1944 “Ekim Devrimi”nin ardından düzenlenen ilk demokratik seçimlerde, Guatemala halkı % 86 ile Juan Jose Arevalo’yu ülkenin yeni başkanı seçmişti. Arevalo 40 yaşında genç bir öğretmen, özgürlükçü bir sosyal demokrattı. Ülkeyi 13 sene boyunca demir yumrukla yöneten General Jorge Ubico, “Ekim Devrimi” denilen halk destekli bir askeri darbeyle indirilmiş, Guatemala halkı ilk kez serbest bir şekilde oy kullanmak üzere sandık başına gitmişti. Ubico kendisine “Napolyon” lakabını takan katıksız bir diktatördü. Ülkenin yarısını oluşturan Maya yerlilerinin topraklarına el koyup United Fruit gibi Amerikan tarım şirketlerine vermiş, topraksız kalan köylülere bir senede 150 gün tarlalarda çalışma zorunluluğu getirmiş, toprak sahiplerine tembel işçileri öldürme hakkı vermişti. Ubico’nun başkanlığı sırasında United Fruit şirketinin sahip olduğu tarım arazisi 1.5 milyon hektara çıkmış, şirket Guatemala ekonomisinin % 40’ını ele geçirmişti.
%86 oyla seçilen Arevalo’nun ilk işi sosyal reformlar oldu: İşçi hakları geliştirildi, sosyal yardımlar, devletin küçük işletmelere verdiği krediler arttı. Arevalo aynı zamanda Ubico döneminde hapse atılan muhalifleri de serbest bıraktı, medya üzerindeki baskıları azalttı. Komünistler ve solcu sendika liderleri hapisten çıkıyor, işçi sendikaları güç kazanıyordu. Arevalo’nun görev süresi bittikten sonra ise 1950 seçimlerinde, “Ekim Devrimi”nin karizmatik kahramanlarından Yüzbaşı Jacobo Arbenz, % 65 oyla Guatemala’nın yeni başkanı seçildi. Arbenz’in rakibi, Ubico döneminin generallerinden Fuentes’ti. Fuentes seçimleri kaybeder kaybetmez soluğu ABD Büyükelçiliği’nde almış, Arbenz ve halefi Arevalo’nun Sovyet ajanı olduğunu söylemiş, ABD’nin darbe yapmasını istemişti.
Soluğu ABD Büyükelçiliği’nden alan, sadece diktatör Ubico döneminin generalleri değildi. United Fruit şirketi de uzun bir zamandır Washington’da lobi yapıyor, ABD yönetimini darbeye ikna etmeye çalışıyordu. Zira yeni seçilen başkan Arbenz, halk desteğini arkasına alarak büyük bir toprak reformuna imza atmıştı. Ekilmemiş büyük araziler devlete vergi ödemeleri bildirilen resmi rakam üzerinden kamulaştırılıyor, topraksız köylülere dağıtılıyordu. İki sene içerisinde 570 hektar kamulaştırılmış, her 6 Guatemalalıdan 1’ine toprak verilmişti. Yeni toprak sahiplerine ayrıca devlet kredi veriyor ve böylece tarım girişimleri de destekleniyordu. Hiç şüphesiz bu toprak reformundan en çok etkilenen toprak sahibi de United Fruit şirketiydi. Şirketin sahip olduğu toprakların yarısı kamulaştırılmıştı. Nihayetinde şirket yöneticileri ABD yönetimindeki adamları aracılığıyla Başkan Eisenhower’ı ikna etmiş, Eisenhower’in emriyle CIA “PBSuccess” adlı darbe operasyonunun düğmesine basmıştı. Plan belliydi: Önce ABD’nin bu küçük Orta Amerika ülkesini işgal edeceği korkusunun yayıldığı bir algı operasyonu, ardından ülkedeki sağcı askerlerle kurulan iletişim, darbe liderinin seçilmesi ve hükümetin ABD desteğiyle devredilmesi.
CIA darbenin lideri olarak sürgündeki Castillo Armas’ı seçmişti. Armas, demokrasiye geçilmesinin ardından ülkeyi terk eden Ubico destekçisi askerlerdendi. 1954’te CIA’nin eğittiği 480 askeriyle birlikte Guatemala’ya girdi. ABD’yi karşılarına almaktan korkan Guatemala ordusu, başkan Arbenz’in emirlerine rağmen direnmedi. 480 kişilik CIA destekli mini ordu, yönetimi ele geçirdi. Arbenz ve selefi Arevalo ise ülkeyi terk etmek zorunda kaldı.
