Ziyadesiyle tartışılmış bir soru. Hatta abartılmış bir konu. Bir tarafta geri kalmışlığın sebebini dinin içinde arayan yaklaşımlar var: “İslam yüzünden Müslümanlar geri kaldı” yahut “din terakkiye mani oldu” gibi tezler belki iki yüzyıldır ortalıkta dolaşıyor. Dini suçlayanların karşısında ise genelde dini tenzih eden yakasımlar var. Onlar da Müslümanların gerikalmışlığının dinden değil “yeterince dindar olmamaktan” kaynaklandığını savunuyorlar ve Müslümanların “gerileme”sine sebep olarak hakiki bir İslamdan uzaklaşmayı gösteriyorlar. Bunların ortak noktası Müslümanların algılanan gerikalmışlığının dinle bir ilgisinin olduğu varsayımı. Peki bu ne kadar doğru?
Bu konudaki en sofistike çalışmaların başında değerli akademisyen ve dostum Ahmet Kuru’nun Islam, Authoritarianism and Underdevelopment (2019) kitabı geliyor. Kuru Müslümanların gerilemesini ulemanın özerkliğini kaybederek devletin güdümüne girmesine bağlıyor. Her iki kampın kimi klişelerini devredisi bırakan taze ve nüanslı bir yaklaşım sunuyor. Müslümanların geri kalmışlığını Müslüman ulemanın fikri bağımsızlığını yitirip, dini ve entelektüel düşüncenin bir nevi “tutulma”sı ile açıklamış oluyor. Ancak beni mazur görürse ben biraz farklı düşünüyorum. En azından tarih açısından uzmanı olmasam da bu konudaki genel kanaatimi burada paylaşmak istiyorum.
Bu konuda başta tarif ettiğim her iki yaklaşımın da yanlış olduğunu düşünüyorum. Bana göre Müslümanların geri kalmışlığının dinle ilgisi yok. Aynı şekilde Müslümanların daha önceki ileri gitmişliklerinin de dinle ilgisi yoktu. Yani ne geri kalmışlığın ne de ileri gitmişliğin dinle ilgisi var. Bu açıdan ulemanın durumu da çok önemli olmayabilir. Peki, ne ile ilgisi vardı diye soracaksınız. “Disiplin” ile ilgisi vardı. Organize olabilme ile. Bunu yapabilenler başarılı oldu. İslamın teolojik parlaklığı yahut tevhid fikri etrafında birleştiriciliği organizasyonel bir disipline dönüşebildiği için Müslümanlar dünyevi olarak başarılı oldular. Dini olarak çok daha rafine zamanlar görmelerine rağmen siyasi olarak bu verimliliği gösteremediklerinde ise dünyevi olarak başarılı olmadılar.
Burada, şüphesiz, tarihi ve coğrafi bağlamları unutmadan disiplini bir gerek şart olarak teşhis ediyoruz. Disiplin tek başına her zaman başarı getirmeyebilir. Yani daha geniş bağlamdaki başka koşullar izin vermezse disiplin tek başına yeterli olmaz. Ama dünyevi başarı için disiplin gerekliydi. Bunun da dinden çok siyasetle ilgisi var. İslamiyet erken döneminde hak din olduğu için değil, çöldeki bedevi insanlardan muazzam bir mü’min ordusu üretebildiği için başarılı ve hakim oldu. Müslümanların hakimiyetinin İslamiyetin doğruluğundan veya yanlışlığından ziyade Müslüman siyasi potansiyelinin disiplin üretebilmesiyle ilgisi vardı.
Aynı şekilde Batılıların başarı veya başarısızlıklarının da Hıristiyanlıkla bir ilgisi yok. Bu dinlerin önemsiz olduğu anlamına gelmiyor ama dünyevi başarı (ilerleme, gerileme) gibi konularda belirleyici olmadığı anlamına geliyor. Yoksa din kimliklerin, kültürlerin, hakikat algılarının şekillenmesinde çok önemli bir rol oynuyor. Ama asıl mesele modern zamanlarda reason d’etat denilen devlet aklının ama öncesinde hükümdarların siyasi ferasetlerinin oynadığı rol idi. Siyasi bir suçu veya kazanımı bugün din veya bilim gibi faktörlere baglama eğilimimizi modern kimlikçiliğin bir yanetkisi olarak da düşünebiliriz.
Biz bugünden bakarak hem dini hem de bilimi fazlasıyla önemsiyoruz ve ilerleme veya gerilemenin onlar ile ilgili olduğunu varsayıyoruz. Bu liberal ve belki kitabî görüşün aslında çok da doğru olmadığını demokrasi ve ilerleme arasında uzunca süre varolduğu varsayılan güçlü bağın bugün kopmuş olmasından da anlayabiliriz. Din de bilim de siyasetin çobanlığında varsa tesirlerini gösterebiliyor. Ama patron her zaman siyaset.
Ayrıca rehavet her zaman tembellikten gelmez. Bazan ihtiyaç duymadığınız için tembel olma hakkınızı (farkında olmadan) kullanırsınız. Bugün ortalama Amerikalının coğrafya bilgisinin başka ülkelerdeki ortalama insana göre “geri” olmasında olduğu gibi. Bu ilerleme-gerileme hikayelerinde unutulan bir diğer husus da koşan herkes bir süre sonra yorulur, yorulup duranlar enerjilerini toplayıp geri koşarlar. Her koşu bu açıdan bir diğerinin mukayese edilecek rakibi değildir, onlar birbirinin aynı zamanda devamıdır.
Müslümanların neden geri kaldığı sorusunun soruyu İslam üzerinden sormasındaki Oryantalist çerçevenin karşısına İslamı tenzihe çalışan savunmacı tezlerin çıkarılması dinin dışında ve üstünde cereyan eden bir itiş-kakışın (kar veya zarar) faturasının din veya bilim gibi memur kurumlara kesilmesine neden oluyor. Bu yanlış adreslerin, yani dinin (veya bilimin) ilerleme-gerileme konusunda çoktan mehdi veya deccal olarak görülmekten çıkmış olmaları gerekirdi. Ama hala çıkmamışlar. Bunun da sebebi “Batı’dan çıkılmamış olması.” Bakma özgürlüğündeki bu eksiklik garip şekilde aynı zamanda Batı’yı da anlayamamak demek.