Ana SayfaANALİZLERRöportaj | ‘Ay’a Seyahat’in belgeseli 13 yıl önce çekildi

Röportaj | ‘Ay’a Seyahat’in belgeseli 13 yıl önce çekildi

2023 yılında Ay’a uzay aracımız sert bir iniş yapacak mı bilmiyoruz ama Türklerin Ay yolculuğunun belgeseli 13 yıl önce çekildi bile. 1957 yılında bir grup Erzincanlı köylünün Ay’a seyahat macerasını, Murat Belge, Nilüfer Göle, Etyen Mahçupyan gibi isimlerin yorumladığı 2009 yapımı ‘çakma’ belgesel “Ay’a Seyahat”i yönetmeni Kutluğ Ataman’la konuştuk.

     

Türkiye’deki ilk “mockumentary” yani kurgu belgeseli hatta tam karşılık olarak çevirirsek “melgeseli” çektiniz. Bu hikayenin tarzı aklınızda nasıl oluştu? İzlediğiniz bir yerden mi çıktı yoksa zaten aklınızda olan bir şey miydi?

Açıkçası hatırlamıyorum. O dönemler zannedersem benim ilgimi çeken aslında fark etmeksizin uzak ya da yakın tarihin bugün yazıldığı üzerine işler yapmaktı ve buna sinema yapacağım diyerek başlamadım aslında.Açıkçası hatırlamıyorum. O dönemler zannedersem benim ilgimi çeken aslında fark etmeksizin uzak ya da yakın tarihin bugün yazıldığı üzerine işler yapmaktı ve buna sinema yapacağım diyerek başlamadım aslında.

Bir sanat eseri, müze işi yapacağım diye başlamıştım Ay’a Seyahat’te. Benim sanat alanında yaptığım işlerin tamamı bir şeyleri tekrardan kurmak ve sahte bir şekilde “fiction” yani kurmaca haline getirmek üzereydi ve buradan yola çıkarak daha önce insanların kendi kendilerini kamera önünde nasıl inşa ettiklerini anlatıyordum, daha sonra belirli kimlik gruplarının ya da mahallelerin vs. insan topluluklarının kendi mitolojilerini nasıl yarattıkları üzerine çalışıyordum.

https://open.spotify.com/episode/0xTlDgERiuU32hWFAhSRTD

Herhalde bunun doğal bir uzantısı olarak böyle kurmaca bir tarih yapma fikri geldi bir gün aklıma ve bunu da hakikaten inanılmayacak bir hikaye üzerine yapayım ki belli olsun kurmaca olduğu diye düşündüm.

Ne olabilir? Tabii Erzincan’ın bir köyünde 50’li yıllarda 4 kişi Ay’a seyahat etmiş hikayesine nasılsa kimse inanmaz, bu da benim işimi kolaylaştırır.

Tabii hesaba katmadığım şey şu oldu; sinema eseri olarak gösterdiğin zaman insanlar bu kurguya inandılar.

Kutluğ Ataman

Şöyle 2 tane anım var: İstanbul Film Festivali’nde gösterilirken film, biraz geciktim gösterime. Bi’ girdim salona, insanların yarısı ağlıyor, burun çekme sesleri duyuluyor ama diğer yarısıysa kıkırdıyor, gülüyorlar hafiften. İkiye bölünmüştü salon ve orada kaygılandığımı hatırlıyorum, çıktım gösterimden çünkü amacım insanların duygularını manipüle edip dalga geçmek değildi ama “Acaba bu böyle bir şeye mi gidiyor?”, “Acaba beni burada çiğ çiğ yiyecekler mi?” şeklinde düşüncelere kapıldım.

Diğer anım da Londra Film Festivali’nde. Tabii filmi çok kere izlemiş olduğum için filmi sunmamdan 10 dakika kadar sonra yavaşça kaçtım salondan. Bir dolaşırım film bittikten sonra soru cevaplara geri dönerim diye.

Lobide genç bir Türk kız cep telefonundan ağlıyor ve avaz avaz bağırarak “Siz böylesiniz işte! Siz ne biçim anne babalarsınız, sizden hiç destek görmedim!” diye hezeyan geçiriyordu.

“Allah Allah” falan dedim, işime baktım, çıktım biraz dolaştım. Filmin bitiş saatine doğru geri geldim. Soru cevap yapıldı ardından baktım bu kız geldi yanıma süklüm püklüm bir şekilde. “Siz beni biraz önce gördünüz, ben Londra’da sinema okuyorum ve Erzincan’daki bu filmi çektiğiniz köyde büyüdüm. Ailem de bu köylü. (Kalecik köyü) Ben olayın gerçek olduğuna inandım filmin başında ve çok sinirlendim. Bizim köyde 4 kişi Ay’a gitmiş, siz nasıl oluyor da ne biçim anne babasınız bana destek olmuyorsunuz, insan söyler bu filmi ben çekebilirdim.” dedi ve durumu izah etti bana. 