Guatemala’nın 10 yıl süren kısa soluklu “baharı” sona ermiş, demokrasi bir kez daha askıya alınmıştı. Ülkenin yeni diktatörü ABD destekli Castillo Armas, nüfusun % 10’una “komünist” olduğu şüphesiyle soruşturma açmış, binlerce insanı gözaltına almıştı. Ubico dönemini aratmayan bir faşist olduğunu kanıtlamıştı. United Fruit şirketine toprakları iade edilmiş, Mayalara verilen topraklar geri alınmış, binlerce köylü yine topraksız ve yoksul kalmıştı.
Guatemala kısa bir sürede korkunç bir şiddet sarmalının içine girdi. 1954 darbesine tepki gösteren solcu askerler cunta yönetimine başkaldırmış, 42 yıl sürecek bir iç savaş başlamıştı. Cunta yönetiminin topraksız bırakıp sürdüğü yoksul kesim ve Maya yerlileri de gerilla örgütleri kurmuş, silahlı mücadeleye başlamıştı. Devletin yoksullaştırma ve şiddet politikaları gerilla örgütlerini beslemiş, iç savaşın ateşini harlamıştı. Özellikle koloni döneminden beri verimli topraklardan sürülen Maya yerlilerinin yaşadığı dağlık kırsal bölgelerde gerilla hareketi otonomi elde etmiş, merkezi hükümetle yıllar süren bir çatışmaya girmişti. Cunta yönetiminin çözümü ise “basitti”. Elinde silah olsun olmasın hükümete tepki gösteren herkesi “terörist” olarak görüyor, gerillaya sempati duyan veya destek vermese de hükümetin yanında saf tutmayan bütün Maya köylerini yakıyor, kadınlara tecavüz ediyor, sivilleri katlediyordu. 1985 seçimlerine kadar cunta yönetimi göstermelik seçimlerle kendi içerisinden belirlediği generalleri başa getirmiş, faili meçhul cinayetler, sivil katliamlar, işkence, köy boşaltma ve isimsiz toplu mezarlar resmi politikaya dönüşmüş, birçok muhalif helikopterle okyanusa atılarak infaz edilmişti. CIA ise bütün bu insan hakları ihlallerinin farkında olmasına rağmen Guatemala ordusuna teknik destek ve eğitim veriyor, ABD Soğuk Savaş politikası kapsamında maddi yardımlarına devam ediyordu.
1980’li yıllarda bu resmi politika geniş çaplı “sessiz bir soykırıma” dönüştü. Askeri rejim, baraj yapımına karşı çıkan köyleri dahi basıyor, önce evlerde kahvaltı yapıp sonra bütün köyü işkence ile katlediyordu. İç savaş sonucunda çoğunluğu Maya yerlisi 200 bin Guatemalalı katledildi.
1954’ten sonra ülkede ilk demokratik seçim, küresel kamuoyu baskısı neticesinde ancak 1985’te yapılabildi. Vinicio Cerezo ülkenin uzun bir aradan sonra ilk sivil başkanı seçildi. Ancak 1978’te ülkesine geri dönebilen sürgündeki eski başkan Arevalo, büyük bir heyecanla Cerezo ile görüştü, tavsiyelerini sundu. Umutluydu: “1944 Ekim Devrimi’nin ikinci yarısı başlıyordu.”
86 yaşındaki Arevalo, 4 sene sonra hayatını kaybetti. Umut dolu öngörüleri ise tutmadı. Her ne kadar 1996’da barış görüşmeleri neticesinde iç savaş durmuş, gerilla silahları bırakıp sivil siyasete girmiş olsa da, Guatemala’ya huzur gelmemişti. Askeri cunta üniformaları çıkarmış, takım elbiseleri giymiş, sermaye sınıfı ile iş birliği yapmış, böylece ülkenin iplerini elinden bırakmamıştı. Bu yeni koalisyonun adı “Pacto de Corruptos” (Yolsuzluk İttifakı) idi. Demokrasi Guatemala’nın asırlık yaralarını saramamış, seçimlerle göreve gelen başkanlar orduyla, güvenlik güçleriyle, derin devletle ve yolsuzluğa bulaşmış hakimlerle iş birliği yapmaya, şirketlerden ve yabancı devletlerden rüşvet alarak kişisel servet edinmeye başlamış, yolsuzluklara karşı çıkarak seçim kazananlar dahi göreve gelir gelmez çalmaya başlamıştı. Guatemala seçimlerinde artık “ülkeyi kimin yöneteceği” değil, “parayı kimin çalacağı” belli oluyordu.
1944-1954 arasında Arevalo ve Arbenz liderliğinde yaşanan 10 yıllık kısa demokrasi baharı bitmek bilmez bir kışa dönmüştü. Guatemala’dan tam 80 sene boyunca pek güzel bir haber duyulmamıştı. Ta ki 2024’e kadar. Guatemalalılar 1954’te askıya alınan umutlarını 80 sene sonra tozlu raflardan indirdi, otokrasinin küresel bir pandemi gibi yayıldığı bir dünyada sessiz bir demokratik devrime imza attı.
