Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin kudretli başsavcısı Nusret Demiral geçen hafta geçirdiği kalp krizi sonrası 92 yaşında hayatını kaybetti.
Hayatta olduğundan bile çok az insanın haberi olduğu Demiral, Türkiye’nin yakın tarihinin en önemli tanıklarındandı.
1970’lerin başından itibaren savcı olarak görev yaptığı Ankara’da
1984’te Ankara DGM Başsavcısı olmuş, Türkiye’nin en tartışmalı soruşturmalarına bakmış, bizzat kendisi tartışmalara neden olmuş, uluslararası krizler çıkarmış ama yaş haddinden emekli olduğu 1995’e kadar gelip geçen hiçbir hükümetin gücü onu görevden almaya yetmemişti.
Ölümün ardından çıkan yazılarda 43 yıllık savcılık kariyerinden örnekler hatırlatıldı.
1970’de ODTÜ Stadyumu’ndaki Devrim yazısına ve yurtlarda kalan Deniz Gezmiş’e müdahale etmek istediğinde karşısında rektör Erdal İnönü’yü bulan savcı oydu.
1971’de Gemerek’te yakalanmalarından sonra Ankara’da Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan’ın ifadesini alan savcı da oydu.
1987 yılında Türkiye’ye dönen yasadışı TKP’nin liderleri Nihat Sargın ve Haydar Kutlu’yu uçaktan iner inmez elleri kelepçeli, gözleri bağlı olarak gözaltına aldıran savcıydı.
Kutlu ve Sargın’ın 18 günlük gözaltı sırasında işkence gördüklerini söyleyerek Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’na başvurmasından sonra işkence iddiasını incelemek üzere Türkiye’ye gelen hakimlere ifade vermeyi ısrarla reddederek diplomatik bir krize neden olmuş, Türkiye onun neden olduğu itibar tahribatını, kısa bir süre sonra AİHM’e bireysel başvuru hakkını tanıyarak gidermeye çalışmıştı.
1988 yılında dönemin Başbakan Turgut Özal’a yönelik suikastın soruşturmasına da o bakmış, suikastçı Kartal Demirağ’ın karanlıkta kalan bağlantılarını ortaya çıkaramadığı gibi, dava hakkında yazan aralarında Cumhuriyet’ten Erbil Tuşalp’in de olduğu gazetecileri gözaltına aldırmış, o dönem bütün gazeteler toplu bir bildiriyle başsavcının basına yönelik nobran tavrını kınamıştı.
Yine 1988 yılında Mehmet Ali Birand’ın Öcalan’la yaptığı ve bir ilk olan röportajın yayınlanacağı gün Milliyet gazetesinin matbaasını basarak gazetenin yayınlanmasını durdurmuş, “gerekirse her gün matbaayı basıp, gazetenin basılmasını durdururum” diye tüm basını tehdit etmişti.
1994’de DEP’li milletvekillerini Meclis Başkanı Hüsamettin Cindoruk’un direnişine rağmen Meclis’te yaka paça gözaltına aldıran, haklarında verilen hapis cezasını yeterli bulmayıp idamlarını isteyen, emekli olduktan sonra bile “idam edilmeleri gerekirdi” diyen başsavcıydı.
1993 Sivas Katliamı sonrası Aziz Nesin hakkında “Müslüman halkı tahrik ettiği, böylece olayların çıkmasının müsebbibi bulunduğu anlaşıldığından…” diye başlayan suç duyurusunda bulunmuş, Nesin için 9 yıl hapis cezası istemişti.
Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy cinayetlerini de aydınlatamayan savcıydı.
Demiral ile ilgili medyada çıkan biyografilerde bu davalar sıralandıktan sonra onun MHP’den milletvekili adayı olmasından da hareketle milliyetçi-muhafazakar bir profili çizildi.
Hatta bir röportajından hareketle Necip Fazıl’dan çok etkilendiği iddia edilip, bugünkü iktidarla da özdeşleştirmeye çalışıldı.
Halbuki ölümünün ardından çıkan biyografilerinde vurgulanmasa da Demiral aynı zamanda sıkı bir Kemalist ve laiklik savunucuydu.
