Ana SayfaGÜNÜN YAZILARI“Nehirden denize”: Gazze işgalinde sloganların savaşı ya da savaşın sloganları

“Nehirden denize”: Gazze işgalinde sloganların savaşı ya da savaşın sloganları

Netanyahu, “Büyük İsrail” vizyonuna bağlı olduğunu ilan etti. Kökleri Revizyonist Siyonizm’e dayanan, fiilî sınırları işgal ve yerleşim politikaları yoluyla genişletmeyi hedefleyen bu ideolojik ve siyasi devlet projesinin sloganı da Filistin protestolarından aşina olduğumuz “Nehirden Denize” sloganıydı. 1977’de Likud Partisi’nin seçim manifestosunda “[Ak]deniz ile Ürdün Nehri arasında yalnızca İsrail egemenliği olacaktır” biçiminde resmî bir parti politikası olarak yer alan slogan, Menachem Begin’den Benjamin Netanyahu’ya kadar pek çok İsrailli siyasetçi tarafından sıkça kullanıldı.

En yalın biçimiyle slogan, az sayıda sözcükle yoğun anlam taşıyan, kolay hatırlanabilen ve duygusal etki uyandırabilen kısa ifade olarak tanımlanır. Bu bağlamda, bu çalışmanın konusu olan ve son Gazze işgali bağlamında sıkça dile getirilen “Nehirden denize özgür Filistin” (From the river to the sea, Palestine will be free) ile “İsrail halkı yaşıyor” (ʿAm Yisrael hay) sloganları, söz konusu tanımın günümüzdeki en güncel, somut ve çarpıcı örnekleri arasında gösterilebilir.

Savaş ve propaganda bağlamında slogan, karmaşık hedefleri basitleştirerek anlaşılır kılma, kitleleri harekete geçirme, moral ve birlik duygusunu pekiştirme, karşı taraf üzerinde psikolojik baskı oluşturma ve uluslararası kamuoyunu etkileme gibi işlevleri sayesinde stratejik öneme sahip bir iletişim aracı olarak tanımlanır.

Sloganlar, yalnızca kelimelerden ibaret donuk ifadeler değil; müzik, ritim, jest ve duyguyla anlam kazanan, bağlama göre şekillenen güçlü ve dinamik iletişim araçlarıdır. 

Belirli krizler veya fırsatlar döneminde ortaya çıkan sloganlar, zamanla kalıcı ideolojik bir söyleme dönüşebilir. Bu bağlamda, anlamın şekillenmesinde en belirleyici unsur, yalnızca ne söylendiği değil; bunun kimin tarafından, kime, hangi biçimde ve hangi amaçla dile getirildiğidir. 

Yeri geldiğinde yalın bir slogan, kitleleri topluca harekete geçirebilecek bir etkiye sahiptir. Bunun yakın dönemli bir örneği, bireysel bir sanat eylemi ve protesto söylemi olarak, İngiliz punk-rap grubu Bob Vylan’ın 2025 Glastonbury Festivali’ndeki konserinde dile getirdiği ve İsrail’in gerçekleştirdiği katliamları protesto amacı taşıyan “Death, death to the IDF” sloganıdır. Bu ifade, yarattığı güçlü duygusal etki sayesinde kısa sürede yaygınlaşmış; duvar yazılarında (graffiti), çeşitli sosyal medya mecralarında ve protesto gösterilerinde sıkça tekrar edilen bir slogan hâline gelmiştir. (https://www.youtube.com/shorts/E2_dVUnfqAo)

Son Gazze işgali bağlamında karşıt taraflarca kullanılan “Nehirden denize özgür Filistin” ve “İsrail halkı yaşıyor” sloganları, bu dinamiklerin nasıl işlediğini ve sloganların ideolojik söyleme dönüşüm sürecini somut biçimde gösteren çarpıcı iki örnektir.

