New York’ta BM binasının hemen karşısında Türkiye’nin Türkevi diye bir binası olmasının ise aslında bugünlerdeki ortaya saçılan iddianameyle tamamen zıt çok mütevazi bir hikayesi var.
ABD’deki Türk mirası üzerine çalışmalarıyla tanınan Işıl Acehan’ın yazdığına göre hikaye 60’larda bir emekli öğretmenin girişimiyle başlamış.
Muhittin Akdik, hattatlar, ressamlar yetiştiriş Gümüşhaneli kent soylu bir aileden geliyor.
1919’da öğretmen olarak göreve başlamış, başmüfettiş, İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü yapmış. Emekli olduktan sonra da Kadıköy’de 1957 yılında ilk-orta ve lise olarak hizmet veren Özel Marmara Koleji’ni kurmuş.
Kolej o yıllarda Türk girişimcilerin pek olmadığı özel eğitim sektöründe zamanının çok ilerisinde bir okul.
Öğrencilere dayak atmayı bırakın bağırmayı bile yasaklamış, belli saatlerde okulda İngilizce eğitim verilmiş.
Okulun yeri bugünkü Akmar Pasajı’nın olduğu yerdeymiş.
Ama üç yıl sonra belki de 1960 darbesi nedeniyle Muhittin Bey ve öğretmen olan eşi ABD’ye taşınmışlar.
Ama orada da boş durmamışlar.
1961 yılında ABD’deki Türk Cemiyetleri Federasyon Başkanı olan Muhittin Akdik, New York’ta Türk cemiyetleri aynı çatı altında toplayacak bir Türkevi için ilk girişimlere başlamış.
Para toplanmış ama yeterince toplanamış ama fikir canlı olarak yaşamış, Ankara’dan destek istenmiş.
O destek 1977’de gelmiş.
Aslında destekten çok Niğdeli bir bürokratın girişimciliği, inisiyatif kullanması ve ileri görüşlülüğü bu.
Cafer Tayyar Sadıklar, memuriyetine Niğde Maiyet Memurluğu ve Çamardı Kaymakam Vekilliği ile başlamış.
Sonra Maliye Müfettişi olmuş. ABD’de mastera gönderilmiş, doktora yapmış, Hazine’de çalışmış, Tokyo’da ve Washington’da Maliye Müşavirliği yapmış.
Temmuz 1976’da da Demirel tarafından Merkez Bankası başkanlığına atanmış.
Tam bir Türkiye başarı hikayesi olan hayatını anlattığı Başka Bir Aşk İstemez – Vatan Hizmetinde Elli Yıl adlı anılarında, 1977 yılında Türkevi’ni nasıl satın aldıklarını şöyle anlatmış:
“Merkez Başkanı olarak, 1977 yılında New York’a bir ziyaret yaptım. Bu ziyaretimiz sırasında New York Başkonsolosu Sıtkı Coşkun ve Maliye Temsilcisi Turan Kıvanç, bugün Türkevi olarak kullanılan, Birleşmiş Milletler binasının tam karşısındaki 11 katlı binanın icra yoluyla satıldığını ve çok kelepir olduğunu bildirdi. Binayı, Merkez Bankası New York Temsilcisi İsmail Şengül’le birlikte gidip, gördüm. İfade edilen fiyat 3,2 milyon dolardı. Gerçekten kelepirdi. Türkiye’nin New York’taki binaları da değişik yerlerde ve yetersizdi. Merkez Bankası’nın da yeni bir büroya ihtiyacı vardı. Bu gibi binaların satın alınması için, Dışişleri Bakanlığı’nın bütçesinde bir ödenek olması ve de Ankara’dan satın alma talimatının gelmesi gerekirdi. Bu işlemler için zaman yoktu. Ya bu parayı ödeyip, binaya sahip olacaktık veya bu fırsatı kaçıracak ve binayı Kuveytliler alacaktı. Kararı şahsen ben verdim ve New York Federal Rezervlerdeki dövizlerimizde gerekli miktarı imzalarımızla sağladık. Bir anlamda riski tamamen ben aldım… Bina satın alındı. Daha sonra Dışişleri Bakanlığı işlemleri tamamladı.”