Aslında sonda bir yandan mesajı da var “gittiler mi?” “Nereye gittiler?” İstanbul’a mı gittiler uzaya mı çıktılar?” şeklinde ama tabii başta belgesel edasıyla başladığı için insanın inanması çok doğal da karşılanabilir gerçekten. Ben de o kıkırdayarak izleyenlerdenim bu arada. 

Duygulananlar falan olmuş “Bak görüyor musun biz Türkler insanlığımız vaktinde uzaya gitmeye çalışmışlar ama biz bilmiyormuşuz bu hikayeleri.” diye duygulanan insanlar da oldu İstanbul’daki gösterim sırasında. 

Peki bu hikayenin aya yolculuk olmasının tek nedeni gerçekten kimsenin inanmamasını sağlamak mı? Belki bir çocukluk hayali gibi bir yerden çıkmış olabilir mi diye bu diyaloğumuz öncesinde merak etmiştim teyit etmek amaçlı bir daha sorayım.

Tabii, hepimiz aya yolculuk hikayeleriyle büyüdük. Jules Verne’den başlayarak, sonra Evliya Çelebi’nin bile biliyorsun hani merkezden uzaklaşıp perifere gittikçe fantastikleşir hikayeleri, bir çeşit egzotizme döner ve tabii ki bir fantezi dünyasıdır bu da.

Bu macerayı da birçok katmanda okumak mümkün ama daha önce de söylediğim gibi ben bunu o kadar inanılmaz bir hikaye yapayım ki hikayenin kendisiyle vakit geçirmeyelim istedim. Fakat sinema seyircisiyle özellikle uluslararası sanat seyircisi arasında algı bakımından çok büyük bir fark var tabii yani sinema tamamiyle duygular üzerinden ilerleyen bir sanat dalı. Sanat alanı ise daha analitik, teorik ve akıl yürütmek üzerinden daha entelektüel okunmayı gerektiriyor. Benim işin ortasında bunun bir de sinema versiyonunu yapayım dediğim noktada tabii böyle bir durum yaşadık ama bence çok güzel oldu. 

Set nasıl geçti? Daha öncesinden tahminimce en azından sizin de alışık olmadığınız bir çekim tarzı söz konusu. Bu set aşaması nasıl geçti zorlukları belki de eğlenceli kısımları nelerdi?

Biliyorsun filmin iki tane bölümü ve anlatım biçimi var birbirinin içine girmiş şekilde. Birincisi baştan söylediği filmin şey şu; güya Milli Savunma Bakanlığı’nın arşivlerinde bir takım şimdiye kadar gizli kalmış fotoğraflar ortaya çıkmış ve bu fotoğrafları ben bir sinemacı olarak ele geçirmişim ve bunun ne olduğunu araştırmaya başlamışım.

Bu fotoğraflar aracılığıyla da bu kişinin anlatımı üst üste binerek esasen bir hikaye oluşturuyor. Chris Marker’ın La Jetee filmini de seyretmiş idim öğrenciyken tabii buna da bir gönderme olduğunu şimdiden söylemem gerekiyor.

Çekimler tamamıyla fotoğraf olarak çekildiler ve köylüleri oynattık bu çekimlerde. Fotoğraf olduğu için yani oyuncuların büyük bir çoğunluğu, %99’u lokalden insanlar, bizim yanımızda çalışan insanlar vesaire.

Kalecik köyünün yıkılmış bölümün alıp oralara biraz makyaj yaptık. Tabii bir tane de minare yaptık, minare heykel olarak üretilip daha sonra Borusan Sanat Koleksiyonu’na gitti. Bu çekimler böyle oldu, yani aslında fotoğraf çekimi yaptık ve İstanbul’a geldiğimiz vakit ülkenin önemli kendi alanlarında uzman insanlarına dedim ki “ben size olmayacak bir hikaye veriyorum, buna göre dört tane köylü şu şu şu maceralardan geçerek sonunda aya gitmişler” ve baştan söyledim niyetimi, gerçek olmayan bir olayı belgesel yapıyorum, bir çakma belgesel yapıyorum, siz eğer bu hikaye gerçek olsaydı kendi alanımızda kendi disiplininiz üzerinden bunu ne şekilde analizini yapardınız yani sosyolog olsaydınız bir sosyolog bunun üzerine ne derdi diye sordum.

Şimdi yanlış hatırlamıyorsam sosyologlara sorduk, tarihçilere sorduk,  psikologlara sorduk, hayvan hakları savunucularına ve mutfak tarihçisine bile sorduk ama şimdi ne yalan söyleyeyim unuttum bir kısmını. Zor bir süreç tabii, yani Erzincan koşullarında o zamanlar yine her zaman olduğu gibi düşük bütçelerle iş kotarmaya çalışmak çok zordu. Bir de köylülerin yazın kendi işleri var, bir gün geliyorlar bir gün gelemiyorlar…

Ben de Konyalıyım bizde de hep amcam “Yaz oldu mu hatunu göremiyoruz” der. Yazın kışlık hazırlık var. 

