Onlar, koronavirüs salgınının Türkiye’de görülmesinden kısa bir süre sonra sahaya sürülen diş hekimleri. Filyasyon ekiplerinde yer almaları, Covid şüphelilerinden sürüntü almaları istendi. Başlangıçta ne yapacaklarını, nasıl yapacaklarını bilmiyorlardı. Onları sahaya sürenler de bilmiyordu.
Bu işi sekiz aydır gece gündüz demeden canla başla yapıyorlar. İzin almaları, hasta olmaları yasak. Virüsü kaparlarsa 10 gün sonra işlerinin başına dönmek zorundalar. İşlerini yaparken yönetici mobingine uğruyorlar, ikametlerinden çok uzak yerlerde görevlendirilebiliyorlar, toplu taşıma kullanmak zorunda kalıyorlar.
Özel sohbetlerde sorunlarını çok dinledim. Ne zaman biteceği bilinmeyen salgının öncü ekiplerinin tükenmiş olduğunun şahidiyim. Bunca süre buna nasıl katlandıklarını şaşırarak izledim, hayranlık duydum. İstanbul’da filyasyon görevlisi olarak çalışan bir diş hekimi arkadaşımdan yaşadıklarını yazmasını istedim; o da yazdı…
***
Türkiye’de ilk Covid-19 vakasının ilan edilmesinden kısa süre sonra, gece gelen bir görevlendirmeyle yüzlerce diş hekimi, ilçe sağlık müdürlükleri bünyesinde oluşturulan filyasyon ekiplerinde yer aldık. Vaka sayılarındaki artışla birlikte kamuda çalışan diş hekimlerinin neredeyse tamamı sahaya sürüldü; onlardan biri de bendim. Ağız Diş Sağlık Merkezlerinde (ADSM) çok az sayıda diş hekimi bırakıldı.
Diş hekimliği uygulamalarının yüksek risk taşıması dolayısıyla diş hastanelerinin hizmete ara vermesi de, seferberlik ilânı gibi algıladığımız bu görevlendirme de başlangıçta bana son derece makul gelmişti.
Birinci basamak sağlık kuruluşlarının salgına hazırlıksız yakalanması ve kapasitelerinin sınırlı olması, filyasyon uygulamasının önemini artırıyordu. Salgının bu yolla sonlandırılabileceği umuduyla ve büyük bir gayretle verilen görevi yerine getirmeye çalıştık.
Fakat geldiğimiz noktada, iş yükünün giderek artmasıyla birlikte hem ruhsal hem fiziksel olarak tükenmiş durumdayız.
Filyasyon ekiplerinde esas olarak diş hekimleri görev yapar. Bununla birlikte ekipler diş hastanelerinde klinik destek, veri giriş, röntgen teknisyeni olarak çalışanlar ile hemşire, ebe, tıbbi sekreter, pratisyen hekimlerden de destek alırlar.
Çoğumuzun mesleki yetkinlik alanı dışında kalan ve hiçbir eğitim almadan başladığımız bu işin sorumluluk alanı giderek genişledi ve artan vaka sayılarıyla birlikte bu yük kaldırılamaz hale geldi.
Aradan geçen sekiz ayda gerekli istihdam sağlanamadı, bir organizasyon sistemi oturtulamadı ve bu bizi çok zor durumda bıraktı. Çoğu kez bir başımıza kaldığımızı hissettik.
Görev sınırlarımız tanımlanmış değil; uygulamalar sürekli olarak değişiyor; geçen sürede yemek, mola, ulaşım gibi problemlerin çözümü için işimizi kolaylaştıracak bir adım atılmadı.
Uzun çalışma saatleri, izinlerin iptali suretiyle dinlenme hakkının elimizden alınması, hiçbir konuda söz hakkı tanınmaması da bizi yıprattı. Yapılması istenen işlerin olabilirliği sorgulanmadan ‘dene ve gör’ yöntemiyle üzerimize yüklenmesi, mesleki ve insani anlamda giderek değersiz hissetmemize yol açtığı gibi, iğneyle kuyu kazmaktan öteye gidemediğimizi gördükçe daha büyük bir yılgınlığa kapıldık.