İşlemleri tamamlayan Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil.
Sadıklar ise açılışı göremeden, yeni hükümetin Başbakanı Ecevit tarafından görevden alınmış.
Yani iyi eğitimli insanlar, vizyoner bir bakışla alınmış bir bina Türkevi.
Uzun yıllar boyunca eskimiş, Asala saldırıları atlatmış bina 2020’lerin başında yine vizyoner biçimde Erdoğan’ın girişimiyle büyütüldü, eski binanın yerine bir gökdelen dikildi ve BM karşısında bugünkü görkemli bina ortaya çıktı.
Buraya kadarki kısmı Türkiye’nin toplam bir başarı hikayesi.
Peki, bu bina neden bugün bütün ABD gazetelerinde rüşvetle anılıyor?
Çünkü uzayan inşaat, çıkan sorunlarla açılışı geciken gökdelenin yangın ruhsatı meselesi “Türk usulü” çözülmüş.
Erdoğan’ın geldiği bir gezide Türkevi’ni açma telaşına düşen New York’taki Türk diplomatlar çözümü hızlandırmak için New York’un belediye başkanı Eric Adams ile olan ‘iyi ilişkileri’ni kullanmışlar.
Bu iyi ilişkiler de yıllar içinde belediye başkanının süfli talepleri karşılanarak elde edilmiş.
Hediye THY biletleri, Business upgradeleri, Bahçeşehir Üniversitesi’nin sahibinin davetiyle organize edilmiş iyi bir otelde konaklama ve tekne gezisi gibi lüks sayılmayacak ‘misafirperverlik’lerin yapıldığı iki Türkiye gezisi gibi Türkiye’de kimsenin ayıplamayacağı Özgür Özel’in tabiriyle “jestler” bunlar.
57 sayfalık iddianamede Eric Adams ve kendisi kadar heveskar partneri için 2015’den itibaren yapılan bu‘ jest’lerin toplam 125 bin doları bulmuyor.
Türkiye’de bu parayla İstanbul’un kenar ilçelerden birindeki bir imar müdüründen inşaat ruhsatı bile koparmak zor olabilir.
Ama bu jestlere Türkiye’de olmasa da ABD’de yolsuzluk deniyor.
Türkiye’de bir kurumun, kişinin davetiyle bir siyasetçinin, belediye başkanının, hatta gazetecinin bir geziye gitmesi son derece sıradan, rutin bir misafirperverlik iken, ABD’de ve pek çok Batı ülkesinde bu bir yolsuzluk türü.
İddianamedeki delillerden biri Eric Adams’ın seçim kampanyasına Türk işadamının yaptığı 10 bin dolarlık bağış.
Bu da Türkiye’de sıradan bir müteahhitin yatırım ya da vefa borcu olarak bir ilçe belediye başkanının seçim kampanyasına çanta içinde bıraktığı paradan bile az olabilir.
Ama ABD’de bir siyasetçinin yurtdışından seçim kampanyasına bağış alması yasak.
Ama aynı ABD’de yurt içindeki her türlü dış kaynaklı karanlık lobiden para alıp, onların kulu kölesi olmak yasal ve meşru.
İddianameye bakılırsa Eric Adams ve Şili’ye uçarken bile Türkiye aktarması olup olmadığını soran coğrafya bilgisi, turistik heveslerinden az olan partneri özellikle THY’nin business konforunun müptelası olmuş.
Sadece Türkiye değil, diğer ülkelere uçuşlarında da onlara “yardımcı” olunmuş, upgradeleri yapılmış, perdelerin arkasında sıcak havlu ve limonata servisiyle ucuza gönülleri kazanılmış.
Anlaşılan 80’ler ve 90’lar boyunca 22 yıl New York’ta polislik yaptıktan sonra 2006’da siyasete giren önce Brooklyn’nin sonra da New York’un ilk siyahi belediye başkanı seçilen Eric Adams’ın da meşrebi bu jestlerin için genişmiş.