Ne tesadüf ki, ülkenin ilk demokratik başkanı Juan Jose Arevalo’nun yarım kalan mirasını tamamlamak yine bir Arevalo’ya, Juan Jose’nin sosyal demokrat akademisyen oğlu Bernardo Arevalo’ya nasip olmuştu. Guatemala’nın ilk demokratik seçimlerini kazanan Juan Jose Arevalo’nun oğlu Bernardo Arevalo, 80 yıl sonra Guatemala’da yeniden demokratik vaatlerle heyecan uyandırmış, % 60 oyla ülkenin yeni başkanı seçilmiş, rejimin bütün ayarlarını bozmuştu.
Değişimin ilk tohumları
66 yaşındaki Bernardo Arevalo, Uruguay’da sürgünde dünyaya geldi. Çocukluğu boyunca birçok ülke değiştirdi. Memleketi Guatemala’ya ancak 15 yaşında lise okumak için dönebildi. İsrail’de Kudüs Hebrew Üniversites’inde sosyoloji bölümünü bitirdi, Hollanda’da sosyal antropoloji doktorası yaptı. 1980 yılında ise Dışişleri Bakanlığı’na diplomat olarak girdi. Dış politikaya olan ilgisi, soyadı ve sakin kişiliğinin de etkisiyle hızla kariyer basamaklarını çıktı: 1994’te bakan yardımcısı oldu, 95’te ise en önemli görevlerden biri olan İspanya Büyükelçiliği’ni üstlendi. 16 yıllık kariyerinin ardından bakanlıktan istifa etti ve Guatemala’daki demokrasiye geçiş ve çatışma çözümü girişimlerine destek vermek amacıyla sivil toplumda görev almaya başladı. Üniversitelerde ders veriyor, müzakere süreçlerine dahil oluyor, demokrasinin pekişmesi için STK’lar kuruyor, çalıştaylar düzenliyordu.
Bernardo’nun sivil toplumu bırakıp siyasete atılmasına ise 2015 protestoları vesile oldu. 2006 yılında demokrasiye geçiş dönemi kapsamında Guatemala, Birleşmiş Milletler ile anlaşmış ve tarafsız uzmanların yer aldığı bir uluslararası komisyonun kurulmasını kabul etmişti: Guatemala Cezasızlıkla Mücadele Komisyonu. Bu komisyon, bünyesindeki hukukçular ve maliye uzmanlarıyla Guatemalalı savcılara yardımcı olacak, bağımsız bir savcılık makamı gibi soruşturma yürütebilecek ve yargı yoluna şüphelendiği durumlarda başvurabilecekti. 2006 yılında kurulan Komisyon birçok faili meçhul cinayeti aydınlatmış, emekli askeri hakim önüne çıkarmayı başarmış, yolsuzlukların üzerine gidilmesini cesaretlendirmişti. Rüşvetlerle yoldan çıkarılması zor olan yabancı uzmanlar ve hukukçular, soruşturmaları cesurca ilertebiliyordu. Fakat Komisyon’un en büyük başarısı 2015 yılında ortaya çıkardığı yolsuzluk ağı “La Linea” oldu. Guatemala’nın mevcut başkanı Molina, başkan yardımcısı Baldetti dahil 22 üst düzey hükümet yetkilisi, gümrük memurlarından oluşan bir yolsuzluk ağı kurmuş, bazı malların rüşvet karşılığında gümrükten kaçak geçmesine göz yummuş, elde edilen yasadışı geliri kendi aralarında paylaşmıştı.
Ortaya çıkan yolsuzluk iddiaları halkı sokağa döktü, Molina ve Baldetti’nin dokunulmazlıkları meclis tarafından kaldırıldı, başkan ve yardımcısı nihayetinde istifa etti ve tutuklanarak hapse atıldı. Yolsuzluk yaptığı ortaya çıkan bir başkanın istifa etmesini sokağa çıkan halk ve sivil toplum sağlamıştı. Bernardo Arevalo, bu halk hareketinden çok etkilenmiş, çevresindeki insan hakları aktivistlerini, üniversite öğrencilerini ve akademisyenleri toplayarak bir çalışma ekibi kurmuştu. Eğitimli kentli orta sınıfların oluşumu zaman içerisinde sol liberal bir siyasi partiye dönüştü: “Tohum Hareketi”.
Tohum hareketi, 2017 yılında resmileşti. Kurucu kadrosu güçlüydü: Maya yerlisi akademisyenler, ordu tarafından faili meçhul cinayetleri araştırdığı için katledilen Myrna Mack’in kızı Lucreacia Mack, Bernardo Arevalo, genç üniversite öğrencisi Samuel Perez, beyaz yakalı kentli Guatemalalılar. En büyük endişeleri “halktan kopuk elit bir parti” olmaktı.