Biz ne mi yapıyoruz?
Sabah ilk iş kurumda bizim için hazırlanmış malzeme ve ilaç torbalarını, numune kutularını kurum araçlarına yerleştirir, sonrasında bize verilen adresleri görevli şoförle birlikte dolaşmaya başlarız. Şoför navigasyon konusuna hâkimse ne âlâ… Değilse, adres bulma işini de üstlenerek hastaları aramaya başlar; online yapılan temaslı tespiti kaydı, izolasyon onaylarının alınması gibi işlemleri tamamladıktan sonra vakaları ve temaslıları evlerinde ziyaret ederiz. Vakaların kronik hastalıklarını, mevcut durumlarını, tıbbi öykülerini sorguladıktan sonra kullanacağı ilaçları verir, şüpheli ya da kronik hastalığı olanlar ile 65 yaş üstü temaslılardan numune alırız.
Çoğumuzun aldığı eğitim gereği yetersiz olduğu bir konuda hastadan ayaküstü alınan anamnezle (doktorun hastaya sorduğu sorularla elde ettiği hastalık öyküsü) verilecek ilaca karar vermek, ilaç etkileşimleri konusunda hastaların sorularını yanıtlamakta yetersiz kalmak, üzerimizde büyük bir kaygı ve gerginliğe yol açıyor.
İzolasyon süreçlerindeki vaka ve temaslıların iş göremez raporlarının düzenlenmesi gibi, birinci basamak sağlık hizmetlerinin görevi olan bir uygulama da son dönemde bizim görevlerimiz arasına dahil edildi. Günlük ortalama 50-60 ev ziyareti, çıkılan onca kat merdiven ve doğal olarak vaka sayıları arttıkça uzun mesai saatlerine rağmen görevin yetiştirilememesi… Bunun sonucu olarak, yemek molalarının sorgulanmasına kadar varan mobingler…
Vakaları bitirip kurumlarımıza döndüğümüzde araçtaki malzemeleri taşımak, tıbbi atık ve çöplerimizi toplayıp atmak bile tarafımızdan yapılıyorken, beklenen sayıda vakaya ulaşamadığımızda suratların asıldığını görmek yılgınlığımızı giderek artırmakta…
İkamet yerleri gözetilmeksizin yapılan görevlendirmeler nedeniyle saatler süren ulaşım zorlukları, aracı olmayanların toplu taşımayla ve ancak birkaç aktarmayla evlerine ulaşabilmesi, taksi ve yemek harcamaları, ücret ödemelerindeki adaletsiz uygulamalar…
Bugün Covid oldum mu acaba kaygısıyla ailenden, eşinden dostundan ayrı geçen aylar… Onlarca kişiye deva olmaya çalışırken en yakınlarına maddi manevi destek olamamanın verdiği çaresizlik…
Her gün büyük risk altında onlarca kişiden numune alıyorken belirgin semptomlar göstermeden test yaptıramamak, kronik hastalıkların olsa da, temaslı olsan da çalışmaya devam etmek…
Ve en kötüsü tünelin ucundaki ışığın yakın olmaması, herkes her türlü normalini fütursuzca yaşarken tüm sorumluluğun sağlık çalışanlarına yüklenmesi ve buna rağmen hor görülmek, değersizleştirilmek, içimizde oluşan bu büyük kapana kısılmışlık hissi…
***
Sekiz aydır filyasyon ekibinde çalışan ve hâlâ çalışmaya devam eden diş hekimi arkadaşımın hikâyesi, bize Türkiye’nin salgınla mücadelesinin nasıl sistemsiz yürütüldüğünü gösteriyor. Salgınla mücadeleyi sayıları gizleyerek başarı hikâyesine döndürmeye çalışan bir iktidar ve sahada canla başla çalışan fakat sorunları çözülmeyen, sözleri dinlenmeyen sağlık çalışanları…
Bu hikâye günümüz Türkiyesinin de hikâyesi.