7 Ekim 2023’ten bu yana, bugün itibarıyla 769 gündür İsrail Gazze’ye yönelik saldırılarını aralıksız sürdürmektedir. Gazze’de siviller, bir yandan yoğun bombardıman ve saldırılar altında yaşam mücadelesi verirken, diğer yandan da sistematik biçimde açlığa mahkûm edilmektedir. Başta İsrail hükümeti, Evanjelistler, Siyonistler ve Avrum Burg’un ifadesiyle “güç ve şiddet yanlısı çete liderleri” ile “mesihçi milisler” bu katliamı sözde Yahudilik adına meşrulaştırmaya çalışsa da İsrail dâhil pek çok ülkede ehl-i insaf Yahudiler buna güçlü tepki göstermektedir. Dünyanın dört bir yanından yüzlerce haham, Tevrat’ın kadim ahlaki ilkelerini hatırlatarak savaşı durdurma çağrısı yaparken, ünlü Yahudi oyuncu Miriam Margolyes, İsrail’in bu gayri insani politikasını “Hitler kazandı, Yahudileri de kendisine benzetti” sözleriyle eleştirmiş ve bu uygulamaları Nazi soykırımıyla kıyaslayarak Yahudilik adına yaşanan derin ahlaki çöküşe dikkat çekmiştir. 

Buna rağmen, Netanyahu, “Büyük İsrail” vizyonuna bağlı olduğunu ilan ederek politik kariyerini tahkim etmeye çalışmaktadır. Ne var ki, dünyadaki ehl-i insaf pek çok Yahudi’nin artık kendisinden bıkkınlık duyduğu Netanyahu, bu katliamlarla belki politik kariyerini “tahkim” eder ya da İsrail’i taktiksel anlamda sözde “büyük” yapabilir; ancak sözde Yahudilik adına yürüttüğü bu politikalar, kadim dinî mirası ve onun ahlaki değerlerini çok daha fazla “tahkir” ettiği ve “küçülttüğü” de kesindir.

Tüm bunların yanı sıra, Gazze’ye yönelik saldırılar boyunca İsrail hükümetinin kapsamlı bir bilgi kontrolü ve sansür politikası yürüttüğü de gözden kaçmamaktadır. Bu süreçte hükümet, bir yandan savaşın yol açtığı maddi ve psikolojik yıkımı sınırlı bilgi akışıyla perdelemeye çalışırken, diğer yandan da çeşitli slogan ve propagandalarla hem kendi halkını hem de uluslararası kamuoyunu yönlendirmeyi hedeflemektedir. Böylece, sahadaki gerçeklerin üzeri örtülürken, yürütülen katliamlar sözde “haklı” bir zemine oturtulmak istenmektedir.

Tarafsız bir perspektiften bakıldığında, bu bilgi kontrolünün en fazla etkilediği kesimin, ironik biçimde, yine İsrail’in kendi vatandaşları olduğu görülmektedir. Zira savaşın yarattığı tahribatın gerçek boyutuna ilişkin en yoğun bilgi karartması, bizzat İsrail hükümetinin kendi halkını maruz bıraktığı propagandadır. Bu durum, çatışmaların yalnızca fiziksel cephede değil, aynı zamanda zihinlerde ve algı düzeyinde de sürdüğünü ortaya koymakta olup, kamu yönetimi açısından cephedeki savaş kadar kritik bir önem taşımaktadır. 

Gazze işgali sürecinde, gerek İsrail’i destekleyen Siyonist Yahudiler ve “kraldan çok kralcı” Evanjelistler, gerekse çatışmanın yıkıcı boyutlarını ve masum siviller üzerindeki ağır etkilerini uluslararası kamuoyuna duyurmak amacıyla dünyanın çeşitli ülkelerinde protesto gösterileri düzenleyen Filistin yanlısı aktivistler, kitleleri harekete geçirmek ve duygusal mobilizasyon sağlamak için propaganda araçlarını ve çeşitli sloganları etkin biçimde kullanmaktadır. 

Ancak bu çalışmada, tarafların dillerinden düşürmedikleri, birbirinden farklı fakat son derece yaygın iki slogan — “Nehirden denize özgür Filistin” ve “ʿAm Yisrael hay” — ile bu sloganların tarihsel arka planı incelenecektir.

“Nehirden denize özgür Filistin!” 

“Nehirden denize” sloganının, İsrail’in Gazze’de yürüttüğü katliamlara karşı düzenlenen protestolar bağlamında, çevrim içi mecralar ve çeşitli sosyal medya platformları dahil olmak üzere kamuoyunda en yaygın kullanılan slogan olduğunu söylemek, kanaatimizce, abartılı olmayacaktır.

Başlangıçta Arapça olarak kullanılan bu slogan, günümüzde daha çok evrensel ölçekte tanınan İngilizce çevirisi “From the river to the sea, Palestine will be free” ifadesiyle bilinmektedir. Dikkat çekici bir ironi olarak, sloganın orijinal dili Arapça olmasına rağmen, birçok Arap ülkesinde uygulanan baskıcı rejimlerin denetim ve sansür politikaları sebebiyle, kamuya açık alanlarda Arapça hâline neredeyse hiç rastlanmamaktadır. Gazze’ye körleşen ve oradaki insanlık dramına karşı sağır kesilen Arap yönetimlerinin bu tavrı bir utanç vesikası olarak tarihe geçmiştir.

