gelirin önemli bir bölümü enerji ithalatına gidiyor. AK Parti iktidarı özellikle Karadeniz bölgesinde HES kurmayı kısmi bir çözüm olarak görüyor.
Bu nedenle de, neredeyse bir parmak su bulunan her vadiye HES kurulması için ruhsat dağıtıyor. Bu şirketler eliyle bölgenin ekolojisi tarumar edildiği gibi, söz konusu derelerin milyonlarca yılda oluşmuş yatakları da değiştiriliyor.
Bölgenin fauna ve florası değişiyor. Bu adımlar bölge halkının rızası üzerinden atılmıyor, onlara rağmen yapılıyor.
Dünya alarm veriyor: İklim krizi
İklim değişikliği artık iklim krizi boyutuna sıçradı ve bütün dünyayla birlikte bizim de gelip kapımıza dayandı.
Önceleri anlamlandırmakta zorlandığımız, olmadık zamanlarda patlayan fırtınaların, okyanuslara özgü korkutucu hortumların denizlerimizde görülmesinin, yazın ortasında tenis topu büyüklüğünde yağan dolu kâbuslarının, koca bir mevsimde hatta bir yılda yağması umulan yağmurların birkaç saat içinde kentlerin tepesine boşalıvermesinin sebebinin iklim krizi olduğunu, şimdilerde yaşayarak fark ediyor ve anlıyoruz.
Yeni iklim normallerimiz artık bunlar. Mevsimsel bütünlük ve geçiş mevsimleri neredeyse ortadan kalktı. Denizlerin ısısı yükseldi. Karadeniz de bunu bütün boyutlarıyla ve en şiddetli şekilde yaşayan bölgelerimizden biri oldu.
Kent ve köylerimiz, iktidar ve yerel yönetimlerimiz bu yeni gerçekliğe hazır değil. İnşaatların nitelikleri, alt yapıları, meydanlar, sokaklar, kanalizasyon sistemleri, dere ve akarsu havzaları bu gelişmeye göre tanzim edilmiş değil. Ayrıca, halk bu değişikliğe fikren hiç hazır değil.
Sanayileşmenin başlangıcından itibaren enerji olarak kömür, petrol, doğalgaz fosil yakıtlar ve nükleer kullanılıyor. Sanayileşme, ekonomi ve bağımlı olduğumuz teknoloji esas olarak onların üzerine inşa edildi.
Bu enerji kaynaklarıyla, dünyanın çoğu ülkesi belli bir gelişmişlik ve refah düzeyini yakaladı, ama ortaya çıkan olağanüstü çevresel kirlenme ve küresel ısınma, insanlığın, canlı yaşamının ve kürenin geleceğini tehdit etmeye başladı. Bugün iklim krizi dediğimiz küresel sorunun ardında kömür, petrol ve doğalgaz gibi fosil yakıtlar ve nükleer enerji yatıyor.
Karadeniz için çözüm yeni yerleşimler
Tekrar Giresun’a ve Karadeniz’de yaşanan sel felaketlerine dönecek olursak, bölge halkının bu çaptaki bir sorunun üstesinden kendi imkânlarıyla gelmesi mümkün değil. Ayrıca vadilerdeki o yerleşmelerin bu nüfusu ve çarpık yapılaşma yoğunluğunu kaldırması da artık imkânsız.
Gelecek yılların daha şiddetli doğa olaylarını davet edeceğini dikkate alırsak, bu köy ve ilçelerde yapılacak kısmi düzeltmelerle risklerin bertaraf edilmesi oldukça zor. Palyatif tedbirler pek çözüm olmayacak. Bu bakımdan, Karadeniz bölgesindeki böylesi yerleşmelere çözüm bulmak için, merkezi iktidar ve yerel yönetimler bütün imkânları seferber etmelidir.
Gerekli dersleri çıkarıldığı, iklim değişikliğini gözeten, yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı bir yaşam örgüsü üzerinden yeni yerleşim alanlarının kısa zamanda planlanması ve gerçekleştirilmesi önerisi üzerinde düşünülmelidir. Aksi durum bölge halkının kendi kaderine terk edilmesi anlamına gelir.
İklim krizi şaka değil
İklim krizi bütün belirtileriyle oldukça hızlı ilerliyor. Buna karşılık, devletler iklim değişikliğinin sebeplerini azaltarak ortadan kaldırma konusunda gerekli hız ve kararlılığı göstermiyorlar. Dünya ekonomik sistemlerine hâkim olan kapitalizmin tüketim ve kâr ideolojisi ve hırsı acil tedbirlerin alınmasına engel oluyor.
Örneğin, Birleşmiş Milletler’in İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi kapsamında 2015’te Paris’te yapılan anlaşmaya imza atan ABD, 2017’de çeşitli bahanelerle, olağanüstü bir ulusal bencillik sergileyerek imzasını geri çekti. Anlaşmanın amacı dünyanın ısınma derecesini belli bir ölçünün altında tutarak, riskli bir noktaya gelmesini önlemekti. Amaç, karbon yakıtların kullanımından zaman içinde uzaklaşmak, sera gazı salınımını azaltmak, ekonomik gelişmeyi yenilenebilir enerji kaynaklarına dayandırmaktı.
Bazı bilim insanları bunun için bile zamanın geçmiş olduğunu, tehlikeli bölgeye girildiğini ileri sürüyorlar. Her halükârda fosil yakıt ve nükleer enerji kullanımına son verilmesi için bütün dünya devletlerinin planlı ve kararlı olmaları, rüzgâr, güneş, dalga, vb. yenilenebilir enerji kaynaklarını devreye sokmaları yegâne çıkış yolu olarak görülüyor.
Dünyanın geleceği yenilenebilir enerjiye bağlı
Karadeniz’de bulunan doğalgazın müjdesi ile iklim değişikliğinin Giresun’da yarattığı felaketin aynı zamana denk düşmesi tarihin acımasız ve tuhaf bir cilvesi mi, bilemiyorum. Ama uygarlığın 19. ve 20. yüzyıllardaki yükselişinin ardında olan fosil yakıtlara ve nükleer enerjiye dayalı gelişmenin artık sonlanması gerekiyor.
Vakit varken, dünyayı tüketen bu geleneksel kaynaklardan kendini kurtaracak yenilenebilir enerji kaynaklarına hızla yönelmeliyiz. Türkiye’nin coğrafyası bunun için son derece elverişli. Bu noktada tedrici adımlar yerine cesaretli değişimlerin tercih edilmesi, iklim krizinin tahribatının sınırlanması, hızının önüne geçilmesi gerekiyor.