Kariyeri boyunca fırsatların peşinde koşmuş, tuhaflıklarıyla meşhur bir siyasetçi.
Bir ara Cumhuriyetçi bile olmuş ama sonra siyahi olmasını fırsata çevireceği en iyi adresin, Brooklyn ve New York’ta seçimleri, CHP’nin Çankaya-Kadıköy rahatlığında kazanan Demokratlar olduğuna karar vermiş.
Bugüne kadar yolsuzluktan çok zihni sinir projeleri gibi icraatları ve yer yer Sarıgül havası da veren, çam deviren açıklamalarıyla meşhurmuş.
En büyük icraatlarından biri New York’un en büyük derdine karşı 100’e yakın fareyi boğabilen fare tuzağı. Tanıtımını ölü farelerle yapması ise epey mide bulandırmış.
“Pantolonunu ve imajını yükselt” sloganlı kampanyasıyla da düşük belli pantolon giyen siyahi gençleri iç çamaşırlarını göstermemeye ikna etmeye çalışmış.
Ebeveynler için çocuklarının evde silah, uyuşturucu saklayabileceği muhtemel yerleri gösteren videolar çekip, prostat farkındalık kampanyasında kadınlara prostat soruları sormuş, gençlere jest için kulaklarını deldirmiş, Times Square’e kısa süre sonra balkona atılan yürüme bandına dönecek robot polisler koymuş, New York’u överken “Ticaret Merkezi’ne çarpan uçaktan, küçük işyerinin açılışını kutlayanlara kadar herşeyi yaşayabileceğiniz bir şehir” demiş.
Lobilerin yönlendirmelerine açık bir başkan olduğunu da aslında hiç saklamamış.
Dünyada tatil için en sevdiği yer olarak İsrail’in işgali altındaki Golan Tepeleri’ni göstermesi herhalde şehirde Türk lobisinden çok daha güçlü olan Yahudi lobisine bir jestiydi.
Ama Ağlama Duvarı’na Hustler yazan bir şapkayla gidip yeni bir skandala imza attığı Kudüs gezisinin masraflarını kimin karşıladığını savcılar sorgulamadı.
New York’a yeni gelen göçmenlerle “harika yüzücüler” diye dalga geçip, taşradan gelenlere karşı “Ohio’ya geri dön”, “Iowa’ya geri dön” kampanyaları yapması Türkiye’de belli çevrelerde de sempatik bulunabilirdi.
Özellikle de New York’u “Amerika’nın İstanbul’u, Mexico City” si diye tarif etmesi..
Ama herhalde bu benzetmeyi yaparken iddianamedeki yerli ve milli olayları kastetmemişti ama iddianameye karşı kameraların karşısına siyahi dini liderlerle çıkıp, hamasi laflar ederek kendini savunması bize çok tanıdık gelebilir.
Varlıklı olmayan eski bir polisin siyasetteki fırsatları keşfetmesi ise kendimize haksızlık etmeyelim sadece bize özgü olmayan evrensel bir aydınlanma.
Birkaç bin dolar maaş alırken, milyon dolarlık kararlara imza attığının farkına varan her resmi görevli gibi o da etik ile fırsat arasında kalmış gözüküyor.
Muhtemelen benzer pozisyondaki mevkidaşları gibi “benim imzamla adamlar milyon dolarlar kazanacaklar, zaten bana hakkım olan verilmiyor, benim çocuklarım da iyi üniversitede okumasın mı” gibi meşrulaştırıcı iç muhasebe konuşmaları yapmıştır.
Belki Türk ‘misafirperverliği’ onun bu iç muhasebesinde bir karara varması için teşvik edici olmuştur.
Şimdi, koca New York’un Belediye başkanı iken vizyonsuz yolsuzluğu ve tamah ettikleriyle ABD medyasında rezil ediliyor.
Türkevi’nin çözülemeyecek imar izni meselesini, THY uçağının Business bölümünde sıcak havludan sonra limonata servisi ile çözmek Türkiye’de ise bir başarı olarak bile görülebilir.
New York’un küçük İstanbul’a dönmesi hikayesinden ise herkesin çıkaracağı dersler olmalı.