Delay, Deny, Defend (Ertele, Reddet, Savun). Ameliyat, röntgen veya basit bir diş operasyonu için masraflarının karşılanıp karşılanmayacağını öğrenmek isteyen milyonlarca Amerikalının özel sağlık sigortası şirketlerine başvurduklarında duyduğu rutin kelimeler. Dünyanın en gelişmiş ülkelerinden ABD’nin oldukça arkaik ve kötü bir sağlık sistemi var. Türkiye ve kıta Avrupası’nın aksine herkesi kapsayan ortak bir kamu sistemi yok. Kamu kaynaklarıyla finanse edilen iki temel sağlık sigortası bulunuyor: Medicaid ve Medicare. Medicaid ve Medicare, 1965’te sağlık sektörünün büyük tepkilerine rağmen Demokrat Partili Lyndon Johnson tarafından hayata geçirilen önemli bir sağlık sigortası paketi. Bu devlet sigortası, hamile kadınların, düşük gelirli çocukların ve ailelerinin, engellilerin ve 65 yaş ve üzeri vatandaşların temel sağlık harcamalarını karşılıyor. Obama dönemindeki Obamacare reformuyla bu sağlık sigortasının kapsamı genel olarak düşük gelirlilere doğru genişletildi, fakat her eyalette bu gelir düzeyi ve kapsamla ilgili sınırlar farklı. Birçok Cumhuriyetçi eyalet Obamacare’e tepki göstererek kamu sağlık sigortasının kapsamını genişletmeyi reddediyor. Kamu sağlık sigortasından faydalanamayan geri kalan milyonlarca Amerikalı’nın ise tek çaresi, genellikle çalıştıkları şirketlerin maaşlarından keserek primlerini ödediği özel sağlık sigortaları. 156 milyon Amerikalı işverenleri aracılığıyla kapsamına alındıkları özel sağlık sigortalarının insafına kalmış durumda.
Özel sağlık sigorta şirketleri hakkındaki düzenlemeler ise yine dünyanın geneline göre oldukça geride. Sigorta şirketleri, tamamen kar odaklı. Kamu yararı veya “müşterilerinin” sağlığını pek umursanmıyor, yatırımcılarını memnun etmek adına her sene gelirlerini arttırmaya odaklanılıyor. Bir sağlık sigorta şirketinin gelir artırması için de giderlerini azaltması şart. Giderlerini azaltmanın tek yolu ise anlaşmalı hastaneler, doktorlar aracılığıyla “müşterilerinin” sağlık harcamalarının sigorta kapsamına alınma taleplerini ertelemek, reddetmek, ucuza getirmek, bu taleplerini tekrar tekrar şirket nezdinde savunmalarını, adeta sürünmelerini sağlamak. Bu nedenle belki Avrupa’da, Türkiye’de, herhangi bir Latin Amerika ülkesinde hızlı bir şekilde sigorta kapsamına alınabilecek tedaviler, röntgenler, ilaçlar, ameliyatlar çeşitli bahanelerle sigorta şirketleri tarafından reddediliyor. Denetleme kurumları ve federal yasalar yetersiz olduğu için şirketlerin bu talepleri ele alırken uyguladığı kriterler muğlak, kaç talebin reddedildiğinin ortak bir sayısı dahi tutulmuyor. Tahminlere göre büyük sigorta şirketleri her sene yaklaşık 250 bin kişinin sağlık harcaması talebini reddediyor ve sigortalarının kapsamı dışında olduğunu söylüyor.
Sağlık insanların vazgeçebileceği bir harcama değil. Bu nedenle birçok kişi büyük borçların altına girerek yine de bu tedavileri oluyor. Amerika’da toplam sağlık harcaması borç miktarının 220 trilyon dolar olduğu tahmin ediliyor. Bu tür borçlar en yaygın iflas sebeplerinden biri. Bütün bu süreçlerde, Amerikalıların tedavileri erteleniyor, teşhisleri gecikiyor, çekilen acı artıyor. Halihazırda devletin başlarının çaresine bakmaları için yalnız bıraktığı Amerikalıların hem cebi hem de canı yanıyor.
İşte bu nedenle Delay, Deny, Defend (Ertele, Reddet, Savun) kelimeleri Amerikalılar için adeta bir kabus. 4 Aralık 2024 günü ise bu kelimeler sadece sıradan Amerikalıların değil, sağlık sigortası şirketlerinin ve CEO’ların da kabusu oldu.
