Ramy Youssef Müslüman bir Amerikalı komedyen. İki sezonluk Hulu dizisi Ramy’nin senaristi, bazı bölümlerin yönetmeni ve Ramy Hassan’ı canlandıran oyuncusu. Dizideki gibi Mısır’dan Amerika’ya göçmüş bir ailenin çocuğu.
Ramy Youssef geçen yıl bir stand-up şovunda Trump’tan bahsederken; “O bir insan değil, o bir ruh hali” diyor. Gündelik hayatımızda öfkelendiğimiz anlarda “trump” diye tarif ettiği bir ruh haline büründüğümüzü söylüyor. Ramy diyor ki; 600 dolarlık iPhone’un gün içinde olmadık zamanda şarjı biter ve bataryanın üretildiği yer Çin olduğu için ticaret savaşlarını başlatırsın, işte tam ‘trump’. Ortadoğu’daysan o şarjı biten 600 dolarlık telefona 4000 lira yerine 8000 lira veriyorsan al sana daha çok “trump”. Başlıktaki “metrobüs” de bunun gibi bir ruh hali, duygu durumu.
Ramy dizisinde olaylar New Jersey’de geçiyor. Arap kökenli ve Müslüman bir ailenin Amerika’ya entegre olma çabalarını ve yaşadıkları sıkıntıları komik bir şekilde anlatıyor dizi. Bu adaptasyon meselesi sadece göçmenlikle ve yaşadığı yere yabancı olmakla ilgili değil bence. Yaşamın kendisine adapte olmakla uğraşıyoruz hayatta olduğumuz sürece. Uyum sağlamak için uğraşıp duruyoruz.
Ramy de, annesi ve babası da, kızkardeşi de efsane karakterler. Hepsinin hikaye içinde kendi hikayeleri var. Ramy de bizim gibi hayatın anlamını çözmeye çalışıyor. İbadetine düşkün bir Müslüman gibi yaşamaya çalışıyor ama bir taraftan şehir hayatının günahkarlığından uzak duramıyor. Tam bir metrobüs hali. Modern şehir hayatındasın ve dindarsın. Bu sıkışmışlık duygusu çelişkilere sürüklüyor Ramy’yi ve kendi çapında bir varoluş sancısı çekiyor karakterimiz. Ramy Youssef Müslüman olduğu için yazdığı Ramy karakteri üzerinden dindar Müslümanlarla ilgili şakalar yapabiliyor. Bunu Müslüman olmayan Norveçli biri yapsaydı ne olurdu diye merak ediyorum bir taraftan. Galiba içeriden yapılan eleştirel mizah lisansı diye bir örüntü var çoğunluğumuzun zihninde. Pardon, çoğunluğumuzun dedim.
Ofansif mizahla ilgili gezegenin her yerinde, hemen her toplumda tartışmalar oluyor ara ara. Ama bazı toplumlarda hiç olmuyor. Mesela bizde ofansif mizah konusunda çok tartışma yok. Çok açık bir toplum olduğumuzdan böyle olsaydı keşke. Bu çeşit mizaha kimsenin cesareti yok maalesef. Kendisi olmayınca tartışması da olmuyor, mis gibi tertemiz. Nadir de olsa bu tarz şakalar yapanlar tutuklanıyor hemen biliyorsunuz. Ben mesela, kendim Kürtlerle ilgili fıkralar anlatıp şakalar yapabiliyorum arkadaş ortamlarımda. Fakat Kürt olmayan biri, benim olduğum ortamda aynı şakaları yapmaz pek. Gerek yok gerilmeye yani hoş olmaz. Kendime pozitif ayrımcılık yapıyorum. Ciddiye almayın söylediğimi tabii ki, arkadaşlarım Kürtlerle ilgili şakalar espriler yapıyorlar yeterince cesaretleri olursa. İşte böyle mizahın sınırlarını konuşurken kendimizi ele veriyoruz kaçınılmaz olarak. “Şunun şakası yapılmaz, bunun şakası mı olur, a şakanın da bir sınırı var.” Bence komik olduğu sürece bir sınır yok. Ama şakanız hem sınırları zorlar hem de komik olmazsa berbat tabii.
Dindar olduğunu bildiğim ama sosyal hayatını da seküler biri gibi yaşayan bir arkadaşıma seveceğini düşünerek Ramy’yi tavsiye ettim. Bir bölüm seyredip devam edemediğini söyledi. Neden dedim, komik mi bulmadın neden devam etmedin? Ya komik aslında ama dinimizle dalga geçiyormuş gibi geldi çok rahatsız oldum dedi. İşte trump öfkesi, işte metrobüs sıkışıklığı. Ramy’nin anlattığı da bu. Bu çelişkilerimiz komik değil mi zaten?
Ramy ramazanda oruç tutuyor ve akşam teravih namazı çıkışında tanıştığı evli bir kadınla birlikte oluyor. Bu çelişki sancılar çektiriyor ona ama bir taraftan da bu ahlaksızlığı komik tarafından izletiyor seyirciye. Ahlak demişken; kimin ahlakı? İnandığın dinin mi? Yaşadığın topluluğa hakim kültürün mü? İkisini güzelce birleştirebilen görmedim.
