Sanılgı

Hayatın biraz da öyle sanmakla, farz etmekle gelip geçtiğini kim reddedebilir? Kim inkâr edebilir, hayatın zihinlerde kurulduğu gibi olabileceğini düşünenlerin, öyle tahmin edenlerin her devirde daha genç olduğunu…  

Heyhat… Artık kim inandırabilir bizi, sanmaktan kaynaklanan yanılgıların masumiyetine?

“Mahalle”ye, hemen yandaki apartmana Amerikalı bir aile taşınıyor. İki erkek çocuğu var, -mahallelinin anında adlandırmasıyla- “komşu Coni”lerin… İlk gün pencereden sokağa uzanıyor sarı kafalar, sonra yavaştan evlerinin önünde oynamaya başlıyorlar.

Yan apartmandaki kara kafa yaşıtı uzaktan izliyor onları. Sonra 25-30 cm boyundaki –teneke olmayan- oyuncak otomobillerini, kırmızı “push scooter”larını (¹) daha yakından göreceği fırsatlar yaratıyor.  Belki o güne kadar görmediği kadar “sahici” oyuncak arabalarla onun da oynamasına”Okay” verecekler… O tek ayak hızlandırdıkları kusursuz “tornet”lerine “bir tur” onu da bindirecekler.

Onlar da çocuk zira. “Dil”siz olsalar da… Amerikalı iki çocuk kovboylar gibi konuşuyor, öyle sesler, nidâlarla anlaşıyorlar. Salih (Al gözüm seyreyle Salih) pek konuşmuyor. Onun hikâyesinde Kemalettin Tuğcu dublajı var. Yani çocuklar için yükte de pahada da ağır hüzünler…

Arabaları bakışlarıyla her gün, iyice inceleyen Salih’in gözü artık sadece üstü açık, kırmızı olanda. Öbürleri de güzel ama hepsiyle oynamasına izin vermezler nasıl olsa. Misafirliğe gittiğindeki gibi tembihli muhtemel istekleri; “Şekerlikten bir tane al…” İstemek, hele Coni’lerden… Asla. Sınıf bilinci sonra da, milli bilinci doğuştan.  

Kırmızının kırmızıyla savaşı…

Burnu uzun, arkası kısa kırmızı otomobilin önünde, kaputun tam ortasında beyaz bir çizgi de var. Bayrakları gibi, şeritli… İçi de beyaz. (Yıllar sonra hayâllerini süsleyen o kırmızı oyuncak arabanın 1965 Mustang olduğunda karar kılıyor)

“Her bi şey”in kırmızısını seviyor zaten çocuk. “Coni”lerin tornetleri, üç teker kırmızı bisikletleri bir yana. Ayaklarında da kırmızı, yanakları yıldızlı spor ayakkabılar… Bıraksan, onların kırmızıları, kendi al bayraklarını ele geçirecek.

Bir kaç ay yahut birkaç ay gibi gelen bir yıl sonra geldikleri gibi aniden taşınıyor Amerikalılar. O “kısacık” süre içinde hiç dokunmuyor kırmızı arabaya. Ele geçiremeyecekleri için değil. Mahalledeki arkadaşlarıyla sayısal üstünlükleri, akıncı pedagojileri sağlam. Ama bir şeyler var engel olan. Tuğlu hikâyelerindeki gibi, bir şeyler…

Kış geliyor, salonda, sobanın yakınında yatıyor Salih. Sabah uyanıyor… İki oda bir L salon (de ki salon salamanje) evdeki sedirin karşısındaki masanın üstünde o kırmızı araba var.  Tüm ışıltısıyla orada duruyor. Demek ki babası farkındaymış özleminin ve bulmuş buluşturmuş, almış arabayı ona!  

Sedirden fırlıyor, masaya koşturuyor, hızla elini uzatıyor. Tutuyor, kırmızı arabayı… Eline aldığı anda kırmızı araba, masada yıllardır duran kırmızı cam vazoya dönüşüyor. Meğer o kırmızı araba, içinde çiçek veren tüm hayallerin kuruduğu o vazoymuş. Ama vazoyu bırakmıyor elinden, Yeşilçamvari yere düşüp, tuzla buz olmuyor. Uyanıkken görülen rüyalarda olmaz öyle sahneler. Kırılan bir şey varsa da, o vazo değildir.

