Cennet Uslu

Seçmenin iradesini hiçe saymak

AK Parti, iktidara geldiği günden itibaren karşısına çıkan engelleri ve sorunları aşmak için her zaman seçimlere başvurmuş, seçmen desteğinden medet ummuştu. Oysa şimdi seçimleri ciddiye almıyor, seçim sonuçlarına gerekli saygıyı göstermiyor, seçmen tercihlerini dikkate almıyor.

İktidar odağı ve zulmün artışı

Devlet iktidarını ele geçiren, odağa yerleşen her güç, toplumsal çoğulculuğu ve çeşitliliği reddederek, baskılayarak kendi dayandığı ve temsil ettiği kesimi siyasi meşruiyetin ve siyasi birliğin referansı olarak aldı. İktidar odağına yerleşen her güç, bir kesime dayanmasına rağmen kendisini halkın/milletin asli temsilcisi, onun somutlaşmış hali ve onun egemenliğinin asli taşıyıcısı olarak gördü.

Aşırı yüklemenin etkisizliği

Medyada açık ve doğrudan bir destek ve itaat beklentisi içindeki iktidar, yürüttüğü agresif ve kuşatıcı politika ile ana akım medyanın kıymetli etkisini de orta vadede kendi aleyhine tahrip etmiş oldu. İktidar, diğer alanlarda olduğu gibi medyada da aşırı yüklemenin getirdiği bir etkisizleşme ile yüz yüze kaldı.

Popülizm “Bir” nedir?

Popülizm; demokrasinin olağan bir boyutu olarak, demokrasinin tam kendisi olarak, demokrasiyi tehdit eden bir virüs olarak veya yozlaşıp oligarşik hâle gelen bir demokrasiyi yeniden sağlığına kavuşturabilecek bir iksir olarak oldukça farklı şekillerde tanımlanmaktadır. Peki, popülizm bunlardan hangisi? İyi bir şey mi, kötü bir şey mi?

Sandığın itibarını düşürmek

Temsili demokrasi, yurttaşların kamu makamlarına kimlerin geleceğini belirleyebilmesini garanti altına alır. Seçmenin yetkilendirdiği ve bir koltuğa oturttuğu kişileri, devlet gücü ve imkânlarını kullanarak o koltuklardan kalkmaya zorlamak veya halktan aldıkları yetkilerini kullanamaz duruma düşürmek, bir tür vesayetçilik oynamaya kalkmaktır.

Hapsedilmiş seçmen

CHP seçmeninin yaşadığına benzer bir sıkışmışlık halini, şimdi AK Parti seçmeni de yaşıyor. Artık muhafazakâr seçmenin elinde, ileriye dönük bir vizyon ve umut sunmak konusunda tükenmiş; etkili ve sorun çözücü demokratik politikalar üretmekte başarısız; demokratik bakımdan defolu bir parti var. İyi bir gelecek umudunu değil, mevcut olanları kaybetme korkusunu pazarlıyor.

İç düşman ve iki toplum

İktidar kimin eline geçerse geçsin, bölünmüşlük orda duruyor. Çünkü (a) her iki kesimi de güvende hissettirecek bir yapısal değişim; (b) ülkedeki sosyal, ekonomik ve siyasi iktidarı diğerleri ile adilane paylaşmaya rızayı içerecek bir zihni değişim sağlanamamış bulunuyor.

Başarısızlık tesadüf mü?

Liberal-demokratik sosyal-siyasal modelin şimdiye kadar ortaya çıkmış tek “İslâmî” alternatifi, Taliban veya İran örneklerinde görülen din temelli totaliter sistemler. Türkiye’deki İslâmcılar, istemedikleri bu aşırı örnek ile liberal-demokratik model arasında kendilerine bir alternatif bulamıyor. Çünkü yok. Başarısızlık ve yönsüzlük halinin sebebi, liberal-demokratik siyasal modelin referans alınmaktan vazgeçilmesi. Çözüm, liberal-demokratik vizyona geri dönüşte yatıyor._x000D_ _x000D_ _x000D_

