Bütün tv kanallarının akşam programlarındaki açık oturumlarının birinci konusu; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ekonomi Bakanının Instagram istifası konusunun dağılması için etmiş olduğu bir cümle: Ekonomide ve demokraside reformlara gidiyoruz!
İçeriğinin satırbaşları bile belli olmayan bu iki konuda “gündemdir diye” olmadık tartışmalar yapılıyor.
2003’ten beri istenip de yapılmayan/yapılamayan reformlar olsa olsa şunlar olabilir diye suya yazılar yazılıyor. Ezelden karşıt görüşlüler belli olmayan konularda kıyasıya tartışıyor.
Bana göre asıl tartışılması gereken konu bu “Parti Devletin” demokratikleşebilmesinin mümkün olabilip olamayacağı konusudur. Parti Devlet sistemi demokrasiyle birlikte yürütülebilir mi?
“Parti Devlet” teriminin gerçek ve herkes tarafından anlaşılabilen tanımı adı üstünde tek partili veya bizdeki gibi “fiili tek partili” sistemdir.
Parti Devlet sisteminde bizde olduğu gibi güç, tek bir elde toplanır.
Parti Devlet sisteminin öbür adı Otokratizmdir.
Böyle bir rejimde bizde olduğu gibi mutlak güç iktidardaki O partinindir. Muhalefete muhalefet gibi davranılmaz. Düşman muamelesi yapılır.
Bizde olduğu gibi O Parti yalnızca lideriyle anılır ve yalnızca O’nun belirlediği yolda gider.
Yine bizde olduğu gibi O lider ne kadar demokratsa o ülkedeki rejim de o kadar demokrattır.
Lider ne kadar despotsa rejim de o derecede despottur.
Herkesin, her kurumun kaderi bizde olduğu gibi liderin iki dudağının arasındadır.
Bu durumda “gerçek”, ancak liderin gösterdiği oranda ve şekilde vardır.
Ama tabi ki sistemin yürütülebilmesi için halkın önemli bir bölümünün desteği şarttır.
Bu desteğin sağlanması için kullanılması gereken argümanlar bellidir:
Bizde olduğu gibi kör milliyetçilikle yaratılan beka sorunu en başta gelendir. Buna din sosunu da eklendiğinde mutlak iktidar çantada keklik haline gelir.
Ülkemiz bugün anayasal bir otokrasiyle yönetilmektedir. Benzeri tarihte mutlaka olmuştur ama bir akademik çalışma yapılıyorsa bana göre alınması gereken en elverişli örnek Anayasal Otokratik bir Parti Devlet yönetimiyle idare olunmakta bulunan Türkiye Cumhuriyeti Devletidir.
Otokraside de demokrasilerde olduğu gibi parlamento vardır, ama son derecede işlevsizdir bizdeki gibi; yasama, yürütme, yargı ve medya vardır ama bunlar doğrudan o otokrat rejimin liderine bağlanmıştır. İfade ve örgütlenme özgürlüğü vardır ama bunun sınırlarını hukuk değil, otokrat liderin iradesi çizer; Ceza kanunu vardır ama hangi eylemin suç hangisinin suç olmadığına da o otokrasinin lideri karar verir. O ihsan edicidir. Toplumun babasıdır. Sever de döver de, O bizim için düşünür, bizim akıl yürütmemize gerek yoktur; ve nihayetinde onun iradesi hepimizin iradesidir. Dolayısıyla ulusun güvenliği de onun iradesine bağlıdır. Nihayetinde “tehdit” kavramının içeriği de o otokratın iradesine göre de değişir. Hiza, O’na göre alınır. O’nun dostları ve düşmanları O’nun çizdiği sınırlar içinde yaşarlar. İradelerini O’nun çizdiği sınırlar içinde izhar ederler. Etmeyenler ya hapishaneleri boylar ya da kulvar dışına atılır. Halkın seçtiği Belediye Başkanları da diken üstünde olmalıdır. İrade-i seniye dışına çıkarsa derhal oradan alınıp bir hapishanenin bir köşesine atılıp yerine kendisine sadık birinin yani Valisinin atanacağını herkes bilmelidir. Halk da oyunu ona göre kullanmalıdır ki, boşu boşuna oy verip zahmete girmesine gerek olmasın.
Her Otokrat liderin bizde olduğu gibi hukuka değil ama belli bir yasal düzene ihtiyacı vardır. İradesini punduna getirip, Anayasal mertebeye çıkarıp yüzde 51’lerle “Kuvvetler Ayrımını” “Kuvvetler Birliği” haline getirir.
Yüzde ellibir ile Eski Yunandan gelip Monteskiyö tarafından sistemleştirilen; toplumun tüm kesimlerinin uzlaşma metni olan “ toplum sözleşmesini” ”Millet iradesi” diye yutturur ve adını da Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi koyar.