Hayat aşktan uzun da ondan

Salih, o “an”ı hâlâ unutmadı, tüm benliğiyle hatırlıyor. Belki tüm duyularıyla, en gerçek, en “elle tutulur” yanılsamalarından biri olduğu için. Dokununca değişen başka şeyler de olacak hayatında, aşk gibi… Ama çocukluğundaki o “sanılgı”, başka.

Hâlâ kırmızı bir Mustang gördüğünde, eli olmasa da gözü, içi uzanıyor. Homurdana homurdana bir orman yolunda seyreden üstü açık kırmızı Mustang. İlkyaz olmalı… Üstünden akan masmavi gökyüzü, yan camlardan, aynalardan akıp geçen ve artarda  “devrilir gibi” geride kalan ağaçlar, aşklar, hayatlar, siluetler…

Kırmızı otomobil hızla ilerlerken… Sait Faik’in “Bir İlkbahar Hikâyesi”ndeki gibi sağında solunda biteviye uzanan ağaçların arasına bir saklanıp, bir ortaya çıkarak göz kırpan, ona uzaktan ayna tutan güneşle kıvrılıp gittiği yollar… Yollar.

“Sanılgı” bazen insanın hayatına bedel.

Başka gözbağları da oluyor Salih’in hayatında. Âşık oluyor misal, yine illüzyonisti kendisi. O’nu Şirin sanıyor, kendini Ferhat.

İşin tuhafı (ya da gereği) her yeni aşkı, ilk –gerçek- aşkı gibi geliyor ona. Ve her birini son aşkı sanıyor… Ama olmuyor, olmuyor… Hayat aşktan uzun da ondan. İnsanlar artık fazla yaşıyor.

“Kimi sevsem sensin, hayret”

“Salih hep aynı sanılgının peşinde koştu” diyemem. Zira onu, şiirinin (belki hayatının da) ortasına yerleştiren Attila İlhan diyor.

“Kimi sevsem sensin, hayret”tir de var onun sanılgılarında, “Ne kadınlar sevdim zaten yoktular” da… Ama “böyle bir sevgi görülmemiştir” elbet. Bazen şair kadını kendi yaratıyor, kaburga kemiğinden… Bazen yaradılışını onun rahmine bırakıyor.

Mevzu “aşk”sa illüzyona teslim olmak “evlâ”sı değil, mevlâsı zaten o yaradılışın. İbadete dönüşen o yanılsamanın… Hem aşk, “örgütlenmek” değil midir, abiler. Sanarak, umarak…

Çocuklukta, gençlikte büyük heyecanların “sanılgı”dan kaynaklandığını kim inkâr edebilir?

Sanılgı… Yanılgı diye bir şey elbette var ama “sanılgı”yı, yani sanmaya dayalı yanılgıyı, şahsımın uydurduğunu sanmıştım. Ancak böyle anlık, bir kelimelik tatminler maalesef Google’dan sonra pek mümkün olmuyor. Nitekim “sanılgı” pek tedavülde olmasa da, tedavülde pek olmayan diğer “kılgı”ların yanına yerleşmiş.

Şapkadan tavşanlar, güvercinler…

Mühim değil… Önemsiz. Bence hayatımızda bu kelime olmalı, tasarruf duygusunu yitirmeden “yerli malı-yurdun malı” kullanılmalı. “Sanı”dan kaynaklanan koskoca hayat tasavvurları, “Öyle sandım”dan başa dönen, başa gelen bir tarihi varsa insanın… “Sanılgı” işte.

Şapkadan güvercinler çıkıyor. İllüzyonist her elini attığında bir güvercin daha… Şapka silindir. Sihirbazın bir kastı var mıdır bilemem ama… Elindeki politikacı şapkası. İçinden daha neler neler çıkacak.

Âlem güvercine doyunca tavşan çıkıyor şapkadan. Kulaklarını tutuyor kenara koyuyor tavşanları. Tavşanın âkıbeti meçhul. Bizimki daha sanılabilir.

İçinden durma tavşanlar, güvercinler çıkan. Alkışlarla…

Hepsi şapka.

(¹) Bizim –ayakta- torneti scooter’ın atası saymak, bütün o “Bizden aldılar, bizden öğrendiler…” heyheylenmelerinden daha makul sayılabilir. Ama yeni bir milli münazaraya yol açmamak için o meseleyi üstü kapalı geçtim.

- Advertisment -