“Nehirden denize” sloganının, Filistin protesto kültüründe özellikle Birinci İntifada (1987–1993) döneminde, Arapça olarak şu varyantlarla kullanıldığı belirtilmektedir:

  • “Mine’l-mayye li-mayye, Filistîn ʿArabiyye” [مِن المَيَّه لِلمَيَّه، فِلَسْطِين عَرَبِيَّة]: “Sudan suya, Arap Filistin”
  • “Mine’l-mayye li-mayye, Filistîn İslâmiyye” [مِن المَيَّه لِلمَيَّه، فِلَسْطِين إِسْلَامِيَّة]: “Sudan suya, İslâmî Filistin”
  • “Mine’l-nehr ile’l-bahr” [مِن النَّهْر إِلَى البَحْر]: “Nehirden denize”

Bu ifadeler hem mitinglerde atılan sloganlar hem de duvar yazısı (grafiti) biçiminde yer bulmuştur.

Bu sloganlardan ilki, Arap milliyetçileri tarafından “Filistin’in Arap kimliği” vurgusunu öne çıkarırken; ikincisi, dindar çevrelerde “Filistin’in Müslüman kimliği”ni öne çıkarmaktadır.

Üçüncü slogan ise daha nötr bir nitelik taşıyarak, dünya genelinde farklı din ve milletlerden aktivistler tarafından benimsenip kullanılan evrensel bir dayanışma ifadesi hâline gelmiştir.

Filistin’e destek gösterilerinde, etkili kafiye ve ritim yapısıyla akılda kalıcılığı yüksek bir diğer slogan ise Mine’n-nehr ile’l-bahr, Filistîn setaharrar [مِن النَّهْر إِلَى البَحْر، فِلَسْطِين سَتَتَحَرَّر]: “Nehirden denize, Filistin özgürleşecek” şeklindedir.

 “Nehirden denize” sloganında “su” ya da “nehir” ile kastedilen Ürdün Nehri (Şeria Nehri), “deniz” ile kastedilen ise Akdeniz’dir. Bu coğrafi ifade, doğuda Ürdün Nehri’nden batıda Akdeniz’e, güneyde ise Kızıldeniz’e kadar uzanan alanı kapsar. Slogan, bu sınırlar içerisinde bağımsız ve özgür bir Filistin Devleti’nin kurulmasını savunan, kısa, özgün ve çarpıcı bir söylem niteliği taşımaktadır.

Sloganın ilk defa 1967 sonrasında Filistin direniş hareketleri tarafından ortaya çıkarıldığına dair iddialar yaygın olmakla birlikte, bu görüş kesin olarak doğrulanmış değildir. Nitekim söz konusu ifade, ne 1960’lar ve 1970’lerin devrimci Filistin söylemlerinde, ne Filistin Misak-ı Millîsi’nde (el-Mîsâku’l-Vatani’l-Filistinî/Palestinian National Covenant) (1964, 1968) ne de İslâmî Direniş Hareketi HAMAS’ın Misak-ı Millîsi’nde (Mîsâku Hareketi’l-Mukâvemeti’l-İslâmiyye/ Charter of the Islamic Resistance Movement) (1988) yer almaktadır.

Ne zaman çıktığı bilinmese de “Nehirden denize” sloganının Filistin’in 1947 BM Taksim Planı’ndan başlayarak 1948’de 750 bin Filistinli’nin sürülmesi (Nakba), İsrail’in 1967’deki işgali, Oslo Anlaşmaları ve Ariel Şaron döneminde inşa edilen “Utanç Duvarı” ile derinleşen, adım adım bölünme ve parçalanma sürecine karşı bir tepki olarak ortaya çıktığı ise kesindir. Hem İsrail’in işgalci ve yayılmacı stratejisine hem de bu sürece katkıda bulunduğu düşünülen pasif Filistin Yönetimi’ne yönelik bir itiraz niteliği taşıyan bu slogan, tek ve bölünmemiş bir Filistin idealini dile getiren güçlü bir özgürleşme vurgusu taşımaktadır.

