Yaklaşık üç yıl kadar önce Serbestiyet’te “Sandığın itibarını düşürmek” başlıklı bir yazı yazmıştım. O tarihten bu yana iktidarın seçimler ve seçmen iradesine yönelik tutum ve yaklaşımı “itibarı düşürmenin” çok ötesine geçti, sanırım artık seçmen iradesini “hiçe saymak”, “yok saymak” gibi ifadeler daha yerinde olur. Hatta, meşru yönetme yetkisini elde etmek için seçimleri temel referans olarak almaktan, demokratik meşruiyet arayışından uzaklaşmaktan bahsetmek gerekiyor.
Bahsettiğim yazıya vesile olan gelişme AK Parti’nin İstanbul, Ankara, Bursa ve Balıkesir illerindeki kendi belediye başkanlarını istifaya zorlamasıydı. Belediye başkanları, bir kısmı kamuoyunun gözü önünde cereyan eden bir süreç ve zorlamayla, tabiri caizse genel başkanın “inisiyatifi” ile görevden alındılar. Seçimle gelen, seçmenin oyununu alarak bulundukları makamlara oturan bu kişiler, anti-demokratik bir yolla yerlerinden edildiler.
Daha öncesinde, Mayıs 2016’da, bilhassa HDP’li vekilleri hedef alan, vekillerin sıradışı bir yolla dokunulmazlığını kaldırmak, meclis kararı olmaksızın sorgulanma ve tutuklu yargılanabilmelerinin önünü açmak amacıyla düzenlenen, CHP’nin de destek vermesiyle mümkün hale gelen, anayasal düzeyde bir değişiklik yapıldı. Bu süreçle birlikte 12 HDP’li vekil gözaltına alındı ve 9’u tutuklandı. Geçtiğimiz aylarda ise haklarında yargı kararı kesinleşen vekillerden 2 HDP’li ve 1 CHP’li üyenin milletvekilliği düşürüldü, bunlardan ikisi hapse gönderildi. Geçen haftalarda, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, HDP’li 7 milletvekilinin yargılanabilmesini sağlamak amacıyla dokunulmazlıklarının kaldırılması isteğiyle fezleke hazırladığı duyuruldu.
Sadece ulusal temsil düzeyinde değil, yerel temsil düzeyinde de seçmen iradesi hiçe sayıldı. Mart 2014 yerel seçimlerinde göreve gelmiş pek çok HDP’li belediyeye kayyım atandı. Görevden alınan başkanların yerine, belediye meclislerinin seçim yapmasına izin verilmedi. Başka bir seçilmiş yerine, bir memur atamak tercih edildi.
Kayyım atamayı alışkanlık haline getiren iktidar, 2019’daki son yerel seçimlerde de aldıkları mazbataları henüz soğumamış pek çok HDP’li seçilmişi arka arkaya görevden aldı. En son Ayhan Bilgen’in belediye başkanı olduğu Kars Belediyesi’ne, Kars Valisi kayyım olarak atandı. Son gözaltı ve tutuklamalarla birlikte, yerel seçimlerde HDP’nin kazandığı 65 belediye başkanlığından geriye 6 tanesi kaldı.
Son yerel seçimler, seçimi ve seçmen tercihini hiçe saymak konusunda birbirinden ilginç örneklerle tarihe geçti diyebiliriz. Seçim kurulları muhalefet partileri aleyhine ve cumhur ittifakı lehine çok sayıda “tartışmalı” karar aldı.
Bu kararlardan en meşhur olanı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminde gerçekleşti. İktidar, CHP adayı Ekrem İmamoğlu’nun seçimi kazanmış olmasını bir türlü kabullenemedi. Herkesin gözü önünde ve canlı yayında seçim gecesi yaşananlar, seçim kurulu üyelerine yönelik baskı ve tacizler, kanıtsız iddialar sonrasında, 6 Mayıs 2019’da, “ite kaka” aldırılan seçimi yenileme kararı tarihe geçti. Tarihe geçen bir başka şey de tekrarlanan seçimlerde AK Parti’nin zaten kaybettiği seçimi, pekiştirerek bir kez daha kaybetmesi oldu.