2015 gösterilerinin yarattığı dalgayla 2015 seçimlerini siyasete yeni giren milliyetçi bir komedyen olan Jimmy Morales kazanmıştı, Morales yolsuzluk karşıtı popülist bir kampanyayla seçilmişti. Fakat kısa bir sürede Komisyon kendisi hakkında da yolsuzluk iddialarını araştırmaya başladı, Morales Komisyonu’un “dış mihralar tarafından yönetildiğini” belirtip Komisyon’un faaliyetlerini durdurdu, Komisyon Başkanı’nı sınırdışı etti. Anayasa Mahkemesi bu kararın hukuka aykırı olduğunu tespit etse de Morales karara uymadı. Yolsuzluk karşıtlığıyla iktidara gelen Morales, gücü eline geçirir geçirmez değişmiş, yolsuzlukla mücadele eden kesimlerin üzerine gitmeye başlamıştı. Morales’in bir sonraki adımı Baş Savcılık ataması oldu.
Guatemala anayasası m.251’e göre, yolsuzlukla mücadele etmek, yasaların ve anayasanın uygulanmasını sağlamak amacıyla çok güçlü bir Baş Savcılık kurulmuştu. Başkan tarafından atanan Baş Savcı ağır bir suç işlemedikçe 4 sene boyunca görevde kalıyor ve büyük bir hukuk ekibiyle soruşturmalar yürüterek davalar açıyordu. Bu güçlü savcılık makamı geniş yetkilerle donatılmıştı. Nitekim 2018’e kadar görev yapan Thelma Aldana birçok yolsuzluk dosyasının üstünün kapanmasını engellemişti. Morales, Aldana’nın görev süresi bitince yerine muhafazakar sağcı bir hukukçu olan Maria Consuelo Porras’ı atadı. Porras, önceki savcıların aksine yolsuzlukla mücadele etmeyi değil, yolsuzlukla mücadele edenleri susturmayı görev edindi. Hükümeti eleştiren gazetecilere dava açıyor, yolsuzluk davalarına bakan hakimler hakkında suç duyurusu bulunuyor, tuhaf sebepleri öne sürerek seçimlerde aday olan siyasetçileri tutuklatmaya çalışıyordu. Porras, yolsuzlukla mücadele edilmesi için kurulan bir makamını “Pacto de Corruptos” Yolsuzluk İttifakı’nı korumak için kullanıyordu.
Nitekim Porras açtığı davalarla 2019 seçimlerinde Bernardo Arevalo’nun kurduğu sol liberal partinin başkan adayı, eski baş savcı Thelma Aldana’nın adaylığını teknik bir gerekçe ileri sürerek iptal ettirmiş, adeta Yolsuzluk İttifakı’ndan bir adayın kazanmasını sağlayacak şekilde müdahale etmişti.
Bernardo Arevalo ve arkadaşları, anketlere göre kazanması muhtemel olan adaylarının yarıştan tuhaf bir dava nedeniyle çektirilmesinin şokunu yaşıyordu. Her ne kadar seçimlere yeni katılan bir parti olarak % 5 oy alsalar ve Kongre’ye vekil sokmayı başarsalar da büyük bir hüsran yaşamışlardı. Yolsuzluğa karşı verdiği yoğun mücadeleyle ismini duyurmuş bir başkan adayı bulmalarına rağmen Baş Savcı’nın müdahelesiyle başkanlık seçimi pusulasından silinmişlerdi.
Porras, Bernardo Arevalo ve arkadaşlarıyla uğraşmaya devam edecek, partilerinin sadece “elit kentli” bir düşünce kuruluşu olmamasının önüne geçmek için çabalayacaktı.
Sandıktan çıkan sürpriz
2023 seçimleri Semilla ve Arevalo için kritikti. Semilla’nın adayı partinin kurucularından Bernardo Arevalo’ydu. 2023 seçimleri yaklaştıkça Baş Savcı Porras yine seçimlere müdahale etmeye başladı. Anketlerde iyi oy oranlarına sahip gözüken 3 adayı eledi. Elenenlerden biri Maya yerlilerinin liderlerinden Thelma Cabrera’ydı. Cabrera’nın başkan yardımcısı yolsuzluk yapmadığına dair bir belge sunmadığı için başkan adaylığı reddedilmişti.
Her ne kadar hakkında yolsuzluk davası açılanların aday olmasına izin verilse de, böyle bir belge ibraz eksikliği adaylığın reddine sebep olabiliyordu.
Porras anketlere göre önde olan ve “Yolsuzluk İttifak”nı eleştiren ne kadar aday varsa hepsi hakkındaki şikayetleri dikkate almış, soruşturmalar başlatmış, yine seçimleri “devlet eliyle” dizayn etmeye çalışmıştı. Porras, neredeyse başkan kadar yetkili, Guatemala’nın kaderine karar verdiğini düşünecek kadar da egoluydu.