“Nehirden denize” sloganı, son dönemde özellikle Gazze’de yaşanan katliamı ve başta Amerika olmak üzere Batılı ülkelerin bu suça ortaklığını kınamak; ayrıca “Filistin özgür olmadıkça dünyanın hiçbir yerinin özgür olamayacağı” gerçeğini güçlü biçimde vurgulamak amacıyla yaygın şekilde kullanılmaya başlanmıştır. Nitekim bu slogan, aynı ruh ve heyecanla, geçtiğimiz hafta sonu (9-10 Ağustos 2025) İstanbul ve Ankara’da düzenlenen “Gazze’ye Umut Işığı Ol” yürüyüşlerinde de dile getirilmiştir.

“Nehirden denize” sloganın İsrail’e bakan yüzü

“Nehirden denize” ifadesinin, kökeni tartışmalı olmakla birlikte erken dönem Siyonist söylemde, özellikle Ze’ev Jabotinsky liderliğindeki Revizyonist Siyonizm’de, Ürdün Nehri’nin iki yakasını da kapsayan bir Yahudi Devleti idealini ifade eden milliyetçi bir söylem olarak ortaya çıktığı da iddia edilmektedir. 

Bu bağlamda, sloganın Vladimir Jabotinsky’ye atfedilen “Şitey gdot la-Yarden: zo şelanu, zo gam ken” [שְׁתֵּי גְּדוֹת לַיַּרְדֵּן: זוֹ שֶׁלָּנוּ, זוֹ גַּם כֵּן] —“Ürdün’ün iki yakası vardır; biri bizim, diğeri de bizim”— ifadesi, yalnızca bir politik söylem değil, aynı zamanda işgalle sınırlarını genişleten bir Yahudi Devleti idealinin ideolojik çerçevesini yansıtan, açık bir yayılmacı sloganniteliğindedir. 

“Nehirden denize” ifadesi, 1977’de Likud Partisi’nin seçim manifestosunda “[Ak]deniz ile Ürdün Nehri arasında yalnızca İsrail egemenliği olacaktır” biçiminde resmî bir parti politikası olarak yer almış; Menachem Begin’den Benjamin Netanyahu’ya kadar pek çok İsrailli siyasetçi tarafından ise bir “slogan”dan ziyade, İsrail’in yayılmacı ve işgalci stratejisinin politik bir beyanı olarak sıkça dile getirilmiştir. 

Benzer söylemler, İsrail’in mevcut Dışişleri Bakanı Gideon Saʿar ile Filistin topraklarının tamamının işgalini savunan Uri Ariel gibi siyasetçiler tarafından da sıkça dile getirilmiştir. Nitekim Ariel’in 2014’te sarf ettiği “Ürdün Nehri ile Akdeniz arasında tek bir devlet olacak; o da İsrail Devleti olacak” ifadesi, dönemin en çok tekrarlanan seçim vaatlerinden biri hâline gelmiştir.

Özetle, İsrail bağlamında “nehirden denize” söylemi, yalnızca Filistin karşıtı protestolarda dile getirilen sıradan bir slogan değil; kökleri Revizyonist Siyonizm’e dayanan, fiilî sınırları işgal ve yerleşim politikaları yoluyla genişletmeyi hedefleyen ideolojik ve siyasi bir devlet projesinin ifadesi olarak görülebilir.

“Nehirden denize” sloganına tepkiler

Öte yandan, İsrailli politikacıların diline pelesenk olan ve işgal politikalarıyla hayata geçirilmesi artık neredeyse kaçınılmaz görülen “nehirden denize” sloganı, dünya genelindeki Filistin yanlısı protestolarda da sıkça dile getirilmektedir. Ancak İsrailli yetkililer, uluslararası kamuoyunda güçlü bir yankı uyandıran bu ifadeyi bilinçli olarak çarpıtarak sunmakta; onu yalnızca politik bir talep olarak değil, aynı zamanda Yahudi halkının bu topraklarda devlet kurma ve yaşatma hakkını —dolayısıyla kendi kaderini tayin hakkını— reddeden bir söylem gibi göstermeyi tercih etmektedirler. Böylece, ifade asıl bağlamından koparılmakta ve Filistin direnişinin sembolü olan bir slogan, meşruiyetsiz ve tehditkâr bir dil olarak sunulmaktadır.

Bu nedenle, söz konusu slogan resmî ve siyasi söylemlerde çoğu zaman, İsrail’in meşruiyetini tümüyle ortadan kaldırmaya yönelik bir çağrı olarak nitelendirilmekte ve sıkça antisemitizmle ilişkilendirilmektedir.