Özal’ın 141, 142 ile birlikte 163. maddeyi de kaldırmasına karşı açıklamalar yapmış, 163. maddenin geri gelmesini savunmuştu.
1989’da Refahlı Şanlıurfa Belediye Başkanı İbrahim Halil Çelik’i laikliğe aykırı beyanatları yüzünden gözaltına aldırıp, 14 gün sorgulamış, serbest bırakırken de “Atatürkçülüğü kabul ediyor, ne yapalım” demişti.
1991 yılında Kocatepe Camii’indeki Said Nursi mevlidi için ilk soruşturmayı açan, bu soruşturma için Said Nursi’nin 35 kitabını okumaya başladığını açıklayan savcı da oydu.
28 Şubat’tan üç yıl önce Erbakan ve Refah Partisi’ne karşı ilk harekete geçen isimdi.
1994 yılında Meclis grubunda söylediği “Refah iktidara gelecek. Bu kanlı mı olacak kansız mı, yumuşak mı olacak, sert mi?” konuşması yüzünden Erbakan’ın dokunulmazlığının kaldırılması için Meclis’e iki kez fezleke yazmış, fezlekeleri Meclis Başkanı Cindoruk’a takılınca da Ankara DGM Başsavcısı sıfatıyla Turkish Daily News gazetesine Refah Partisi aleyhine büyük tartışmalara neden olan bir röportaj vermişti:
“Eğer bu adamlar seçim kazanırsa, seçim sandıklarını son görüşümüz olacak. Tahayyül edebiliyor musunuz? Fanatik kökten dinciler demokratik seçimlerle gelecekleri iktidarı gerektiğinde bırakacalar mı? Köktenci hareket Atatürk ilkelerini tehdit ediyor, özellikle de laikliği. Bu ciddi bir problem. Bölücü propagandaya dur derken, fanatik aşırı sağ ve köktencilerin yıkıcı propagandasına dur demiyoruz. İkisine de dur demeliyiz. Bunlar devletin kendisine karşı bir tehdittir.”
1995 yılında Başsavcılıktan emekli olurken altı sayfalık bir veda broşürü hazırlatıp meslektaşlarına, siyasetçilere, gazetecilere göndermişti.
Broşürün ortasına Sevr Haritası’nı koymuş ve altına da şöyle yazmıştı:
“Yukarıdaki haritaya iyi bak ve bu haritayı değiştiren Atatürk’e ondan sonra düşman ol”
Broşürün sonunda da halefine tavsiyeler vardı:
“Vatanının ve milletinin bölünmez bütünlüğüne kasteden, her türlü düşmana ve her türlü ihanete karşı, Türk halkının daima uyanık, tedbirli, temkinli, bunlarla mücadelelerde de yürekli ve kararlı olmasını öneriyorum.”
Broşürün kapağına koyduğu kendisine ait şu ‘vecize’ ise dünya görüşünü veciz bir biçimde anlatıyordu:
“Bizler, gözünde vatanını, gönlünde Atatürk ilke ve inkılaplarını tutabilen, vicdanında dinini saklayabilen, milliyetçilik ve laiklik düşüncesi içinde görevini yapanlardanız.”
Demiral, taşralı klasik bir milliyetçi mukaddesatçı, anti-komünist sağcı değildi.
“Şirketi Hayriye” Bebek iskele memurluğunda çalışan babası sebebiyle çocukluğu Bebek’te geçmişti.
İstanbul Erkek Lisesi mezunuydu. Ardından İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirmişti. Okul arkadaşları arasında Abdi İpekçi ve Nezih Demirkent de vardı.