Peki Tanrı yarattıysa ve yarattıklarına akıl, bilinç ve zihin verdiyse ve bu zihinler çok kaliteli mizah yapabilme potansiyeline sahipse, bu Tanrı’nın da bir mizah anlayışına işaret etmez mi? Zebra diye bir hayvan var mesela çok yaratıcı ve çok şakalı bir görünüm değil mi çizgiler falan, bu mizah değil de ne?
Filmde ve dizide başarılı bir atmosfer kurulmuşsa konu ne olursa olsun bizi etkiler. Gerçekçi olması da gerekmez bu atmosferin, önemli olan kendi içindeki yani kendi evrenindeki inandırıcılığıdır. Ramy’nin evreni hem doğallığıyla hem sadeliğiyle hem de samimiyetiyle beni yakaladı. Bir efekt var Ramy karakterinin üstünde, hatta bir Instagram filtresi gibi düşünün. Baş karakterden de kaynaklanarak bütün diziye sirayet eden bir renk. Muhsin Bey filmini hatırlatan bir renk bu. Ramy’nin naifliği, şapşallığı, lüzumundan fazla hassasiyeti, ortalamanın altında zekası üzücü bir komikliğe sebep oluyor.
Canlı bir organizma gibi de düşünebiliriz dizileri filmleri. Ve karakterler ya da olaylar organizmanın bazen duygularını bazen organlarını temsil edebilirler. Her eserin kendinde bir aklı ve zekası olduğunu düşünüyorum. İyi senaristler bu temsilleri bilinçli bir şekilde yazarlar. Ama çok iyi senaristler sezgileriyle yaparlar bunu. Ramy’de aklı temsil eden karakter Steve. Ama tekerlekli sandalyeye mahkum, engelli bir genç kendisi.Steve,en yakın kankası ama Ramy’ye lafını dinletemiyor çoğunlukla. Ve dizideki tek rasyonel karakter olmasına rağmen kendi başını da belaya sokuyor.
Mülteci olmak, dindar olmak, şehirli olmak, kadın olmak, erkek olmak sorunlarımızın hepsi de Ramy açısından bakınca komik. Katman kelimesini kullanmaktan başka çarem yok, alt katmanlarda Ramy inancını sorguluyor aslında. Belki de bana öyle gelmiştir. Ama suratındaki şaşkın ifadeyle durup duruyor ve etrafında olaylar oluyor. Maruz kalıyor. Ve yaşamın bir anlamı olduğuna dair inandığı hikayeyi sorguluyor için için.
Ne şanslıyız ki Müslüman bir coğrafyada doğduk da Müslümanız di mi? Bu kadar basit olabilir mi? Çevrenizde hiç doğduğu kültüre rağmen başka bir dine inanan var mı? Ya da kaç kişi var? Bir kısmımız gezegenin diğer insanlarından farklı bir yaratılış hikayesine inanıyoruz. Ve geride kalan diğer insanlar da bizim gibi inandıkları hikayenin hakikat olduğunu iddia ediyor. Hakikate sahip olma iddiası ile devletler kuruyoruz, diğer iddia sahipleriyle çeşitli tartışmalar yaşıyoruz savaşıyoruz falan. Eldeki mevcut anlatılara inanıvermek en kolayı. Kafamız rahat. Sorgulamak uzun iş. Zahmete giremiyoruz.
Toplumsal kurallara dönüşmeye başladığında ve içlerine hurafeler girmeye başladığında bütün inançlar aynı duruma düşüyor. Üzücü bir şekilde inananları azalıyor. Ve aklın argümanlarına karşı savunmasız kalıyorlar. Savunucuları da mahzunlaşıyor ve çelişkiler içinde yaşamaya alışıyorlar. Tabii ki sağlıklı olamıyoruz hem toplumsal olarak hem bireysel olarak. Ramy’nin işaret ettiği işte bu çelişkilerle beraber yaşamak sıkıntımız.
İnsan zihniyle ve zihniyetiyle ilgili yazılmış şahane bir kitaptan alıntıyla bitireceğim. (Keşke kitabın tamamını buraya yazabilsem okuması da kolay olsa. Elon Musk halledecek bu işleri az kaldı.)
“Bilim ve evrim, inancın alanını ortadan kaldırmıyor ama perspektifinin genişlemesini zorunlu kılıyor. Dini metinlerin yüzeyselleştirilmesi dinsel anlayışları anakronik bir noktaya sürükleyebilir… Bunun maliyeti gerçeklikten kopmak ve cemaatçi içe kapanma sonucu daha bağnaz konumlara savrulmaya açık hale gelmek. Oysa bilim, inancın önüne çok daha derinlikli ve felsefi bir yaratılış ve irade anlatısı üretme fırsatı koyuyor.” (İnsanı Anlamak, s. 38, Etyen Mahçupyan, Hayykitap).
Peki Cennete inanıyorsak bizi oraya sadece “metrobüs” mü götürür, hiç değilse bunu düşünsek. Belki bireysel araçlar vardır? Mesela kimimiz yürüyerek gitmek isteyebilir, manzarayı seyrederek ve tadını çıkartarak yaşamın…