Aslında yalnızca İsrail değil, ABD ve diğer Batılı ülkeler de bu slogandan ciddi rahatsızlık duymaktadır. Nitekim İsrail’in bölgede iki devletli çözümü ortadan kaldıracak işgal ve yayılmacı politikalarına göz yummakla kalmayıp destekleyen ABD ve Batı’daki önde gelen Yahudi sivil toplum kuruluşları — özellikle ADL (Anti-Defamation League – İftira ve Karalamaya Karşı Birlik) ile AJC (American Jewish Committee – Amerikan Yahudi Komitesi) — söz konusu ifadeyi ısrarla antisemitik olarak tanımlamakta ve herhangi bir ek gerekçeye ihtiyaç duymaksızın, doğası gereği (ipso facto) Yahudi karşıtı bir nefret söylemi olarak nitelendirmektedir.

Bu nedenle söz konusu ülkeler, ifade özgürlüğünü açıkça ihlal ederek, mitinglerde “Nehirden denize” sloganını dile getiren, insanlığın vicdanını temsil eden aktivistlere gözdağı vermek amacıyla; soruşturma açma, kovuşturma başlatma, vize iptali, oturum izni vermeme gibi, sözde demokratik değerleriyle bağdaşmayan ve temel insan haklarını hiçe sayan uygulamalarla onları yıldırmaya çalışmaktadır. 

Bu baskı politikasının son örneklerinden birine geçtiğimiz Mart ayında, ABD’de Tufts Üniversitesi’nde doktora öğrencisi olan Türk vatandaşı Rumeysa Öztürk vakasında, Türk kamuoyu da şahit olmuştur.

Öte yandan iki devletli çözümü savunan barış yanlısı pekçok Yahudi —özellikle de sayıları giderek artan genç kuşak— için “nehirden denize” sloganı, çok daha kapsayıcı bir ortak siyasi vizyonu ifade etmekte; özgürlük ve adalet için verdikleri mücadeleleri ile uyumlu bir slogan olarak görülmektedir.

Bu vizyon, başta “Jewish Voice for Peace” [Barış için Yahudi Sesi] ve “If Not Now” [(Barış) Şimdi Değilse Ne Zaman] gibi örgütler olmak üzere, pekçok Yahudi grup tarafından da benimsenmektedir. 

“Nehirden denize” ifadesi, 2021 yılında B’Tselem tarafından yayımlanan “Ürdün Nehrinden Akdeniz’e Yahudi Üstünlüğü Rejimi: Bir Irk Ayrımcılığı (Apartheid) Örneği” başlıklı raporda da yer almıştır. Raporda, İsrail’in Batı Şeria’yı işgal etmesi ve Gazze Şeridi’ne uyguladığı abluka aracılığıyla, Ürdün Nehri’nden Akdeniz’e uzanan tüm topraklar üzerinde fiilen bir apartheid rejimi yürüttüğü tespitine yer verilmiştir.

Ancak vurgulanmalıdır ki “nehirden denize” sloganı, geniş protestocu kesimler tarafından çoğu zaman iki devletli bir çözüm çerçevesinde, İsrail Devleti’nin varlığıyla birlikte bağımsız bir Filistin Devleti’nin kurulması çağrısını veya Filistinlilerin en temel insani haklarının savunulmasını dile getirmek amacıyla kullanılmaktadır. Dolayısıyla bu sloganı, bağlamından kopararak salt antisemit bir söylem olarak nitelendirmek isabetli görünmemektedir. 

Nitekim yalnızca dünyanın farklı bölgelerindeki aktivistler değil, iki devletli çözümü savunan pek çok Yahudi entelektüel ve insan hakları savunucusu da “Filistin’in nehirden denize özgür olması” çağrısının İsrail’in ortadan kaldırılmasını zorunlu kılmadığını; bunun, Filistinlilere insan onuruna yakışır bir yaşam sağlanmasını, temel haklarının güvence altına alınmasını ve kültürel kimlikleri ile özgürlüklerine saygı gösterilmesini talep ettiğini vurgulamaktadır.

“Nehirden denize” karşılık “İsrail halkı yaşıyor” sloganı

Filistinlilerin ve destekçilerinin, “Nehirden denize özgür Filistin” sloganı aracılığıyla birbirlerine moral ve motivasyon sağlama çabalarına karşılık, İsrailliler, Siyonistler ve onların destekçileri de “İsrail halkı yaşıyor” [עַם יִשְׂרָאֵל חַי: ʿAm Yisrael hay] sloganını toplumsal dayanışma ve kolektif coşkuyu pekiştiren bir ifade olarak öne çıkarmışlardır.

