Türkiye güne yine bir operasyonla uyandı. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 5-9 Ekim 2014 tarihleri arasında düzenlenen Kobani eylemlerine ilişkin yürüttüğü soruşturma kapsamında 7 ilde 82 kişi hakkında gözaltı kararı verildi.
Operasyon hem yapılış şekli hem de zamanlamasıyla çok dikkat çekici. Çünkü haklarında gözaltı kararı verilen kişiler, daha önce bu konuyla alakalı birçok kere ifade verdiler. Mesela, 2016’da HDP milletvekillerine ilk operasyon yapıldığında da soruşturma konularından biri buydu. Hatta Ayhan Bilgen, bu çerçevede 8.5 ay tutuklu kalmıştı. Bilgen, defaten, soruşturma konusu olan MYK toplantısına katılmadığını belirtmesine rağmen mahkeme bunu dikkate almamıştı. Ancak daha sonra Anayasa Mahkemesi, Bilgen’in katılmadığı bir toplantıda alınan karardan ötürü tutuklanmasını hukuka aykırı bulmuş ve Bilgen’e tazminat verilmesine hükmetmişti.
Hülasa, yeni bir dosyadan değil, eski ve hakkında birçok işlem yapılan bir dosyadan söz ediyoruz. Bu eski dosyada yeni bir durum da yok; nitekim Başsavcılık yazılı açıklamasında ne yeni bir soruşturmadan ne de yeni bir delilden bahsediyor. Keza böyle bir gözaltı dalgasını neden şimdi başlattığına dair bir izahta da bulunmuyor. Dolayısıyla nereden bakılırsa bakılsın, bu olayda hukukun değil siyasetin belirleyici olduğu çok belli. Hini hacette kullanılır diye bazı dosyalar rafta tutuluyor, iktidarın ihtiyacı belirdiğinde o dosyalar raftan indirilip işleme konuluyor.
Çuvala sığmayan mızrak
Hukuku siyasetin hizmetine koşan bu operasyonun, konjonktürel olarak, iki amacının olduğu kanısındayım:
İlki, son günlerde ortaya çıkan yargı ile yürütme arasındaki son derece sorunlu ilişkiyle ilgili. Ankara Cumhuriyet Başsavcısı, Erdoğan’ın siyasi rakipleriyle ilgili hayati derecede önem arz eden soruşturmaları yürütüyor. Erdoğan’a gerçekleştirdiği düğün ziyareti, onun yürütme ile kurduğu mesafesiz ilişkinin sağlam bir delili. Başsavcının yürütmeye bu kadar yakın durması, siyasi nitelikteki davalardaki bütün kararları şaibeli hale getiriyor.
Külliye’den yansıyan fotoğraflar, mızrağın çuvala sığmadığını net bir şekilde gözler önüne serdiğinden, muhalefetin sert eleştirisine uğradı. Dolayısıyla HDP’ye yapılan operasyonda bu tür eleştirilerin önünü kesme ve muhalefete gözdağı verme gayesinin önemli bir yer tuttuğu söylenebilir.
İkincisi, Cumhur İttifakı bir süredir dış politika üzerinden milliyetçiliği kabartan bir hata girmişti. Ancak Batı’ya meydan okuyan bu hat, gelip sınırına dayandı ve bir noktadan sonra artık işlemez oldu. İktidar, zig-zaglar çizdi ve geri adım atmak mecburiyetinde kaldı. Öylesine bir geri adımdı ki bu, iktidar muhibbi çevrelerde bile soru işaretlerine ve kısmi hoşnutsuzluğa yol açtı. İktidar bu vaziyet karşısında, içeride tansiyonu yükselterek dışarıdaki sıkışmışlığı ve başarısızlığı gözden kaçırma yoluna gitti.
HDP’ye dönük operasyonu bu çerçevede değerlendirmek mümkün; iktidar dış politikadaki geri çekilişini bu operasyonla perdelemeye gayret ediyor. Bir bütün olarak muhalefeti kendi belirlediği konularla meşgul etmek, belli bir sınıra hapsetmek ve gündemi de konuşulmasını istediği mevzularla kurmak; iktidarın hedefi bu ve operasyon da bu hedefin bir aracı.
Geçmişe değil geleceğe
Konjonktürel olanların yanında daha uzun vadeli bir hedefi var bu operasyonun. O nedenle bu operasyonu geçmişe değil geleceğe matuf bir şekilde okumak daha doğru olur. İktidar, mevcut iktidar-muhalefet yapısı korunduğu takdirde geleceğin kendisi için çok daha zorlayıcı olacağını biliyor. Bunun için de bütün adımlarını, bir sonraki seçimlerde karşısına çıkacak muhalefet ittifakını nasıl zayıflatacağını düşünerek atıyor. Her hamleyi hassas noktaları kaşıyarak muhalefette bir çatlak oluşturmak ve muhalefetin birlikte hareket edeceği zemini tahrip etmek kastıyla yapıyor.
İktidarın bu oyun planı içinde en mühim mesele Kürt meselesi, en belirleyici aktör de HDP; iktidar, HDP’yi ve Kürt seçmenleri muhalefet bloğundan koparmadıkça rahat yüzü görmeyeceğinin farkında. Kürt meselesini, bu çerçevede, hem toplumsal kutuplaştırmayı artırmak hem de muhalefette bir yarılma meydana getirmek için kullanıyor. Operasyona karşı çıkıp HDP’yi savunduğunda muhalefeti tamamen “terörle işbirliği yapmak” parantezine sokmanın, sessiz kaldığında ise muhalefet ile HDP’nin arasını açmanın hesabını yapıyor. Yani her halükarda bu oyunda karlı çıkacağını düşünüyor.
İktidarın bu oyununu bozmak, bu operasyona net bir şekilde karşı çıkmakla olur. Operasyona karşı çıkmak, HDP’ye değil, siyasete sahip çıkmaktır. Muhalefet, iktidarın manipülasyonlarına karşı toplumun ferasetine güvenmeli ve siyaseti daha cesur bir şekilde savunmalı.
Hukuku bir iktidar sopası olarak kullanıp siyaset alanını tanzim eden gidişi tersine çevirmenin yolu budur.
(*) Gazete Pencere, 26.09.2020