Zamanında yapılmayan eleştiri

Eski AK Parti uzunca bir dönem hastaydı ve nihayet 16 Nisan referandumu sonrasında defnedildi. Yerinde artık Yeni AK Parti var. Seslerini ancak şimdi yükselten bazı muhalifler, bu süreçte Erdoğan’a güç aktarırken kendi güçlerini de iyice tükettiler. Bu kişilerin elinde, artık idealize edilen Eski AK Parti’ye ağıt yakmaktan ve yozlaşmış buldukları Yeni AK Parti’yi taşlamaktan başka bir şey kalmamış bulunuyor._x000D_ _x000D_

Devletin cemaati, cemaatin devleti

Devlet-cemaat ilişkilerine, ancak devletin/iktidarın hem özgürlük ilkesine, hem eşitlik ilkesine uygun hareket etmesi halinde düzgün bir çözüm bulunabilir.

Sadece “bizim” için geçerli bir özgürlük yaratmışlar!

Mayıs ayı içinde Atatürk “aleyhindeki” bir takım konuşma ve yazıların kriminal bir boyuta taşınması, AK Parti’nin ifade hürriyeti ihlallerinden yakınan cumhuriyetçi kesimlerin verdiği tepki sayesinde mümkün oldu. Bu anlayış sadece genel iradecilere has değil; milli iradeciler de bu konuda aynı hatâlı anlayışı paylaşıyor. Muhalefetteyken özgürlükçü, iktidardayken otoriter. Hepsinin yolu buraya çıkıyor.

Genel irade, milli irade ve keyfi irade (II)

Milli iradeci anlayışın “millet” kavrayışında üç sakatlık söz konusudur. İlk olarak, milletten anlaşılan, daha ziyade kendilerine oy veren ve destekleyenlerden oluşan, milliyetçi-dindar-muhafazakâr bir profile sahip toplum kesimleridir. Bu çerçevede, “Batı sevdalısı... fazla çağdaş... kendi toplumuna yabancı” kesimler “milletten” olamaz. İkincisi, millet kısmen organik bir varlık olarak görülür. Üçüncü ve en problemlisi ise, hükümet olacak kadar çoğunluk oyunu almanın “her şeyi yapabilmek için tam yetki” verilmesi olarak anlaşılmasıdır.

Genel irade, milli irade ve keyfi irade (I)

Halkın yeterince aydınlanmamış olduğu durumda, genel iradeyi yansıtabilecek, temsil edebilecek, halkı aydınlatabilecek bir lider v/ya seçkin kişiler, halk adına ve halkın iyiliği için karar verebilecektir. Bu, sıklıkla “halka rağmen, halk için” sloganına dönüşecek bir zorla özgürleştirme ve zorla ilerletmenin meşruiyetini içerir. Dinin karşısına “bilimi”; yerelin karşısına “evrenseli”; geleneğin karşısına “çağdaşı”; Doğu’nun karşısına “Batı”yı koyan bu anlayış, pek tabii ki “çoğunluğun oy desteğini” hiçbir zaman sağlayamadı, sağlayamazdı.

Reel-politikten komplo-politiğe

Türkiye’de komplo teorilerine tümden teslim olamayacak kadar pragmatist bir iktidar var. Ancak komplo teorisini devre dışı bırakmaya da yanaşmıyor. Böylece Türkiye’de bu dönemde komplo-politik ile reel-politik arasında gidip gelen bir politik söylem kurulmuş oldu. Komplo-politik ile şekillenen söylem reel politiğin duvarına çarpınca söylem ve hamle yenileniyor, ancak komplo söyleminden (sağladığı imkanlardan) tümden vazgeçilmiyor.

Sentez mi, retro mu?

 AK Parti, Kemalist vesayet sistemiyle kavgalı olan ve siyasi-sosyolojik referanslar itibariyle onun anti-tezi görüntüsü veren bir hareket içinden çıkarak yola koyulmuştu. İktidara yürüyüşünün -hükümete...

Referandum hakkında birkaç söz

Referandum öncesinde bazı AK Parti destekçileri, son dönemde demokrasi ve adalet kaybından rahatsız olmalarına rağmen referandumda “Evet” vereceklerini ifade ediyordu. Gerekçe olarak da, “Evet” çıkması halinde iktidarın elinin güçleneceği, böylece Erdoğan’ın partiyi yeniden eski kuruluş felsefesi ve siyasetine yönelteceği tahminini (aslında umudunu) gösteriyorlardı. Ben gelişmelerin öyle seyredeceği kanaatinde değilim.