7 Ekim 2023’te Hamas’ın İsrail’e yönelik saldırısından bu yana düzenlenen çok sayıda Filistin yanlısı protesto, miting ve gösteride bu iki slogan karşılıklı olarak dile getirilmiştir. 7 Ekim sonrasında “ʿAm Yisrael hay” ifadesinin, Yahudi toplumu içerisinde, İsrail’in ulusal marşı “ha-Tikva” (Umut) kadar —hatta muhtemelen ondan da— yaygın ve güçlü bir ifade haline geldiğini söylemek abartılı olmayacaktır.

İbranice “İsrail halkı yaşıyor” anlamına gelen “ʿAm Yisrael hay” ifadesi, Yahudi toplumsal belleğinde, Yahudilerin tarih boyunca maruz kaldıkları yok edilme girişimlerine rağmen, Tanrı’nın desteği, kendi azim ve direnişleri sayesinde varlıklarını sürdürmelerinin bir sembolü kabul edilmektedir.

Genelde Yahudi ulusal marşı ha-Tikva kadar eski olduğu düşünülen bu söz, gerçekte modern biçimiyle 1960’ların ortasında Haham Shlomo Carlebach tarafından bestelenmiş ve ilk kez bu dönemde seslendirilmiştir. 

Bununla birlikte, ifadenin Yahudi kolektif hafızasında yer etmesinde, 20 Nisan 1945’te Bergen-Belsen toplama kampındaki Yahudilerin kurtarılması sırasında yaşanan bir olayın önemli rol oynadığı belirtilmektedir. Rivayete göre, kamptakilerin kurtarılması sırasında mahkumlar hep birlikte ha-Tikva’yı söylemiş, marşın sonunda İngiliz ordusunda görev yapan Haham Leslie Hardman “[İşte] İsrail halkı yaşıyor [ʿAm Yisrael hay]!” sözleriyle bu tarihi ana eşlik etmiştir. 

Bu olay, ifadenin Yahudi direniş ve varoluş iradesinin güçlü bir simgesi haline gelmesinde önemli bir dönüm noktası olarak değerlendirilmektedir.

Dolayısıyla, Yahudi kültürüne aşina olmayanlar tarafından yüzyıllar öncesine dayanan kadim bir ifade olduğu zannedilse de “ʿAm Yisrael hay” modern anlamını esasen 20. yüzyılın ikinci yarısında kazanmış; zamanla hem bir şarkı hem de bir slogan olarak Yahudi kimliğinin ve dayanışma bilincinin en güçlü sembollerinden biri hâline gelmiştir.

Şarkının ortaya çıkışı

“ʿAm Yisrael hay” şarkısı, popüler Hasidik şarkıcı haham Shlomo Carlebach (1925-1994) tarafından, Sovyet Yahudileri için “Sovyet Yahudileri Öğrenci Hareketi” (Student Struggle for Soviet Jewry: SSSJ) adlı halk hareketinin kurucusu Dr. Jacob Birnbaum’un (1926-2014) talebi üzerine 1965 baharında bestelenmiştir. 

Birnbaum, 1964’te kurduğu bu örgüt aracılığıyla Sovyet Yahudilerinin özgürlük mücadelesine uluslararası destek sağlamayı hedeflemiş ve bu amaçla 4 Nisan 1965 Pazar günü, New York’ta Sovyetler Birliği’nin BM Misyonu önünde büyük bir miting düzenlemeyi planlamıştı. Miting kapsamında dramatik bir şekilde yedi kişi “Eriha tarzında” yedi şofar çalacak, ardından kalabalık Birleşmiş Milletler Genel Merkezi’ne yürüyecekti.

Birnbaum, bu etkinlik öncesinde gençlere ve aktivistlere ilham verecek, toplumsal hareketi canlandıracak bir “hareket şarkısı” arayışına girmişti. O dönemde İbranice dualara uyarladığı duygulu melodilerle uluslararası bir şöhrete ulaşan Carlebach’dan, kısa sürede akılda kalıcı bir beste yapmasını istedi. İkilinin tanışıklığı ailevi bir geçmişe dayanıyordu. Birnbaum’un dedesi Natan Birnbaum (1864-1937) ile Carlebach’ın dedesi Dr. Rabbi Arthur Cohn (1862-1926), 1897’de İsviçre’nin Basel kentinde düzenlenen Birinci Siyonist Kongre’de tanışmış; Natan Birnbaum bu kongrede ilk Siyonist Genel Sekreter olarak seçilmişti. İşte Carlebach, aile dostu Birnbaum’dan gelen bu talep üzerine “ʿAm Yisrael hay”ınünlü versiyonunu yazmış ve ilk kez Prag’a yaptığı bir seyahat sırasında seslendirmiştir.

