CHP’de “değişim” kelimesi çokça kullanılır hale geldi. Değişimden kasıt; Kemal Kılıçdaroğlu’nun gitmesi ve onun yerine yeni bir Genel Başkan seçilmesi. 13 yıldır CHP’ye liderlik eden Kılıçdaroğlu’nun gitmesiyle gerçekten de birçok şey değişir. Değişim, bir kişinin iradesinin yerini bir başka kişinin iradesinin almasıyla sınırlı bir olgu mudur? Şu ana kadar “değişim” isteyenlerin Kılıçdaroğlu’nu değiştirmenin ötesinde yeni şeyler söylediklerini ne kadar duyduk ki? Gerçi Kemal Bey de elinde bir programla gelmemişti.
Deniz Baykal’ın kaset komplosuyla devrilmesi üzerine önü açılmış ve büyük ihtimalle beklemediği bir makamın sorumluluğunu üstlenmişti. Kılıçdaroğlu genel başkan olduktan sonra kendine özgü bir çizginin uygulanmasına, geliştirilmesine ön ayak oldu. CHP’ye egemen olan “merkeziyetçi”, “devletçi” halka yukarından bakan kibirli havayı hedef aldı. Çağdaşlık kavramını Atatürkçülük’le sınırlandıran içine kapanık milliyetçilikle ve pozitivist ekolle CHP arasına kısmen de olsa sınır çekebildiğini düşünüyorum. Cumhuriyet’in kuruluşunun sadece olumlu yönlerini görmek isteyen, uygulanan baskıyı, acımasızlığı, tek parti zihniyetini kayıtsız şartsız onaylayan yaygın zihniyeti kabullenmedi.
Başlarda partiye tam egemen olamadığı için parti içi tutucu akımla hesaplaşmaya girişemedi. Özellikle başörtüsü gibi konularda zamanla bakış açısını değiştirdi. Kılıçdaroğlu, Dersimli olması nedeniyle, Cumhuriyet’in ötekisi iken, maliye bürokrasisinin üst kademelerine yükselerek Cumhuriyet’in nimetlerinden yararlanan bir mevkinin de sahibi oldu. Bu bağlamda en azından başlarda statüko ve değişim arasında gidip gelen bir görünüm çizdi. Kılıçdaroğlu’nun asıl atılımı, 6’lı masada ifadesini bulan “tarihi uzlaşma”nın kurucusu olmasıydı. Çok yakın zamana kadar merkezi devletin iki temel tehlike olarak tanımladığı, “şeriat” ve “bölücülük”le özdeş gördüğü siyasi kamplara daha gerçekçi yaklaştı. Onlarla demokrasinin, özgürlüklerin genişlemesi noktasında ittifak yaptı. Onların siyasi meşruiyetlerini kabul etti.
CHP’de yeni anlayış devam edebilecek mi?
Mesele Kılıçdaroğlu’nun gitmesi mi yoksa getirdiği değişimin, yeni çizginin ortadan kaldırılması mı? Kılıçdaroğlu’nun başlattığı bu tarihi uzlaşma adımını CHP devam ettirebilecek mi? Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme” çağrısını CHP içinde benimseyenler olduğu kadar benimsemeyenler de bulunuyor. Türkiye’nin geleceği açısından, CHP’nin nerede duracağı, hangi anlayışla yönetileceği, önem taşıyor. Örneğin Kürt meselesinin masa başında müzakereyle ele alınmasını CHP ne ölçüde savunacak? Avrupa Birliği, Batı ile ilişkiler konusunda nerede duracak?
Kılıçdaroğlu kim ne derse desin hâlâ bir siyasi çizginin temsilcisi. 25 milyon 500 bin seçmenin oyunu alarak ciddi bir sempati toplamış bir lider. CHP, yeni başkan arayışında, bu siyaseti korumayı önemsemeli. Başkan adayları, bu tür temel meselelerde ne düşündüklerini açıkça dile getirmeli. “Badem bıyıklılar” tanımlamasıyla bir kültürü hedef alan, ona düşman gözle bakan zihniyetin parti içindeki varlığı bir gerçek. Aslında tüm sol partilerin ve grupların önünde benzer sorular uzanıyor. CHP en geniş çaplı örnek olarak belki de hepsini özetliyor.