Ana SayfaGÜNÜN YAZILARINagelsmann’ın dansı devam ediyor mu?

Nagelsmann’ın dansı devam ediyor mu?

İsviçre maçı birçok yönüyle, Kroos katkılı oyunun test maçı oldu; çok da başarılı bir test olduğu söylenemez. Bunun nedeni, bütün Alman oyuncularda görülen yüksek derecedeki oynama ihtiyacıydı. Herkes bir an önce final vuruş öncesinin aktörü olmaya heves edince, neredeyse bütün roller ve görevler birbirine karıştı.

Man City, sadece dünyanın en iyi hücum eden takımı değil, aynı zamanda, dünyanın en iyi savunma yapan takımıdır. Dahası Man City, savunmayı kendi yarı alanının savunması olarak algılamıyor, Onlar için savunma, merkez olarak topun kaybedildiği ya da kaptırıldığı alan olarak görülüyor. Bu yaklaşım ve algı Guardiola oyunlarının, oyun pratiği bakımından, defans başarısının hücumdan daha baskın olarak ortaya çıkan en başat özelliğidir.

Savunmayı topun bulunduğu alana odakladığınız zaman, topun kaydebilmesi ya da kaptırılmasıyla oluşan yeni durum, aslında hücum girişiminde bir kesintiye işaret etmiyor; tam tersine, çoklu pres ile alanı daraltan takım, savunmayı hücumun içine sindirerek hücum dengesini  kesintisiz hale getiriyor.

Daha önceki yazılarımızda, Man City oyun pratiğini analiz ederken öne çıkardığımız, başka bir deyişle okuyucu için daha görünür kılmaya çalıştığımız olgu, bu oyunun rakipte diyalektik bir yanılsamaya yol açtığının altını kalın kalın, kırmızı çizgilerle çizmiştik. Çünkü savunma ve hücumun tek pozisyon içinde, neredeyse kusursuzca uygulanıyor olması rakibin, kendini kesintisiz ve sonsuz bir baskı altında hissetmesine yol açıyor. Rakip açısından görülen ve algılanan manzara, sanki Man City hiç savunma yapmıyor, sürekli artan bir baskıyla dalga dalga gelen, bitimsiz bir sıkıştırma ve dövme duygusu yaratıyor.

Çoklu, döngülü pas örüntülerine koşut geliştirilen ve aynı zaman dilimine sığdırılan çoklu, döngüllü pres örüntüleri, oyunda sadece Man City’nın kesin egemenliğini ifade etmiyor, buna paralel olarak da rakip hangi ünlü ve çok yetenekli oyunculardan oluşursa oluşsun bir çırpıda onu da niteliksizleştiriyor.

Nagelsmann da tıpkı Guardiola gibi, oyunun dengesini, oluşan pozisyonların savunma ve hücum  dinamiklerinin dengesi olarak görüyor ve prensip olarak yine Guardiola gibi, pozisyon oluşturucu aktörleri, önceden belirleyerek, pozisyon için sayısal çoğalmayı, dengenin bir tür garantisi olarak belirliyor. Nitekin Toni Kroos’a bu turnuvada biçtiği rol ve yerine getirmekle görevlendirdiği eylemler dizi merkezi önem taşıyor.

Rakip savunmasının yerleştiği bütün an ve pozisyonlarda topun dolanıp geldi yer Kroos’un ayakları oluyor. Nagelsmann, oyunu her yeniden kurup başlatmak istediğinde topun yerleşeceği alana karar verme yetisini Kroos’a teslim etmiş. Aslında top Kroos’un çok uzağındayken bile, Kroos el ve kol hareketleriyle, topun ve pozisyonun akışına müdahale edip, olması gereken şeyi oldurmaya çalışıyor.

Nagelsmann’ın Üç buçukçu defansif kurgusunun buçuğu Kroos’u işaret ediyor; cünkü Kroos hem oyun kurucu hem, geçiş levhası hem de pres jokeri  rollerini kusursuzca oynuyor. Ayak içleri çok temiz, pürüzsüz ve kararlı; Pres altındaki oyuncuyu bir radar gibi görebiliyor, pas ve iade paslarla, bulmacanın esas özü için gereken derin ve yarıcı pasları iki kanada da ansızın atabiliyor.

Nagelsmann savunma direnç ve hattını nerdeyse orta sahanın ortasına taşıdığı için, Kroos 15 metre karelik alanda kendi cumhuriyeti sınırlarını ilan ederek, bütün çeperlerinde bayrak sallayabiliyor..Kroos’a biçilen bu rolün ilham kaynağı olacağından hiç şüphem yok; ve Belki de futbol oyun evriminin nereye doğru akacağına dair de ciddi ipuçları barındırıyor. Oyuncuların üst düzey atletik özellikleri geliştikçe, Messi’ ye özgü top sürüş teknikleri gelecek vaat etmiyor, etse bile, çok sınırlı sayıdaki yetenek havuzu, dünya futbolu için genel geçer bir kural özelliğini taşımıyor. Eğer futbol oyunun evrimi, oyun içi imkanlar dahilinde gelişecek ise bunun adresi, Kroos’un yaygınlaştırılabilir nitelikleridir.

İsviçre maçı birçok yönüyle, Kroos katkılı oyunun test maçı oldu; çok da başarılı bir test olduğu söylenemez. Bunun nedeni, bütün Alman oyuncularda görülen yüksek derecedeki oynama ihtiyacıydı. Herkes bir an önce final vuruş öncesinin aktörü olmaya heves edince, neredeyse bütün roller ve görevler birbirine karıştı.

Top daha Kroos’un ayağından çıkmadan, Kai Havertz kendini en sağa atıyor, onun boşalttığı alana İlkay deplase oluyor ve hem Musiala hem de Wirtz geriye gelerek topu ayağına istiyordu. Bu dörtlünün pozisyonlar için öngürlen rolleri, erken bir anafora takılır gibi, oyun ve pozisyonların dengesini hızla bozuyordu.

Bu maçta Kroos’un pas isabet oranı sırf bu nedenle bir hayli düştü. Ve yine aynı nedenlere bağlı olarak, İsviçre defansı, Almanların ikramıyla çok daha fazla kalabalık olma şansını elde etti. Bunun kötü meyvesi ise, sonuçlandırılmayan her atağın kontra atak olarak, İsveç hücumlarını Alman kalesine taşıması oldu. Doğrusu, İsviçre de yüksek direnç göstererek, hemen her topu kaleye kadar, kaptırmadan taşımayı bildiler.

 Futbol maçında eşitlik ve adalet sadece oyun kurallarında mevcuttur, oyunda değil. İki rakibin karşılıklı olarak birbirine karşı direnç göstermesi bir bakıma izleyenler açısından heyecan verici olabilir. Bu oyunun doğası budur;

Nagelsmann skor eşitliği için oyunu 70. Dakikadan sonra değiştirdi. Oyuna uzunları aldı ve skor eşitliğini sağladı. Bu opörtinizmin, skor için yapılması anlaşılabilir ama  iyi ve güzel oyun açısından benim gibilerinin kalbini de kırabilir.

- Advertisment -