Gücünü manipule edilmiş olan halktan alacağını çok iyi bildiğinden bizde olduğu gibi İslam soslu sermayeden yola çıkıp medya patronlarına ulaşır ve neticede görsel ve yazılı medyanın neredeyse yüzde doksanlarını kendine bağlar. Müslüman toplumların fertlerinin nasıl avlanacağını çok iyi bilir. “Post truth” adlı; çağın irade avcılığını çok iyi becerir. Gerçek olmayanı gerçek gibi, gerçeği ise gerçek olmayan gibi sarıp sarmalar sofraya sunar. Bu yolla her türlü muhalefeti anında yok eder. Edemediğini yine medya ve hakim olduğu yargı gücü ile etkisiz kılar.
Yine bizde olduğu gibi yargıyı kendisine bağlama operasyonunu aynı FETÖ olayında olduğu gibi HSK ile başlatır. Bilir ki O’nu ele geçirdiğinde tüm yargı da O’nun olacaktır. Zaten o Kurulun Başkanı doğrudan O’nun atadığı Adalet Bakanıdır. Üç üyeyi doğrudan kendisi atar. Yedi üyeyi kendisinin görüş ve düşüncelerinden milim sapmayan TBMM’nin salt çoğunluğu atar. Yani bizzat Şahsı ve dolaylı olarak Şahsı, yargının tümünü dizayn eden HSK’yı oluşturur. İnanmayan Anayasanın 159. Maddesini okusun.
Sıra Yargıtay’a gelir. O’nun tüm üyelerini zaten bu Otokrasinin liderinin oluşturduğu HSK atar. Son derecede önemli işlevi olan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısını doğrudan Şahsı atar (Bkz. AY Madde 154).
Elde edilmesi gereken diğer çok önemli bir yer Anayasa Mahkemesi’dir. Liderin tam egemenliği altında bulunan TBMM 5 üyeyi, bizzat Şahsı ise 7 üyeyi, geri kalanları ise HSK’nın oluşturduğu Yargıtay ve Danıştay ile; TBMM’nin seçtiği Sayıştay ile Başkanını doğrudan Cumhurbaşkanın atadığı YÖK tarafından tespit edilen 3 üye ile AYM oluşturulur. (Bkz. AY Madde 146)
Böylece bizde olduğu gibi Parti Devlet Otokrasisinde medya dahil tüm Anayasal güçler tek kişinin eline geçmiş bulunmaktadır.
Otokrat lider bir kere “atı alıp Üsküdar’ı geçmeye görsün” ; Her şey artık iyice ‘O’nun iradesine göre olur. Yanlışlıkla biri kalkıp da O’nun iradesi dışına çıkıp bir yere bizde olduğu gibi bir İle Belediye Başkanı olmuşsa; adamları merak etmemelidir o zaten bir “topal ördektir.”
Yer yüzünü şeklini değiştiren “mega projelere” “Devlet projesi” adını takarak karşı gelene soruşturmalar açar.
İşte böyle bir rejim bir an gelip de istese demokratikleşebilir mi? Tabi ki Hayır. Bu yazıyı yazarken haber kanallarından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sesi yine çınladı; “Kavala gibilerle aynı yolda yürüyemeyiz!” Bu diskuru alan kendi yargısının alacağı hiza bellidir. Kavala, Altan,Demirtaş, Güneydoğu’nun onlarca halkın oylarıyla seçilmiş belediye başkanları, şimdi adlarını sayamayacağım ifade özgürlüğü mağdurları daha uzunca bir süre içeride kalacaktır. Bunu gören diğerleri ise zaten oluşmuş olan oto sansür ile susmaya devam edeceklerdir. Etmeyenler ise yeni sabaha karşı operasyonlarını beklemek durumunda kalacaklardır.
Çözüm ise açıktır. Bu duruma karşı çıkan muhalefetin, meleklerin cinsiyetini tartışmayı bırakıp omuz omuza gelmesi gerekiyor. Bunun için tek engel İyi Parti ile HDP ilişkisidir. Bu konuda her iki partinin de üzerine düşen çok önemli tarihi görevler vardır. İyi Parti’nin, AKP’nin neredeyse bir parti örgütü haline gelen MHP’den ayrılmasının nedenlerini unutmadan davranması; HDP’nin de çok yaygın olan güvensizlik intibasını ortadan kaldırması gerekmektedir. PKK artık miadını doldurmuştur. Şiddetin hiçbir olumlu gayeye hizmet edemeyeceği zamanında onun destekçileri tarafından da kabul edilmektedir. Selahattin Demirtaş kişiliği çok önemlidir. Onun ön alması ile toplum artık tatmin edilmelidir.
CHP’nin liberoluğu ile önümüzdeki seçimde AKP’nin iktidardan indirilmesinin sinyallerini İstanbul ve Ankara seçimleri açıkça ortaya koymuştur. Şimdi tüm muhalefetin demokrasi ilkelerine kilitlenmesi gerekiyor. Hep çalkantılar yaşadık. Ama şimdi neredeyse yolun sonuna gelmiş durumdayız. Herkesin içinde bulunduğu bu belirsizlik halini muhalefet iyi okumalıdır. Toplumda güven oluştururlarsa kararsızların gideceği yerin artık AKP değil bir demokrasi cephesi haline gelen Millet İttifakı olacağı açıktır.
Aksi takdirde büyük felaketlere uğrayacağımız artık belli olmuştur.