2024 yılı dünyada yapılan seçim sayısının çokluğu açısından dikkat çekmektedir. Yıl içinde 100’den fazla ülkede başkanlık ve/veya parlamento için veya yerel seçimler yapılmaktadır. Bunların önemli bir kısmı yapıldı bitti. Ülkemiz de malum bu yıl içinde yerel seçim yaşadı.
Özellikle gelişme yolundaki ülkelere bakınca ne yazık ki birçoğunda yapılan seçimlerin olması gerektiği şekilde demokratik ve hukuka saygılı bir çerçevede yürütülmediğini görüyoruz. Bu yazının boyutları çerçevesinde hepsini değerlendirme imkânı yok. Ancak Afrika’dan başlayarak bazı örneklere dikkat çekmek istiyorum.
Afrika ile ilgili üzerinde durulması gereken ve basında da yankılanan üç ülke görüyorum. Bunlardan Cezayir ve Tunus, kötü örnekler, Senegal ise iyi örnek teşkil etmektedir. Başka iyi ve kötü örnek Afrika kıtasında da bolca var diyebiliriz. Hatta kıtanın en büyüğü Güney Afrika Cumhuriyeti’nde yapılan genel seçimler sonrasında ülkeyi radikal sol çizgiden daha ortaya çeken bir koalisyonun kurulmuş olması ve koalisyona pek alışık olmayan bu ülkede bu yönetimin en azından şimdilik ayakta kalmakta olması memnuniyetle karşılanmalıdır. Diğer iyi bir örnek de Senegal’da yaşanmıştır. Orada Cumhurbaşkanı iki dönem sınırlamasını anayasanın değiştiği iddiasıyla aşmaya ve üçüncü defa aday olmaya çalışmış, ancak halkın tepkisi nedeniyle bu emelinden vazgeçmek zorunda kalmıştır. Neticede yeni ve genç bir cumhurbaşkanı seçilmiştir. Hatta ilk ziyaretlerinden birini geçenlerde ülkemize yaptığını da kaydedelim.
Cezayir ve Tunus ise tipik seçim çalma örnekleridir. Cezayir’de Eylül ayında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ilk başta 30’dan fazla aday çıkmış, ancak bu sayı başsavcılık tarafından mevcut cumhurbaşkanı dahil üçe indirilmişti. Neticede halk büyük ölçüde seçimleri boykot etmiş, katılım ilk önce %48 olarak ilan edilmiş, sonra %23,3’e düşürülmüştü. Cumhurbaşkanı oyların %84,5 ile galip ilan edilmiş, diğer adaylar sırasıyla %9,5 ve %6 alabilmişlerdir. Cumhurbaşkanı Tebboune bu netice karşısında mahcubiyetini dile getirmiş, ancak seçimlerin daha normal bir ortamda cereyan etmesi söz konusu olmamıştır.
Tunus’ta da benzer olaylar yaşanmıştır. Orada da sözde bağımsız Yüksek Seçim Kurulu aday sayısını on birden üçe indirmiş, seçimler halk tarafından büyük ölçüde boykot edilmiş, katılım oranı %20’de kalmış, 2021’de parlamentoyu lağvedip tek adam rejimi ihdas eden Cumhurbaşkanı Said oyların %90’ı ile galip ilan edilmiştir.
Kötü örnekler ne yazık ki başka kıtalarda da görülmektedir. Venezuela bunların en çarpıcı olanlarının başında geliyor. Her seçimi çalmaya ve gerekli gördüğünde halkın üzerine ateş ettirmeye çekinmeyen Nicolas Maduro bu defa ayrıntılı rakam vermeksizin oyların %54’ünü aldığını ilan ettirmiş, muhalefetin adayını ülkeyi terk etmeye zorlamış, adaylığı engellenen esas lider ise ülke içinde saklanmaya mecbur bırakılmıştır. Oysa muhalif aday Gonzalez’in %65 ile seçimin esas galibi olduğu genel kanaatti. Maduro birçok ülke tarafından boykot edilmektedir. Örneğin geçenlerde Kazan’da yapılan BRICS zirvesindeki “aile” fotoğrafında yer alması Brezilya’nın isteği üzerine engellenmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kazan’da yaptığı az sayıdaki ikili görüşmelerden birisi için Maduro’nun seçilmiş olmasını doğrusu üzüntüyle gözlemledim. Umarım ki yeni dönemine başlayacağı Ocak ayındaki “kutlama” törenlerine ülkemizden üst düzey katılım olmayacaktır.