Kışın zaten hayvanların yoksa özellikle evde oturuyorsun ama yazın tabii çok zor. 

Tamamen kişisel merakımdan soruyorum kaç gün sürdü Erzincan’daki kısmın çekimi?

20 gün kadar sürdü yanılmıyorsam eğer. Sonra İstanbul’daki çekimler oldu tabii. 

Sizce filmin sonunda aslında karakterlerimiz uzaya gidebildiler mi yoksa dönüp dolaşıp İstanbul ‘a mı geldiler? 

Sibel Eraslan’ın orada çok güzel bir lafı var anlattıkları arasında. Tam kelimesi kelimesine hatırlayamıyorum ama şöyle bir şey söylüyor; “Ben zaten hep aya gidiyorum.”

Yani aya gitmek için mutlaka fiziksel olarak gitmek de çok gerekmiyor, insan isterse her zaman oturduğu yerden de gidebilir. Bunu ben sonuçta oldu veya olmadı şeklinde görmüyorum.

Aslında zaten gidildi bu hayal kurularak gibi bir biçimde. 

Evet aynen o şekilde. 

Peki 1957 yılında geçiyor bu film tabii görüntüler de bunu yansıtması gerektiği için siyah beyaz ve dönemin fotoğraf kalitesine uygun şekilde. Hangi kamerayla çektiniz nasıl çektiniz yani ben şuan ‘57 de çekilmiş gibi bir fotoğrafı nasıl çekerim.?

Dijitaldi ama tabii yüksek çözünürlüklü çünkü sinema için çekiyorsun çözünürlüğünün yüksek olması gerekiyor. Markasını hatırlamıyorum ama dijital olduğuna eminim. Daha sonra tabii bu fotoğraflarla bilgisayar ortamında eskittik. Sütlü görüntü verdik. Aslında böyle değildi ama her birini arşivden bulunduğu için sanki hasar görmüş gibi yaptık. 

Son olarak şunu sormak istiyorum; filmi ben çok önceden izlemiştim, dün tekrar göz atmak istedim, internette asla bulamadım, zamanında siz WitchTV diye bir kanal aracılığıyla paylaşmışsınız telif problemlerine ve korsana karşı. Bu filmi nasıl izleyebiliriz?

Bu filmle alakalı bir sorun olmadı ama diğer filmlerimle alakalı olarak orada kullanılmış olan müzikler ile ilgili biliyorsunuz Youtube yakalıyor ve sizi sorguya çekiyor o belgeyi ver bu belgeyi gönder vesaire, hakikaten çok zor ve uğraşamadım açıkçası ve kendi kanalımı açtım: WitchFilms. Cadı demek çünkü bulunamayan şeyleri gösterdiğimiz bir kanal olacak. Müze ortamlarında gösterilip de bir ay sonra yok olan müze filmleri, sanat videoları hem bunların sürdürülebilirliğini sağlamak açısından bunları göstereceğiz ileride.

 Şuan beta versiyonu, hali hazırda sadece benim ve Metin Çavuş’un bir filmi gösteriliyor ama pandemi bittikten sonra bütün festivalleri gezerek irili ufaklı dünyada sanat fuarlarını vesaire gezerek yavaş yavaş burada ticari sinema değil de daha entelektüel sinemanın örneklerini olacağı bir kaynak oluşturmak istiyorum üniversitelerden, tez öğrencilerinden, küratörlerden programcılardan vs istek geldiği zaman zor oluyor her birine yetişmek. buradan bu şekilde bir adres haline getirmek istiyoruz. 

Deneysel bir platform aslında. 

Evet evet yani tam da öyle aslında. Birçok önemli yönetmenin filmleri esasen yok gösterilmiyor bulamazsınız çünkü ticari değiller yani bu da bence yanlış. Ticari olmayan bir eserin gösterilmemesi demek esasen “her şey ticaretle alakalı yani valide etme yolun para” demek oluyor ki bu çok yanlış yani insanın düşün tarihinin gelişmesine engel olabilecek bir şey. Mutlaka Almodóvar’a git mutlaka köşesinde bir filmi vardır. Nuri Bilge’ye Zeki Demirkubuz’a git mutlaka bir tarafta vaktinde çekmiş olduğu ama gösteremediği, rafta çürüyüp giden ve yok olan bir eseri vardır. Bunları tabii çalıştığım programcılarla ve küratörlerle seçip bir seçki konsepti içerisinde programlamayı düşünüyoruz bilmiyorum olabilecek mi bu ama önümdeki hedef bu. 

Ben burada şuan çok heyecanlandım, merakla bekliyorum. Çok teşekkür ederim çok keyifli bir sohbetti. 

Ben teşekkür ederim. 

- Advertisment -