Sayın Bahçeli’nin “Öcalan çağrı yapsın PKK’ye ve PKK silah bıraksın” sözünde “ısrarcıyım” demesi ile beraber tekrar Ekim başındaki tartışmalara geri döndük.
Ama çok ilginçtir ki tartışmalar yanlış yönde cereyan ediyor ve PKK’nin silah bırakması sanki en zor ve en kilit meseleymiş gibi konuşulup yazılıyor.
Halbuki tam tersi bir durum söz konusu…
PKK’nin silah bırakması, düşünülen veya hayata geçirilmesi istenen bir süreç için işin en kolay tarafı..
Ama en zor taraf olarak lanse ediliyor ve bunun asla olmayacağına yönelik tartışmalar sürdürülüyor. Öyle olmadığını biraz açmak istiyorum…
Ne Türkiye ne de bölge ve uluslararası konjonktür 2010’lu yıllarındaki gibi değil.
Türkiye, Arap Baharı’nın kırılması ile beraber hemen hemen herkesle kavgalı bir 10 yıl yaşadı ve kavga ettikleriyle yeni yeni barışmaya doğru gidiyor ama bu durum Türkiye’nin bölgedeki pozisyonunu çok ciddi bir şekilde olumsuz etkiledi. Ülke, Arap Baharı’nın lideri olma pozisyonundan içine kapanmış bir Türkiye’ye doğru evrildi ve bıktırıcı bir kutuplaşmanın girdabına sürüklendi; üzerine de yıkıcı etkisi uzun yıllar sürecek bir ekonomik kriz eklendi ve yetkililer para bulmak için çalmadık kapı bırakmama yolculuğuna hala devam ediyor. Bölge ise 7 Ekim saldırısından bu yana İsrail’in vahşi politikaları yüzünden bir bölgesel çatışmaya hızla ilerliyor. Bunun üzerine de bu çatışmayı İran’a sıçratacak bir aktör olan Donald Trump, Amerika Birleşik Devletleri’nin başkanı olarak seçildi. Bölgesel fay hatlarının her an tetiklenebileceği bu konjonktürel ortamda ABD’deki bu başkan değişikliği gerçekleşti. Bu değişiklikten en çok etkilenebileceklerin Kürtler olacağı açıktır. Silahların bırakılması, tüm olup bitenler karşısında doğru bir strateji ortaya konulduğu zaman sadece başlamak açısından önemli bir hamle değerini taşır; o kadar.
Bilindiği üzere PKK, Suriye, Irak ve İran devletlerine karşı silah kullanmıyor ama aynı zamanda bu üç devlet de PKK’ye karşı askeri operasyon yapmıyor. Nedeni PKK’nin bu üç devleti düşman olarak görmemesinde yatıyor. Hatta PKK, bazen öyle ileri gidiyor ki bu üç devletteki güçlerden daha fazla bu üç devletin birliğini savunuyor.
Ama PKK, Türkiye’yi ise düşman görüyor. Sorun burada işte…
Eğer bir ülkeyi düşman görmekten vazgeçerseniz ona karşı silah da kullanmazsınız. Daha da ileri gideyim; eğer düşman gördüğünüz bir ülke de sizi düşman görmekten vazgeçerse sizin silahtan vazgeçmenizin önünde hiçbir engel kalmıyor demektir. Silahları ebediyen gömersiniz. Sorun burada yatıyor. PKK silah bıraktı diyelim. Sonrasında ne olacak? Türkiye, Arap Baharı sonucu Suriye’de oluşan tabloyu kabul edecek mi? Yani en azından Suriye’de HTŞ’ye (Tahrir el-Şam) baktığı gibi bakacak mı? Suriye’de bulunan SDG’ye (Suriye Demokratik Güçleri) “Türkiye bizim düşmanımız değil bizim dostumuzdur” dediği zaman Türkiye buna ne diyecek?
Kilit durum budur. Bu sorun Türkiye’deki Kürt meselesinin çözümü önünde duran en riskli engeldir. Yoksa Öcalan bugün çıkıp PKK’ye “silah bırak” der ve PKK de Türkiye’ye karşı silahları bırakır.Böyle bir durumun oluşması öngörülüyorsa PKK’nin hemen şimdi silah bırakması ve tümüyle Türkiye’ye karşı her hangi bir düşmanlık politikası gütmemesi bu sürecin sağlıklı ve toplumsal kabulü için doğru ve yerinde bir adım olacaktır. Türkiye kendisine düşman olmayan yapılarla girdiği ilişkiyi Suriye üzerinden de yürütme kabiliyetine kavuşmuş olur. Çünkü Türkiye’nin direkt kolladığı ve her türlü desteği verdiği onlarca örgütün Suriye’de varlığı dün belki bir kazanım adımı olarak görülmüş olabilir ama bugün açısından bu örgütlerin tümü artık birer yüke dönüşmüş durumdadır. Tabi ki eğer Suriye yönetimi ile bir barış arayışı olduğu varsayılırsa…
Bilindiği gibi Suriye’de devlet ile muhalifler arasında yüz binlerce insan öldürüldü, milyonlarca insan yerinden yurdundan edildi. Ülkenin dörtte üçü neredeyse harabeye çevrildi ve Türkiye bu savaşta aktif olarak muhalifleri destekledi. Bunca ölüm ve tahribata rağmen 45 yıllık PKK ile yapılan mücadelede ölüm sayısına bakıldığında 50 bin insanımızın yaşamını yitirdiği görülürken, Suriye’de ise 1 milyon insanın öldürüldüğü söyleniyor. Bu duruma rağmen Türkiye, Esad’a barışalım teklifini sundu.
Türkiye, bu örgütlere baktığı gibi bölgedeki diğer Kürt örgütlerine bakabilir. Bunun en kıymetli örneği olan Irak Kürdistanı’nda yönetimde olan Kürt örgütlerine bakışı gibi. Anlaşılacağı üzere sorun silahların varlığı değil, bu silahların kime karşı kullanıldığı ile alakalıdır. Eğer PKK, diğer Kürt örgütleri gibi Türkiye’ye karşı hiçbir düşmanlığım olmayacak diye bir duruş sergilerse silahlar kâğıt parçasına dönüşür.
Tıpkı Irak Kürdistanı gibi…
Tıpkı Suriye’de olan ve milyonlarca insanı kontrol eden HTŞ gibi…
Veya Türkiye’nin desteklediği onlarca silahlı örgüt gibi…
Sayın Bahçeli’nin dediği gibi: “Tabular kalktıkça, ezberler bozuldukça, statüko delindikçe, insanlar birbirine dürüst davrandıkça, içlerinden geçeni özgürce söyledikçe, bir anlaşma ve mutabakat noktasından diğerine küçük adımlarla ilerlemek daha kolaydır”.