İspanyolca, İngilizce, Fransızca, Portekizce ve İbranice olmak üzere 5 dil bilen bir sosyoloji akademisyeni olan Bernardo Arevalo ise anketlerde % 0.7 civarında seyrettiği için Baş Savcı Porras’ın dikkatini çekmemiş, kimse tarafından fark edilmemişti. Arevalo sakin bir şekilde kampanya yaptı, rakipleri her ne kadar kendisine “komünist” dese de Amerikalı Demokratlar kıvamında merkez sol fikirleri savundu, eğitimli kentli bir Hispanik olmasına rağmen (Maya yerlilerine göre “beyaz”) yerlilere ilişkin projelerini açıkladı, sivil toplum ile bağlarını kuvvetlendirdi. Porras Yolsuzluk İttifakını eleştiren adayları eledikçe Arevalo’ya olan ilgi sessiz bir şekilde arttı, anketlere yansımayan bir halk desteğine kavuştu.
Guatemalalılar 25 Haziran 2023’te sandığa gittiğinde bütün ülkeyi şok edici bir sonuç ortaya çıkmıştı. Sandığa katılım oranı % 60’tı. Seçimlerin birinci partisi ise %25 oyla geçersiz veya boş oylardı.
1.5 milyon kişi siyasete ve Yolsuzluk İttifakı’na tepkisini göstermek amacıyla pusulaları karalamış, geçersiz oy kullanmış veya boş pusula atmıştı. Geçerli oyların birincisi ise beklendiği üzere %21 ile eski First Lady Sandra Torres’di. Sandra Torres, ülkenin ilk solcu başkanı Alvaro Colom’un eski eşiydi. Anayasaya göre başkanın ailesi aday olamadığı için eşinden boşanmış ve aday olmuştu. Colom da adı yolsuzluklara karışan bir Yolsuzluk İttifakı üyesiydi. Sandra Torres ise zamanın ruhuna uymuş, solcu geçmişine rağmen muhafazakar, sağcı bir kampanya yapmış, rakiplerine “komünist, ajan” demiş, Guatemala’yı LGBT’ye karşı koruyacağını belirtmiş, başkan yardımcısı olarak genç bir evanjelik papazı seçmişti.
Torres, yolsuzlukla mücadele edenlere ajan diyor, kırsaldaki muhafazakar seçmene sesleniyordu. Sosyal yardımların devam edeceğini belirtiyor, kampanyası boyunca seçmene gıda ve kumaş poşet dağıtıyor, özel helikopteriyle mitinglere gidiyordu.
Seçimlerin ikincisi ise sürpriz bir isimdi. Bernardo Arevalo, beklenmedik bir şekilde anketleri alt üst etmiş, pusulada adı yolsuzluklara bulaşmamış tek isim olarak tepki oylarını almıştı. 650 bin oyla %15 oy alan Bernardo Arevalo’nun kendisi dahi bu sonucu beklemiyordu. Sessiz sakin bir sosyolog, ikinci tura kalmıştı. Bu sessiz ve derinden kampanyası nedeniyle Baş Savcı Porras’ın gözünden kaçan Arevalo’yu durdurmak artık çok zordu.
Fakat Porras için hukuk, sadece emellerine ulaşmak için eğip bükebildiği bir araçtı. Siyasi emelleri uğruna yapabileceklerinin bir sınırı yoktu. Nitekim Porras, Bernardo Arevalo’nun bu seçim başarısını hemen cezalandırdı, panikle bütün düğmelere bastı: Yolsuzlukların üzerine giden ve “Yolsuzluk İttifakı”nı eleştiren biri başkan seçilemezdi. Arevalo, Ağustos’ta düzenlenecek ikinci tur seçimlere kadar durdurulmalıydı.
Bernardo Arevalo’nun suçu: Seçimleri kazanmak
Bernardo Arevalo’nun beklenmedik zaferi, “devlet makamlarını” hareketlendirdi. Baş Savcı Porras, önce seçimlerde hile olduğu iddiasıyla seçim merkezlerininin basılmasını emretti, oy sandıklarına el koydu. Daha sonrasında, geçmişte bir üniversiteye yapılan rektör atamasını protesto ettikleri gerekçesiyle Arevalo ve başkan yardımcısı adayı hakkında “şiddete teşvik” soruşturması başlattı. Ve son olarak, Arevalo’nun partisi Semilla’nın 5 sene önceki belgelerini tekrar inceleyerek kuruluş dilekçelerindeki imzalarda tutarsızlık olduğunu tespit etti ve partiye kapatma davası açtı. Semilla yetkilerinin 5 sene önce ibraz ettikleri belgelere bakmaları, gizlilik kararı nedeniyle yasaktı. 25 Haziran’daki birinci tur ile 20 Ağustos arasındaki ikinci tur başkanlık seçimleri arasında 2 ay vardı. Porras ve Yolsuzluk İttifakı’nın amacı, Arevalo’nun önüne bu kısa sürede mümkün olduğu kadar engel çıkarmaktı.