Ölümünün ardından hatırlatılan 50’li yıllarda üniversite öğrencisiyken Necip Fazıl’la tanışma hikayesini kendisi anlatmıştı:
“İkinci sınıftaydık. Eminönü’nden vilayete doğru çıkarken köşede o zaman Vakit gazetesi vardı. Necip Fazıl, onun iki bitişiğinde bir yerde, ikinci katta. Arkadaşlarımız oraya gidiyordu. Onların içinde Kubilay İmer diye benim sınıf arkadaşım vardı. Rahmetli oldu. Epeyce talebe Necip Fazıl’a gidip geliyordu. Necip Fazıl aklı başında, kafası çalışan, kendini bilen bir kişiydi. Bendeki intiba oydu. Ama dine aşırı bir bağlılığı vardı, Atatürk’e karşı sempatisinin biraz az olduğunu gördüm. Ama Atatürk sevgisinden yoksundu diyemem. Bir süre oturduk. Arkadaşlarımız tanıştırdılar. Nerede doğduğumu sordu. Tanışmamız öyle oldu. Ondan sonra şiirlerini, kitaplarını, hepsini okudum.”
50’li yılların başındaki Necip Fazıl, birkaç yıl önce “komünist, vatan haini” diyerek Tan gazetesini hedef gösteren yazılar yazan devletçi, anti-komünist milliyetçi bir sağcıydı.
1945’de Tan gazetesini basanlar da bu propagandanın etkisinde kalan CHP’li gençlerdi.
ODTÜ’de zehirlenen köpeği Goldie’nin ardından şiir yazan, emekli olduktan sonra 1995’de Ankara’dan milletvekili adayı olduğu MHP’den “Türkçe ezanı geri isteyen” açıklamaları yüzünden ihraç edilen, son yıllarında Cumhuriyet Kulüpleri adlı bir oluşum içinde Atatürk ve laiklik konferansları veren Nusret Demiral, ömrü boyunca cumhuriyetin bu ilk kuşağının mensubu olarak kaldı.
CHP tek parti iktidarında doğup, eğitim almış bu ilk neslin ideolojik formasyonuna sahipti.
Fikirleri Twitch’den yayın yapan cumhuriyetin son kuşağına mensup ihbarcı ulusalcı bir gamerdan farklı değildi.
90’lı yıllarda onun söylediklerini bugün her akşam bir televizyon programında karşımızda çıkan ulusalcı bir gazeteci, avukat veya emekli askerden duyabiliriz.
Hatta 1987’de AİHM heyetine ifade vermeyi reddetmesiyle bugünkü Türkiye’de büyük bir itibar sahibi olabilir, hatta katı laikçi sicili olmasa bakan yardımcılığına bile getirilebilirdi.
Çünkü Nusret Demiral’ın savcılık pratiği onun nobran şahsiyeti ve sağcı dünya görüşünün sonucu değildi.
Resmi ideolojinin DGM başsavcılığında cisimleşmiş haliydi.
Yaptığı hiçbir şey devletin resmi ideolojisine aykırı değildi.
Hatta bu açıdan görevini başarıyla yapan bir başsavcıydı.
Türkiye’nin resmi ideolojisinin daha ılımlı, sol yorumlarını biliyoruz, bu aralar daha liberal versiyonları da üretilmeye çalışılıyor ama Nusret Demiral’dan başka türlü bir iktidar pratiğini bilmiyoruz.
Bugün mevcut iktidara karşı meşru bir muhalefet pozisyonu olarak yükselen pop-Atatürk sevgisi de Nusret Demiralların, Yekta Güngör Özdenlerin Kemalizm ile aynı şey değil.
O yüzden Kayseri’deki bahar şenliğinde DJ’in tekno İzmir Marşı’na zıplayarak eşlik eden gençlerin “Yaşa Mustafa Kemal Paşa” diye bağırırken bu resmi ideolojiyi, böyle bir iktidarı ve Nusret Demiral gibi savcıları geri istediğini herhalde kimse iddia etmiyor.
Hatta artık Kemalizm’in bir ideolojik pozisyon, bir iktidar projesi olduğu bile iddia edilemez.
Bugün Kemalizm üzerinden siyaset yapmak isteyenler CHP’de ve İYİ Parti’de bile barınamayıp, kendi partilerini kurdular.
O yüzden bu görüntülerden Kemalizm’in geri dönüşü umuduna kapılanlar ve bunun resmi ideolojinin bir zaferi olduğunu iddia edenler yanılıyor.
Resmi ideoloji sivilleşmiyor, içi boşalıyor, buharlaşıyor.
Katı olan diğer her şey gibi…