Bazı iyimserler AK Parti’nin bundan ders çıkararak seçimlerin güvenirliğini ve seçim meşruiyetini tahrip etmekten vazgeçebileceğini umdular. Ne var ki, seçimlerin hemen ardından, muhalif belediyelere yönelik iş yaptırmama, yetkilerini elinden alma türünden yıldırma ve felç etme girişimleri ile bunun nasıl nafile bir beklenti olduğu hızlıca ortaya çıkmış oldu.
AK Parti iktidarı, seçimleri ve seçmen tercihini kendisi açısından birincil hedef ve temel destek kaynağı olarak görmekten yıllar içinde aşama aşama uzaklaştı. Muhalif partilere ve seçmenlerine yönelik olarak demokratik siyasetin dilini ve ilişki kurma biçimini çoktan terk eden iktidar, bizzat AK Parti üyeleri ve kendi seçmeni ile de demokratik siyaset yoluyla ilişki kurmayı bıraktı. Seçmenin sorunlarına ve taleplerine açık, bunları karşılayarak destek arayan demokratik-sivil siyasi meşruiyet arayışını terk etti, yerine otokratik-devletçi bir “meşruiyet” arayışını koydu.
İktidarda tutunmak için artık sadece iki ana enstrümanı var; devletin zor gücü ve propaganda gücü. Her ikisi de devlet iktidarına sahip olmaktan gelen araçlar. Devletin zor gücü, polis, savcı, mahkeme eliyle hiç ara vermeden, hep daha aşırıya kaçarak, sertleşerek her kategorideki muhalefet ve eleştiri ile mücadele etmek için kullanılıyor. Sadece siyasi parti muhalefeti değil, BARO’lar, TBB, diğer meslek örgütleri, muhalif medya üzerinde zor gücü sonuna kadar kullanılıyor. Parlamento da, “yok kanun yap kanun” yoluyla basit bir zor aparatı haline getirildi.
İkinci enstrüman olan propaganda adeta iktidarın en temel icraat sahası haline geldi. İktidar için siyasi iletişim basit bir halkla ilişkiler faaliyeti olmanın çok ötesine ulaştı. Dev binasının da açıkça işaret ettiği üzere siyasal iletişim her alandaki kötü yönetimi ve hukuksuzluğu örtmek, karşı çıkan sesleri baskılamak, başarısızlığı silmek ve yerine bir başarı masalı sunmak üzere faaliyet yürütüyor.
Kendi seçmeni ve partilisi de dahil bütün toplumla ilişki kurma biçimi sürekli yukarıdan aşağı bir dikte akışı şeklinde işliyor. Başarı masalı anlatabilmek için veriler, istatistikler, oranlar, hesaplamalar değiştiriliyor, çarpıtılıyor, çeşitli oyunlarla gerçek durum gözlerden kulaklardan kaçırılmaya çalışılıyor. Gizlenemez hale gelince de, en son koronavirüs verilerinde gördüğümüz gibi, çeşitli “yaratıcı terim” oyunlarına başvuruluyor.
Anlaşılan o ki, iktidar seçimleri ve seçmen desteğini bir zamanlar önemsediği kadar önemsemiyor. AK Parti, iktidara geldiği günden itibaren karşısına çıkan engelleri ve sorunları aşmak için her zaman seçimlere başvurmuş, seçmen desteğinden medet ummuştu. Oysa şimdi seçimleri ciddiye almıyor, seçim sonuçlarına gerekli saygıyı göstermiyor, seçmen tercihlerini dikkate almıyor.
AK Parti, ya artık serbest ve adil yapılan bir seçimde kendine fazla şans vermiyor, dolayısıyla rakiplerini gayri meşru yollarla bertaraf etmeye çalışıyor veya serbest ve adil bir şekilde yapılacak bir seçimin sağlayacağı iktidar pastasıyla doyamayacak kadar güç obezine dönüştü.
Bana kalırsa, her ikisi birlikte …