Semilla’ya açılan kapatma davası mahkemeler tarafından kabul edildi ve parti hakkında kapatma kararı verildi. Fakat hakimlerden oluşan Seçim Kurulu, ikinci tura kadar böyle bir kararın verilmesinin seçim sürecini etkileyeceği iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Anayasa Mahkemesi de seçim bitene kadar bu kararın uygulanmaması gerektiğine hükmetti. Nitekim Haziran’daki 1. tur seçimlerinde Semilla %11 oy alarak meclise 23 vekille girmeyi başarmıştı.
Bernardo Arevalo, ikinci tur seçimlerinde artık sessiz değildi. Ülkenin temel sorunlarına ilişkin soğukkanlı ve üzerine çalışılmış detaylı projeler açıklıyor, uçuk vaatler yerine ayağı yere basan çözümler sunuyor, yolsuzlukla mücadele edileceğini belirtiyor, özellikle kentli bir “beyaz” olarak Maya yerlilerine el uzatıyordu.
Nitekim Arevalo’nun taktiği işe yaradı. İkinci tur seçimlerinde % 60 oy alarak Yolsuzluk İttifakı’nı sandıkta paramparça etti. Arevalo, Guatemala’nın yeni başkanı seçilmişti. Baş Savcı Porras yine düğmelere bastı. Seçim Kurulu’nun ertelediği kapatma kararı Porras tarafından tekrar uygulanmak istedi, Porras kapatma kararına uymayan Seçim Kurulu’nun sicil ofisini polisle bastı, Seçim Kurulu üyesi hakimlere soruşturma açtı. Seçimleri kaybeden Torres’in partisi ise Kongre’de boş durmadı, Seçim Kurulu hakimlerinin dokunulmazlığını kaldırdı, Porras da hakimler hakkında gözaltı kararı verdi. Hakimler ülkeyi terk ettiği için gözaltına alınmaktan kurtuldu. Tarafsız ve hakkaniyetli bir karar verdikleri için cezalandırılmışlardı. Bu sırada Anayasa Mahkemesi, partinin kapatma kararının Arevalo’nun görevi devralmasını etkilemeyeceğine hükmetti. Fakat Arevalo, devir teslim sürecinde mevcut yönetimle yürüttüğü iş birliği durduracağını açıkladı. Zira parti ofisleri basılıyor, Semilla’nın milletvekili seçilen önemli isimleri art arda gözaltına alınıyordu. Haklarında hiçbir yolsuzluk iddiası yoktu, fakat hükümete yandaş isimlerin rektör atanmasını protesto ettikleri, halkı sandığa sahip çıkmak için sokağa çağırdıkları için “şiddete teşvik” suçlarından yargılanmaları talep ediliyordu.
Baş Savcılık sadece davalar yoluyla Arevalo’yu yıldırmaya çalışmamıştı. Baş Savcılık ofisi seçimlerden hemen önce Arevalo’ya bir ekip yollayarak kendisine yönelik bir “suikast girişimi” olabileceği belirtmiş, gözdağı vermişti. Arevalo’nun devlet koruması yetersizdi, rakibi gibi bir bütçesi de yoktu. Arevalo başına bir şey gelmesi durumunda sorumluları şimdiden göstermek için Inter-Amerikan İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdu. Mahkeme tehditlerin somut ve güncel olduğunu belirtti ve Guatemala’nın Arevalo ve başkan yardımcısının güvenliğini sağlamak gibi bir pozitif yükümlülüğü olduğuna hükmetti.
Porras’ın bir sonraki hamlesi ise Kongre’den Arevalo ve başkan yardımcısının dokunulmazlıklarının kaldırılmasını talep etmek oldu. Porras, Arevalo’nun seçilmiş başkan olmasından dolayı sahip olduğu dokunulmazlığının kaldırılmasını talep ediyor, Ocak 2024’te devir teslim töreni olmadan Arevalo’yu kodese tıkmak istiyordu. Kongre dokunulmazlıkları kaldırmadı, fakat Semilla partisinin kapatılması kararını uyguladı ve meclisteki Semilla grubunu dağıttı. Semilla vekilleri artık parti grubunun getirdiği avantajları kullanamıyor, Kongre liderliğine seçilemiyordu.