Carlebach’ın bestesi, kısa sürede “Sovyet Yahudileri İçin Öğrenci Mücadelesi”nin marşı haline gelmiş ve Sovyet Yahudilerinin özgürlük hareketinin en tanınan sloganlarından biri olarak kolektif hafızada yer etmiştir. 

Bu süreçte “ʿAm Yisrael hay” ifadesi, modern dönemde Yahudi halkının varlığını sürdürme, direnme ve dayanışma iradesini temsil eden evrensel bir slogan ve kültürel motif olarak dünya genelinde de yaygınlık kazanmıştır.

Şarkı ya da sloganın sözleri

“ʿAm Yisrael hay” şarkısının ve sloganının sözleri, doğrudan Yahudi kutsal metinlerinde yer almamaktadır. Shlomo Carlebach’ın 1965’te bestelediği şarkının slogana dönüşen nakaratı yalnızca iki kısa dizeden oluşur:

“ʿAm Yisrael hay” (עַם יִשְׂרָאֵל חַי) – “İsrail halkı yaşıyor”

“ʿOd Avinu hay” (עוֹד אָבִינוּ חַי) – “Babamız hâlâ yaşıyor”.

Carlebach’ın esere eklediği ikinci dize olan “ʿOd Avinu hay” (“Babamız hâlâ yaşıyor”), Tevrat’ın Tekvin kitabında (45:3) yer alan bir anlatıdan esinlenmiştir. Bu pasajda o sırada devlet başkan vekili olarak görev yapan Hz. Yusuf, Mısır’da kimliğini kardeşlerine açıkladıktan sonra, uzun yıllardır görmediği babası Hz. Yakub’un durumunu sorar: ha-ʿod avi hay? (הַע֥וֹד אָבִ֖י חָ֑י “Babam hâlâ hayatta mı?”). 

Carlebach, bu soruyu tasdik edici bir söze dönüştürerek “ʿOd Avinu hay” (“Babamız hâlâ yaşıyor!”) şeklinde yorumlamış ve şarkıya dâhil etmiştir. (https://www.youtube.com/watch?v=wkLJgK0HfqI&list=RDwkLJgK0HfqI&start_radio=1)

Tevrat tefsirlerinde de vurgulandığı üzere, “Babamız” ifadesi, hem Hz. Yusuf’un biyolojik babası Hz. Yakub’u hem de mecazi anlamda gelenekte “Gökteki Baba”yı, yani Tanrı’yı işaret etmektedir. 

Bu yönüyle Carlebach’ın Tevrat’tan alarak şarkısına kattığı “ʿOd Avinu hay” ifadesi, Tanrı’nın ezelî ve ebedî varlığını ve Yahudi inancına göre halkıyla yaptığı ahdi sürdürme iradesinin kesintisizliğini simgeleyen teolojik bir derinliğe de sahiptir.

Sovyet Yahudilerini Özgürleştirme Hareketi’nin babası kabul edilen Jacob Birnbaum’a göre “ʿAm Yisrael hay”, özellikle Holokost sonrasında Yahudi yaşamının yeniden doğuşunu ve kolektif diriliş iradesini simgeleyen modern bir kültürel sembol niteliğindedir. 

Tartışmalı bir figür olan Shlomo Carlebach, aralarında kendi kızının da bulunduğu çok sayıda kişinin yönelttiği cinsel istismar ve taciz suçlamalarıyla hafızalarda yer etse de, 1965’te bestelediği “ʿAm Yisrael hay” şarkısı bu modern sembolizmi en görünür kılan eserlerden biri olmuştur.

Yahudi mitinglerinin, törenlerin ve kutlamalarının vazgeçilmez sloganı

Başlangıçta Holokost sonrası Yahudi ruhunun yeniden canlanmasını simgeleyen bir marş olarak ortaya çıkan “ʿAm Yisrael hay”, günümüzde İsrail’in varoluş kaygısı yaşadığı her dönemde hafızalarda tazelenen güçlü bir dayanışma sloganına dönüşmüştür.