Referandum sonrası

Peki, sandıktan “Hayır” çıkması durumunda neler olabilir? “Hayır” açıkça Erdoğan’ın başarısızlığı olarak okunur. Fakat Erdoğan’ın pragmatizmi referandum başarısızlığı ile birlikte OHAL tipi yönetim tarzında, Batı karşıtlığında ve Kürt meselesinde geri adım atmasına veya en azından yumuşamasına sebep olabilir. Yeniden destek toplamak için ılımlı ve kuşatıcı bir politik söyleme yanaşabilir.

“Evet” ile “Hayır”, “Eski” ile “Yeni”

AKP’nın bunca yıldır ilk defa bu kadar zorlanmasının nedeni, sadece seçmenin önüne ağır arazı olan, savunulması ve kabul edilmesi zor bir teklif getirilmesi değil. Aynı zamanda bu teklifin, darbe girişimi sonrası açıkça tercih edilen otoriter yönetim anlayışıyla birlikte sunulması. Mevcut yönetim anlayışı ile teklif edilen hükümet biçiminin arazı birleştiğinde, karşı karşıya kalacağı olasılıklar seçmenin önemli bir kısmını ürkütüyor olmalı.

Evlilik programlarından ne istiyorlar?

Gerçekte olanın açık edilmesinden duyulan bir hoşnutsuzluk veya gerçeğin çıplak halinden memnuniyetsizlik söz konusu. Yakınılan davranışlar zaten toplumda mevcuttur; ancak çaktırmadan, konu komşuya duyurmadan, öyle değilmiş gibi bir hava verilerek sergilenir. Televizyonda ise her şey açık seçiktir, hattâ ilgi çekmesi için bu “zaaf veya gerçek”lerin üstüne üstüne gidilir ve iyice abartılır. Bu tür programların sosyal gizlilik ve bilmiyormuş gibi yapma zarafetini iplememesi, bazı insanlarda hoşnutsuzluk yaratıyor.

Bağlamsız “karargâh rahatsız” tepkisi

Eğer bir darbe girişiminden endişe ediliyorsa, buna karşı sağlıklı tedbirin Genelkurmay başkanını bütün yurtdışı gezilere yanında götürmek veya bir habere bağlamsız tepki vermek olmadığı ortadadır. Kalıcı ve yapısal değişikliklerle ve topluma karşı açık davranarak bu tehdit ile mücadele edilmelidir.

Karargâh rahatsız derken!

Olayda üstü yaygarayla örtülen ve asıl sorunu oluşturan kısma gelelim. Genelkurmay hangi hakla ve yetkiyle bir gazeteye beyanat veriyor? Hangi cüretle bir partiyi, ana muhalefet partisini hedef alıyor? Hangi akla hizmet siyasetçilerin, örneğin milli savunma bakanı veya başbakanın konuşacağı konularda kendine vazife çıkarıyor? Ve elbette iktidar, hangi akla hizmet basına siyasileri hedef alan bir beyanat veren genelkurmayı hizaya çekip bunun hesabını sormak yerine, bunu haberleştiren gazeteciye hesap soruyor?

Cumhurbaşkanına hakaret suçu

Cumhurbaşkanına hakareti düzenleyen TCK 299, teorik olarak, parlamenter sistemde siyaseten tarafsız ve sembolik olması gereken bir devlet başkanı varsayılarak düzenlenmiş bir madde. Buna karşın Erdoğan aktif ve yoğun bir siyasi erk kullanıyor, taraflı olduğunu açıkça beyan ediyor, bunu savunuyor. Bu durumda, tarafsız cumhurbaşkanı için düzenlenmiş bir maddeden yararlanıyor olması ne demokratik bakımdan ne de hakkaniyet bakımından doğru. Üstelik referanduma götürülen başkanlık teklifinde, bu maddeyi kaldıran bir düzenleme yer almıyor.

