UNHCR’nin 2019 Küresel Eğilimler Raporu, 79 milyon 500 bin insanın zorla yerinden edilmiş olduğunu ortaya koyuyor. Bu tarihin en yüksek rakamı. Bu rakamın 45 milyon 700 binini kendi ülkeleri içinde yer değiştirmek zorunda kalan insanlar oluşturuyor. 29 milyon 600 bini mülteci statüsünü almış, görece şanslı olanları içeriyor. Çünkü 4 milyon 200 bin insanın sığınma talebine henüz cevap bile verilmemiş. Bu çarpık düzende mülteci statüsünü alabilmek bile bir şans artık!
1990’lı yıllarda her yıl ortalama 1,5 milyon mülteci evlerine geri dönebiliyorken, son 10 yılda bu sayı yaklaşık 385 bine düşmüş. Yani geçiciliği temsil eden mültecilik durumu kalıcı bir statüye dönüşmüş. Ne eve geri dönebilen ne de yeni bir gelecek hayali kurabilen mültecilerin yarısı da çocuk.
“Kimse Terk Etmez Yurdunu / Yurdu Bir Köpekbalığının Ağzı Olmadıkça…”
Keşiflerin başladığı 15. yüzyıldan bu yana, sömürgeci faaliyetlerle dünyanın zenginliğine cebren ve hileyle el koyan Avrupa ülkeleri günümüzde de sömürülerine farklı biçimlerde devam ediyor.
Katliamlar, insan ticareti, asimilasyon, vahşet ve tecavüzlerle dolu olan sömürgecilik tarihi, uygulandığı topraklarda yaşamı sönümlendiren ve arkada göç etmekten başka şansı kalmayan insanlar bırakıyor.
Somalili şair Warsan Shire, bu durumu ve göçmenlerin çaresizliğini;
“Kimse terk etmez yurdunu / yurdu bir köpekbalığının ağzı olmadıkça…
…kimse çocuğunu bir kayığa bindirmez / su karadan daha güvenli olmadıkça…”
dizeleriyle anlatıyor. Ancak çorak topraklar, güvensiz bir ortam, tahrip edilmiş şehirler ve sefaletin kol gezdiği bölgelerden bir şekilde kaçmak zorunda kalan bu insanlara yeni bir yaşam alanı açmakta tüm dünya gönülsüz.
Halbuki sorumlusu olmadıkları bir suçun bedelini ödeyen insanlar onlar ama sığındıkları ülkelerde hor görülen, hakları yenilen, onurları zedelenen,mülteci kamplarında yaşama mahkûm edilen yine onlar.
“Çözüme adanmış bir gayrete ihtiyacımız var”
BM Genel Sekreteri göç sorunu için “Çözüme adanmış bir gayrete ihtiyacımız var” diyor ama kimse duymuyor. Dünya suskun! Sorunun kaynağı olanlar sorumluluk almak istemiyor. Hiçbir uluslararası organizasyon da sorunun kaynağına işaret etmiyor, adres göstermiyor.
Dünyadaki en büyük mülteci akınını Suriyeliler oluşturuyor ama kimse ne Esed’i ne Rusya’yı ne ABD’yi işaret ediyor. Yerinden edilen en fazla insan Filistinli ama kimse ne İsrail’i ne ABD’yi suçluyor. Ya da göç etmek zorunda kalan Afrikalılar için hiç kimse Avrupa ülkelerinden bahis açmıyor. Venezuela, Kongo, Yemen, Eritre, Arakan, Uygur bölgesinde yaşananların sorumluları için hiçbir yaptırım öngörülmüyor.
Ortada sorun var, sorumlu yok; suç var, suçlu yok! Ama birilerinin refahı, zenginliği uğruna yerinden yurdundan edilmiş insanlar, kadınlar, çocuklar var. Bu koca dünyada kendilerine yer bulamayan “vatansız insanlar” diye bir büyük kategori var.
Ülkelerinde yaşama şansı kalmayan ama gidecek bir yeri de olmayan mülteciler, Bauman’ın “atık insan” tanımının tecessüs etmiş hali olarak ortada duruyor. Bu insanların onlarca yıldır büyüyerek biriktirdiği öfkeleri var.
Buna karşın göç sorununa hiçbir olumlu katkı sunmayan, hiçbir çözüm üretmeyen söylemler, istatistikler ve timsah göz yaşları döken iki yüzlü insanlar var. Halbuki sömürü düzeninin ürettiği bu karanlık tablo, bir gün bumerang gibi dönüp hepimizi vuracak.