Seçim çalma teşebbüslerinin bazen ters teptiğine de rastlamak mümkün. Cumhurbaşkanı Reisi’nin bir helikopter kazası neticesinde ani ölümünden sonra yapılan seçimlere katılım düzeyinin çok alçak olmasını engellemek rejim için önemli bir hedefti. Bu hedef doğrultusunda seçilmesine ihtimal verilmeyen ama seçimlere bir meşruiyet cilası vermek amacıyla katılmasına izin verilen Mesut Pezeşkiyan beklenmedik şekilde rejimden usanmış olan başta gençlerin desteğini alarak %54 oy ile muhafazakâr adaya karşı seçimleri kazanmıştır. Bu seçim neticesinin mollalar tarafından iyi okunduğunun, halkın çoğunluğunun başta Batı olmak üzere dış dünya ile barışmak istediğini ve Gazze ile Orta Doğu’daki savaşlara İran’ın ihtiyatlı bir şekilde yaklaşmasının halkın isteği olduğunun anlaşıldığını görüyoruz.
Seçimlerin bölgemizde çalınma teşebbüslerini son zamanlarda sırasıyla Moldova ile Gürcistan’da gördük. Bu teşebbüslerde baş aktörün Rusya olduğu yine görülmektedir. Her iki ülkenin AB istikametinde ilerlemesini engellemek Putin’in kendi coğrafyasında uyguladığı politikanın gereğidir. Geçmişte Ukrayna’da de benzer müdahalelerde bulunarak ülkeyi kendi dümen suyuna çekmeye çalışmış, ancak halk ayaklanması nedeniyle bu hedefine ulaşamamıştı. Bu defa halkının %80’inin AB üyeliğini isteyen Moldova’da bu isteği bir referandum başarısına dönüştürmeye çalışan Batı yanlısı Cumhurbaşkanı Maria Sandu’ya karşı mücadeleye girdi. Rusya referandumda halkın AB üyeliğine karşı oy vermesini sağlamak amacıyla aynı anda yapılan Cumhurbaşkanı seçimi ilk turunda kendi adayı olan Hıristiyan Türk Gagauz Aleksander Stoianoglo’yu seçtirmek için kesenin ağzını açmıştır. 39 milyon doların seçmenlere rüşvet olarak dağıtıldığı ortaya çıkmış, ancak referandumda AB yanlıları çok ufak da olsa bir çoğunluk elde etmiştir. Cumhurbaşkanı Sandu ise ilk turda oyların %42’sini alarak %26’da kalan rakibine büyük fark atmıştır. Sayıları 150.000’i aşmayan Gagauz (Gökoğuz) Türklerinin %95 oranında Rusya yanlısı olmaları da dikkat çekmektedir. Geçtiğimiz hafta sonu yapılan ikinci turda Cumhurbaşkanı Sandu oyların %55’i ile ikinci bir dönem için yeniden seçilmiştir. Bu zaferin önemli ölçüde yurt dışında yaşayan ve sayıları toplamın 1/3’ine tekabül eden seçmenlerin sayesinde alındığı görülmektedir. Stioanoglo aslında kendisinin de Batı ile bütünleşme taraftarı olduğunu ve seçim sonrasında kutuplaşmaya gitmeyeceğini açıklamak suretiyle Rusya ile arasına mesafe koymuştur. Tüm gayretlerine rağmen Putin, Moldova’yı kendi yörüngesine çekmeyi başaramamış oldu. Bundan sonra top AB’nin sahasında olup ülkenin Rusya’nın boyunduruğuna düşmemesi için gerekli ilgiyi ve AB ile bütünleşmesinde desteği göstermesi kendi menfaatinin de icabıdır.