686 sayılı KHK

Bu KHK ile üniversitelerden ihraç edilenler arasında, sadece “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı bildiriye imza atanlar değil; bu bildiriye imza atan akademisyenler hakkında idari ve cezai soruşturma açılmasını protesto eden ve eylemin ifade hürriyeti kapsamında görülmesi gerektiğini belirten ikinci bir bildiriye imza atanlar da bulunmakta. İfade hürriyetini savunan bir metnin suç olarak görülmesi, durumu iyice dramatik hale getiriyor.

Hangisi üstün? Hukuk mu, siyaset mi?

Nasrettin Hoca gibi olacak ama, ne hukuk ne de siyaset mutlak surette üstündür. Hukuk ve siyaset karşılıklı olarak birbirlerine muhtaç ve bağlıdır. Demokratik bir sistem, bu ikisi arasındaki denge ve karşılıklılığın iyi işleyişi sayesinde daha güvenli bir rejim olur. İkisi arasındaki sınırın kesin bir çizgisi yoktur. Zaman zaman sınırları karşılıklı zorlamalar olağan görülmeli; ancak bu, bir tarafın kontrolsüz ve mutlak üstünlüğüne dönüştürülmemelidir.

Çoğulcu yapıyı yok saymak

Bu düzenleme ile Kemalistler, sekülerler, Aleviler, sosyalistler, liberaller, eşcinseller veya Kürtçüler ve benzeri kesimlerin yeni rejimin ötekileri olma olasılığı çok güçlendirilmiş durumda. Düzenleme, yeni rejimin Sünni dindarlığı ve Türk milliyetçiliği ile tanımlanan bir merkez sağ siyasi hareketin rejimi olma riskini barındırıyor.

Resmi milli politika versus demokratik siyaset

Vesayet rejimi yıkıldıkça açılan demokratik siyaset alanında, AK Parti ne önerdiyse “AK Parti tarafından” ülke için doğru ve faydalı görülen politikalar olarak sundu ve savundu. Herhangi bir konuda adım atacağı zaman, kamuoyunu ikna etmeye, politikanın neden doğru ve faydalı olduğunu anlatmaya özen gösterdi. Ancak sonradan, iktidarın iç ve dış siyaset “tercih”leri millet ve devletin çıkarı için “zorunlu” gibi sunulmaya başlandı.

Ne yapılmamalıydı?

Bugün geldiğimiz noktada, darbe sonrası sürecin yönetilmesindeki başarısızlığı teslim etmek gerekir. Ne darbe girişimi net ve açık şekilde aydınlatılabildi, ne OHAL yetkilerinin kullanımı sadece darbe ve FETÖ ile sınırlı tutuldu, ne de OHAL’in yakın bir tarihte kaldırılacağına dair herhangi bir işaret var. Ayrıca, farklı toplum kesimleri arasında ortak bir zeminden bahsetmek de artık pek mümkün değil.

Devletteki “derin” boşluk

Anayasal demokrasilerde de oligarşi ülkeyi derin devlet vasıtasıyla istediği şekilde yönetme eğiliminde olacak, bundan vazgeçmeyecektir elbette. Ancak demokratik bir rejimde çoğulculuğun ve kurumsal-yasal prosedürlerin anayasal ve yapısal olarak sağlayacağı sigortalar çok daha çeşitli ve dayanaklı olacaktır. Sistem demokratik siyasetin ve kamuoyunun gözetim ve denetimine daha açık olacaktır.

Partinin aydınları ve trajedileri

AK Parti’nin giymeye çalıştığı yeni “milli ve yerli” gömleğinin baş terzisi ulusalcılar gibi görünüyor. Verilen sipariş üzerine ulusalcı terzi eldeki kumaşı, örneğin Kürt meselesinde militarist ve yasakçı, dış politikada Avrasyacı politikalardan başlayarak yeni dikilecek gömlek için biçmeye başladı. Yeni terzi ekibi, büyüyen partiye uygun daha büyük bir gömlek çıkarabilmek için İslâmcılık ve muhafazakâr demokratlık gömleklerinden geriye kalan küçük parçaları da yama olarak kullanıyor.

Siyasi düşmanlığın ölçüsüzlüğü

Artık yeni Türkiye’nin kanaat önderleri, anlaşılan troller. Terör gibi bir olayda bile ortak bir tutum almayı ve birlik sergilemeyi, bizim için neredeyse “ütopik” bir hedef haline getiriyorlar.