18 bin 292 mülteci çocuk Avrupa’da kayıp
Geçen hafta konuya ilişkin basına yansıyan iki haber vardı: Biri; Avrupa’ya göç etmiş sığınmacı çocukların 18 bin 292’sinin kaybolduğuyla ilgili. Maalesef hiçbir uluslararası sözleşmenin gücü bu çocukları korumaya yetmiyor. Vasisiz ve sahipsiz bu çocukların karanlık güçlerin sermayesi olmasından endişe ediliyor. Endişe var ama eylem yok! Konunun peşine düşen de yok!
Giergio Meloni İtalya’nın Afrika’da yaptığı katliamları unuttu mu?
Diğer haber ise “İtalya’nın Kardeşleri” Partisi Genel Başkanı Giergio Meloni’nin 2018’de yaptığı konuşma. Konuşmanın neden şimdi gündeme geldiği bir başka bahis olmakla birlikte içeriği dikkate değer. Meloni, Fransa’nın Afrika’yı hala sömürmekte olduğu, bu yüzden göç eden insanların akın akın Avrupa’ya geldiğini söyleyerek Macron’a ayar vermeye çalışıyor. Meloni bu çıkışıyla aslında tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleşen sömürüyü ifşa ediyor.
Afrika’yı sömürme rekabetinde geride kalan İtalya, Fransa’ya duyduğu husumeti her fırsatta dile getiriyor. İtalya Başbakan yardımcısı Di Maio, daha önce Fransa’yı Afrika’nın zenginliklerini çalmakla ve ülkeyi tahrip etmekle suçlamış; Fransa’nın dünyanın altıncı büyük ekonomisine sahip olmasını Afrika’yı sömürmesine bağlamıştı. Bu ifadeler aynı zamanda açlık sınırında yaşayan Afrikalıların aslında nasıl bir sömürüye kurban gittiklerini de gözler önüne seriyor. Buradan Avrupa’ya göç eden insanların ilk durağı İtalya. İtalya da zenginliğinde pay sahibi olmadığı bu ülkelerin insanlarının yükünü çekmek istemiyor.
İşte Meloni’ye hakkı söyleten; hak, hukuk, adalet, insan hakları gibi erdemler değil tarihi bir husumetin hakikat kisvesi altında ortaya dökülmesidir. Yoksa bir siyasetçi olarak Meloni, daha dün kendi ülkesinin Afrika’yı sömürmek üzere gerçekleştirdiği katliamları unutmuş olamaz değil mi?
Merak ediyorum; eğer İtalya Libya’da, Habeşistan’da kurduğu sömürü düzenini devam ettirebilseydi Meloni, Macron’a bu kadar sert yüklenir miydi?
Ya da Macron’un Afrika ülkelerinde gerçekleştirdiği sömürü politikalarının halkı göçe zorlayan trajedisinin, İtalya’ya getirdiği göçmen maliyeti olmasaydı yine Afrika’yı dert eder miydi?
Yine de İtalya’da kaybolduğu belirtilen 5 bin 775 sığınmacı çocuk olmasaydı belki Meloni’nin Afrikalı çocukları kendi çıkarına sermaye edinen Fransa’ya olan eleştirisini haklı bulabilirdik.
Partisinin ırkçı yaklaşımlarını ülkenin göçmen ve Müslüman nüfus aleyhine politikalara dönüşmesi için mücadele eden bir partinin genel başkanı olmasaydı belki Meloni’nin Afrikalıların zorunlu göçüne üzüntüsünü samimi bulabilirdik.
Fransa’yla tarihi ve siyasi hesaplaşma Afrika ve Afrikalılar üzerinden yapılmasa, insani ve vicdani bir düzlemden çok, çıkarlar üzerine kurulu olmasaydı belki sözlerinin erdemine ve hakikatine daha fazla inanabilirdik.
Meloni’nin dediği gibi “çözüm, sadece Afrika’nın Avrupalılardan kurtulması değil tüm dünyanın sömürgeci güçlerden ve sömürü düzenlerinden kurtulmasıdır. Ve aslında çözüm; başkalarının yüreklerine sığınmak zorunda kalmayan insanların yaşayacağı bir dünyayı inşa etmektir.
*Naime Özeren şiirinden