Arevalo % 60’la seçim zaferi kazandığı Ağustos ayından başkanlığı devralacağı 14 Ocak 2023’e kadar her an tutuklanma tehlikesi altında yaşamış, başından geçenleri şu sözlerle anlatmıştı: “20. yüzyılda darbeler tank, süngü, askerlerle 2-3 günde yapılıyordu. 21. yüzyılın darbeleri Kongre üyeleriyle, avukatlarla, mahkemelerle yapılıyor. Daha sofistike, daha uzun soluklu, daha kurumsal. Fakat bu tür darbelerde bu kurumlar sadece hukukun bir kenara bırakıldığı içi boş kabuklar.”
Arevalo içi boş bir “yasallık” kılıfına bürünmüş bu uzun soluklu darbe girişimini halkın desteği ile atlatmıştı. 80 yıl önce babasının hayatlarına dokunduğu Maya yerlileri, dağ köylerinden, kırsal bölgelerden akın akın başkente yürümüş, Arevalo görevi teslim alana kadar nöbet tutmuştu.
“Bernie” Amca koltuğa oturuna kadar uyku yok!
Arevalo’nun başkanlığı devralacağı 14 Ocak 2024’e kadar başkentte halk nöbet tutmaya başlamıştı. Kentli elitler, gençler, üniversite öğrencileri Baş Savcı Porras’ın ofisinin önünde çadır kurmuş, Arevalo başkanlık koltuğuna oturana kadar nöbeti bırakmayacaklarını açıklamıştı. Gençler Bernie Sanders’a benzerliği nedeniyle “Bernie Amca” lakabını taktıkları Arevalo için TikTok videoları çekiyor, halkı nöbetlere çağırıyordu. Çağrıları yanıt buldu, fakat sadece TikTok’tan değil, Mayaların yaşadığı dağ köylerinden.
2. turda büyük bir teveccühle Bernardo Arevalo’ya oy veren yerliler sürpriz bir kararla ülkedeki bütün kabileleriyle birlikte gruplar halinde başkente geldi ve Porras’ın ofisinin önünde çadır kurdu. 2023 seçimlerinde adaylığı iptal edilen Maya yerlisi adayın öfkesini hala içlerinde taşıyan yerliler, ikinci turda Arevalo lehine değişimden yana kullandıkları oyların boşa gitmesini istemiyor, ilk kez Yolsuzluk İttifakı’ndan olmayan bir siyasetçinin göreve gelmesini arzuluyordu. Mayalar önce başkente çıkan yolları kapadı, 3-4 günlük grev başlattı. İçişleri Bakanı Maya yerlilerine müdahale etmek istemediği için istifa etti, sonra da tabii ki Porras’ın açtığı soruşturmayla gözaltına alındı. “Yolsuzluk İttifakı” rejiminin emrinden çıkmak Porras için kırmızı çizgiydi.
Yerliler başkentte yürüyüşler düzenliyor, kendi dillerinde pankartlar hazırlıyor, uzun zamandır ilk kez kentli beyaz elitlerle yan yana bu kadar yoğun bir iş birliği yapıyordu. Sadece Maya yerlileri ve gençler değil, uluslararası kamuoyu da hükümet yetkililerine baskı kuruyordu. 80 yıl önce Arevalo’nun babasını darbeyle deviren ABD, bu sefer Arevalo’nun elinden kazanılmış koltuğu almaya çalışan baş savcı Porras’a, parti kapatma davasında karar veren hakime tepki göstermiş, yaptırım listesine bu kişileri eklemişti. ABD aynı zamanda Seçim Kurulu hakimlerinin dokunulmazlığının kaldırılması lehine oy kullanan siyasetçilere de yaptırım uygulama kararı almış, Guatemala’ya giden Avrupalı yetkililer ve Amerikalı senatörler devir teslimin sağlıklı yürümesi için hükümetle özel olarak görüşmüştü. ABD’nin en büyük çekincesi Guatemala’da olası bir iç çatışma yaşanması durumunda halihazırda ülkenin gençlerinin ABD’ye olan yasadışı göçünün artmasıydı.
Herkes gergindi. Porras ve “Yolsuzluk ittifakı”, yasal gözüken hukuksuz bir hamleyle kazanılmış bir seçimin sonuçlarını geçersiz kılmaya çalışabilir, Guatemala, Trump seçimleri kaybedince destekçilerinin Kongre’yi bastığı 6 Ocak benzeri bir kaosun içine sürüklenebilirdi. Guatemala’da birçok darbe olmuştu, fakat daha önce hiç kazanılan bir seçim iptal edilmemişti. Bu durum ülkenin zaten pek de iyi olmayan demokrasi karnesini sıfırlayabilirdi. Nitekim devir teslim törenin yapılacağı 14 Ocak’ta, yeni bir kriz daha yaşandı. Devir teslim törenini yönetecek olan Kongre delegasyonu seçimlerinde eski rejimin destekçileri kavga çıkardı, oylamayı geciktirdi. Fakat Semilla’nın bağımsız vekilleri başka partilerdeki isimlerle anlaşarak krizi aştı, 9 saatlik gecikmeyle Kongre delegasyonu seçimleri yapıldı, kapatılan Semilla partisinin bağımsız vekilleri başka partilerin desteğiyle Kongre yönetimine seçildi.