7 Ekim’de Hamas direnişçilerinin gerçekleştirdiği ani baskının ardından bu duygu yeniden canlanmış; söz konusu ifade, hem bir slogan hem de bir şarkı olarak Yahudilerin dilinden düşmez hâle gelmiştir. 

Aslında “ʿAm Yisrael hay”, yalnızca günümüzde değil, geçmişteki birçok kritik olayda da geniş kitlelerce coşkuyla dile getirilen bir slogan olmuştur. 

1948’de İsrail’in Sovyetler Birliği Büyükelçisi olarak Moskova’daki Büyük Sinagog’u ziyaret eden Golda Meir (1898-1978), 50.000 kişilik bir kalabalık tarafından “ʿAm Yisrael hay” tezahüratlarıyla karşılanmıştır.

1975’te BM’nin “Siyonizm ırkçılıktır” kararını ve Filistin Kurtuluş Örgütü’nün BM oturumlarına katılmasını protesto eden mitinglerde; 1973’te Golda Meir’in Yeshiva Üniversitesi’nden fahri diploma aldığı törende; 1989’da İsrail ve Sovyet basketbol takımları arasındaki Moskova karşılaşmasında da bu slogan yankılanmıştır. 

1983 Eurovision Şarkı Yarışması’nda İsrailli sanatçı Ofra Haza’nın “Hay” şarkısıyla bu sözleri dünya sahnesine taşıması, ifadenin kültürel bilinirliğini daha da pekiştirmiştir. (https://www.youtube.com/watch?v=_XMZJYxb5XU)

2009 yılında Başbakan Benjamin Netanyahu, Nazi liderlerinin Avrupa Yahudilerinin imhasını planladığı Berlin’deki Wannsee Villası’nı ziyaretinde, ziyaretçi defterine yalnızca üç İbranice kelime yazmış ve bunları İngilizceye çevirmiştir: “ʿAm Yisrael hay” – “The people of Israel live” (İsrail halkı yaşıyor)

Bu yönleriyle söz, yalnızca siyasi bir slogan olmanın ötesinde, Yahudi tarihinin anlatısını acılar üzerine kurulu bir bakış açısından çıkarıp; sürekliliği, başarıyı ve yaratıcı canlılığı öne çıkaran bir kimlik ifadesine dönüştürmüştür.

7 Ekim 2023’ten bu yana “ʿAm Yisrael hay” ifadesi, Yahudi dünyasının günlük dilinde daha çok kullanılır olmuştur. Artık bir selamlama, bir veda ifadesi, konuşmaların sonunda kullanılan bir kapanış cümlesi ve posterlerde yer alan bir slogan haline gelmiştir. 

7 Ekim olaylarının hemen ardından İsrailli şarkıcı Eyal Golan, “ʿAm Yisrael hay” ifadesini temel alarak güncellenmiş bir versiyon niteliğinde yeni bir şarkı bestelemiştir (https://www.youtube.com/watch?v=2p3rtnQ_7y4). Kısa sürede İsrail’de geniş kitlelerce benimsenen bu eser, Yahudi toplumu nezdinde ulusal dayanışmanın ve moral motivasyonun güncel bir sembolü haline gelmiştir.

“ʿAm Yisrael hay”, “İsrail halkı yaşamaktadır.” Evet, bu halk, tarih boyunca sayısız acıya ve zulme rağmen varlığını korumuş, ayakta kalmayı başarmıştır. Ancak böylesine derin acılar yaşamış bir halkın, benzer acıları komşularına reva görmesi sadece dinî, ahlaki ve tarihsel açıdan büyük bir tezat ve acı bir ironi değil – ehl-i insaf Yahudilerin ifadesiyle – insanlık açısından da affedilmez bir utanç vesilesidir.

Hamas direnişçilerinin saldırısı, İsrailliler tarafından devletin kuruluşundan bu yana yaşanan en önemli beka sorunu olarak tanımlanmaktadır. Ne var ki, bugün bizzat Yahudiler tarafından “soykırım” olarak nitelendirilen Gazze katliamı, bundan böyle Yahudilerin “Holokost” dedikleri her seferinde önlerine konacak; Gazze, bir Auschwitz gibi, insanlığın kara sayfaları arasında yerini alacaktır.

İşte bu gerçeğin farkında olan aklı selim her Yahudi’nin, Gazze’de yaşanan katliam ve açlık karşısında sesini yükseltmesinin sebebi de tam olarak budur.

- Advertisment -