Rusya’nın son zamanlarda çalmaya çalıştığı ve bu defa hiç değilse şimdilik bu amacında başarılı olduğu bir diğer seçim ise Gürcistan’da yapılan genel seçim olmuştur. Orada da halkın büyük çoğunluğu geleceği AB üyeliğinde görmektedir. Geçmişte de bu tercihini ifade etmek için sık sık sokaklara döküldüğü malumdur. Örneğin geçen ilk baharda Rus yanlısı hükümetin Kremlin’i örneği alarak kanunlaştırmaya çalıştığı “etki ajanlığı” halkın tepkisi ve Cumhurbaşkanının vetosunu kullanması neticesinde rafa kalkmıştı. Ancak Putin için bu kabul edilebilecek bir durum değildi. Mutlaka Gürcistan’ı aday olarak kabul edildiği AB yolundan saptırmak gerekiyordu. İktidardaki Rus yanlısı “Gürcistan Rüyası” partisinin AB değer ve kriterlerine uymayan uygulamaları sayesinde katılım süreci buzdolabına kalkmıştı. Şahsi serveti ülke milli gelirinin ¼’üne tekabül eden eski başbakan ve Rus yanlısı oligark Bidzina İvanişvili’yi ayrıldığı gündelik siyasete geri dönmeye ikna ederek yine oy satın almalar ile sandıklara müdahalelerin bolca görüldüğü bir seçimde zaten iktidarda olan partisinin %53 oy almasını sağlamıştır. Oy satın almalar için harcanan paranın 150 milyon doları bulduğu söylenmektedir. Başta Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) olmak üzere dışarıdan gelen seçim gözlemcilerinin de seçimlerin baskı ve son zamanlarda kabul edilen mevzuatın sivil toplum ve kişisel hürriyetler üzerindeki etkileri altında yürütüldüğünü açıklaması ile birlikte muhalefeti destekleyen Cumhurbaşkanı Salome Zurabişvili halkı sokaklara dökülerek protesto etmeye davet etmiştir. Ancak ağzı yanmış olan Gürcistan gençliğinin bu çağrıya büyük çapta cevap verdiği gözlemlenmedi. Putin’in amacına ulaşması ve zaten topraklarının %20’sini on beş yıldan fazla bir zamandan beri işgal ettiği Gürcistan’ı Batı’dan koparması imkânsız değil. Bunu engelleyecek tek güç daha önce çeşitli eski Sovyet Cumhuriyetlerinde görüldüğü şekilde yeni bir Gürcistan “renkli devriminin” meydana gelmesidir. Ancak seçimlerden iki hafta geçmiş olmasına rağmen bunun işaretine rastlanmamaktadır. Muhalefeti destekleyen ve zamanında halk tarafından seçilip görev süresi yakında bitecek olan Cumhurbaşkanı Zurabişvili’nin halefinin Parlamento tarafından seçilecek olması Moskova yanlısı iktidarın Cumhurbaşkanlığı makamını da ele geçireceğinin işareti sayılmalıdır. Dolayısıyla Putin’in Moldova’da başaramadığını Gürcistan’da başardığını söylemek in azından bugün için mümkündür.
Bu örnekler kurumları sağlam olmayan, demokrasi geleneğinin güçlü olmadığı, iktidarın polis ve asker gücünü elinde tuttuğu, halkın pasif davrandığı ülkelerde seçim çalmanın hiç de zor olmadığını gösteriyor. Dış dünyanın yapabileceği çok fazla bir şey yok. Maduro rejimi çoğu Batı ve bölge ülkesi tarafından boykot edilmiş, hatta 2019 seçimlerinden sonra muhalif aday birçok ülkede seçimlerin gerçek galibi olarak ilan edilmiş, ancak bu onu iktidara taşımak ve Maduro’yu göndermek için yeterli olmamıştır. 2024 yılında birçok ülkede yapılan seçimlerin de gösterdiği gibi, sırf düzenli aralıklarla seçim yapması bir ülkeyi demokratik kılmaz. Bunu bu sene yine gördük, ileride de maalesef görmeye devam edeceğiz.