9 saatlik bir gecikmeyle Bernardo Arevalo başkanlığı resmen devraldı, ülke rahat bir nefes aldı, Maya yerlileri ve TikTokçu gençler nöbetlerini bitirip kutlamalara geçti.
Arevalo’nun ilk işi nöbet tutan Maya yerlilerini ziyaret edip teşekkürlerini sunmak oldu. Arevalo, Mayaların kutsal ayinine katılan ilk Guatemala başkanı olarak tarihe geçmişti. Bugüne kadar hiçbir Guatemala başkanı ülkenin yarısını oluşturan Mayaların kutsal törenine katılmamıştı. Mayalar devleti genellikle köy baskınlarında görmüştü.
Arevalo sadece bir Maya yerlisi bakan atamakla eleştirilse de kendisine zaferi getiren Maya yerlilerini unutmamış, onları zaferine ortak etmiş, tarihi bir bariyeri yıkmış, kentli orta sınıflarla Maya yerlilerini buluşturmuştu.
Guatemala’da bir şeyler değişmişti. Porras’lara rağmen.
Washington out, Guatemala in
Guatemala halkı, hukuku muhalifleri kodese tıkmak için bir “yasal” kılıf olarak kullanan savcıları, siyasi amaçla parti kapatan hakimleri, yolsuzlukla mücadele edenleri susturmaya çalışan elitleri, fakat en önemlisi klişe sol-sağ kavgalarıyla halkı oyalayan, ama kapı arkasında el ele ülkeyi soyup soğana çeviren “Yolsuzluk İttifakı”nı yenilgiye uğratmıştı. Maya yerlileri, eğitimli kentli orta sınıflar, işsiz gençler, TikTok fenomenleri, STK’lar el ele vermiş, önce oy sandıklarına, sonra da başkan seçtikleri adama sahip çıkmıştı.
ABD’de Trump destekçileri 2020 seçimlerinden sonra seçimlerin hileli olduğunu iddia ederek sonuçların tescil edildiği bir Kongre oturumunu basmışken, Guatemalalılar seçim sonuçlarının iptal edilmemesi için 100 gün boyunca nöbet tutmuş, sandıklarına sahip çıkmıştı. Guatemalalıların demokrasiye sahip çıkmaları ve hakimlerden polise, askerlerden siyasetçilere imtiyazlarını kaybetmek istemeyen bir yolsuz elit çetesine “dur” demeleri dünyada pek duyulmadı, ilgi de çekmedi. İyi haberlerin reytingi biraz düşük. Fakat 17 milyonluk küçük bir Orta Amerika ülkesi olan Guatemala demokrasiye nasıl sahip çıkılacağını otoriterliğin giderek yayıldığı bir dünyaya çok net bir şekilde gösterdi. İyi de oldu. Guatemala’nın demokrasi hikayesi sadece uzaktan bakılacak romantik niş bir öykü değil. Dünyanın artık bu tür hikayelere fazlasıyla ihtiyacı var. Küresel demokrasi ölçümleri yapan V-Dem’in yeni raporuna göre 2003’ten 2023’e, demokratikleşen ülkelerin sayısı 35’ten 18’e düştü, otokratikleşen ülkeler 11’den 42’ye çıktı. 2003’te otokrasi altında yaşayan dünya nüfusu %50’ydi. Artık %71.
Evet, dünyada bir şeyler değişiyor, fakat 2000’li yıllardaki Fukuyama’nın iyimser liberalizminin öngörülerini kırıp dökerek değişiyor. Açık toplumlar giderek içe kapanıyor, yıkılan duvarlar yeniden örülüyor, kırılan önyargılar yeniden üretiliyor. Dünyaya demokrasi dersi veren, demokratik rejim “ihraç etmeye” kalkan Batı başkentlerinde Kongreler basılıyor, bütün dünyaya yayılan komplo teorileri, yalan haberler konuşuluyor, İsrail uğruna demokratik değerlerin askıya alınmasına sebep olan pragmatik politikalar, eldeki mirası sıfırlıyor.
Ne ilginç ki artık Washington’da halk seçimleri iptal etmek için Kongre basarken, Guatemala’da Maya yerlileriyle TikTokçu gençler bütün dünyaya örnek olacak şekilde sandıklara sahip çıkmak için nöbet tutuyor.
Güzel haberler, ilham verici hikayeler hep Washington’dan, Londra’dan, Paris’ten gelecek değil ya. Biraz da Guatemala’yı dinleyelim. Ne dersiniz? Kötü mü olur?