Yakalanmak pahasına flört
2023 yılında elde ettiği 371 milyon dolarlık gelirle dünyanın en yüksek gelirli sekizinci ve ABD’nin en büyük sağlık sigortası şirketi olan UnitedHealth Gorup’un 50 yaşındaki CEO’su Brian Thompson, şirketin her yıl düzenlediği hissedarlar toplantısına katılmak amacıyla New York’taydı. Toplantının düzenleneceği New York Hilton Midtown’a üç dakika uzaklıktaki Marriott otelde kalıyordu. Thompson, Central Park’ın yakınındaki lüks otelinden sabah 6.40’ta çıktı, New York’un sisli kaldırımlarında hızlı adımlarla yürümeye başladı. Üç dakika sonra toplantının yapılacağı otele vardığında Thompson’un üzerine üç el ateş açıldı. Thompson yere yığıldı. Dört dakika sonra hastaneye kaldırıldı. Kurtarılamadı.
Maskeli bir şahıs, New York Manhattan’ın ortasında ABD’nin en büyük şirketlerinden birinin CEO’sunu vurmuş, ardından belediyenin elektrikli bisikletlerinden birine atlayıp Central Park’a kaçmış, izini kaybettirmişti. Olay yerinde polisin ilk bulduğu deliller bu suikastı daha da ilginç bir hale getirmişti. Kaldırıma düşen mermi kovanlarının üstüne “delay, deny, depose” (geciktir, reddet, tahtan indir) yazılmıştı.
New York’un hantal emniyet teşkilatı katili aramaya başlamıştı, fakat sigorta şirketlerinin binlerce mağduru için tablo netti. Cinayet milyonlarca Amerikalı için aslında çözülmüştü. 2021 yılında göreve gelen Thompson ile beraber gelirlerini artıran şirket, 49 milyona ulaşan müşterilerinin taleplerini yapay zeka ile değerlendirmeye başlamıştı. Harcama talepleri reddedilen mağdurların iddiasına göre bu yapay zeka uygulamasının hata oranı %90’lardaydı. Şirket %30’lara ulaşan ret oranıyla birçok protestonun, davanın hedefindeydi. Thompson da uzun zamandır harcama talebi reddedilen kişilerce tehdit ediliyordu.
Bu nedenle olayın ilk anlarından itibaren Thompson’ın Manhattan’ın ortasında vurulmasının arkasındaki motivasyon tahmin ediliyordu.
Esas gizemli olan katilin kimliğiydi. Katil ameliyatı, röntgeni, tedavisi sigorta şirketi tarafından karşılanmayan, belki de bu nedenle annesini, babasını, eşini kaybeden öfkeli bir yoksul Amerikalı olabilirdi. Belki radikal bir sol örgüt militanıydı, belki de işten atılan öfkeli bir şirket çalışanı.
CEO’nun öldürülmesi tam da bu nedenle ABD’yi ikiye, daha doğrusu dokuza karşı bire böldü. Birçok Amerikalı nefret ettikleri, gündelik hayatta en çok muhatap oldukları, en temel sağlık harcamaları için kapısında dil döktükleri şirketin CEO’su öldürüldüğü için mutluydu. UnitedHealth’in taziye mesajı Facebook’ta 90 binin üzerinde “kahkaha” emojisi almış, şirket yorumları ve tepkileri gizlemek zorunda kalmıştı.
Bu sevinç gösterisinin ivmesi katilin kimliği yavaş yavaş netleşmeye başladıkça daha da arttı. Katil dakikalar önce Starbucks’a uğramış, kahve, su ve protein bar almıştı. Siparişini verirken ise kimliğinin deşifre olması pahasına flörtleşmekten ödün vermemiş, siparişini alan Starbucks çalışanıyla konuşurken maskesini indirip tatlı bir gülüş atmıştı.
Kaçarken bindiği taksideki görüntüsüyle bu fotoğrafı birleşince katilin çehresi de biraz netleşmişti. Katil aynı zamanda yakışıklıydı da. Suikast estetik ve magazinsel bir hal aldı.
Flört pahasına kendini riske atan genç katili teşhis eden ve tutuklanmasını sağlayan ise yine bu gülüşü zihninden çıkarmayan bir zincir firma çalışanı olmuştu. Bu sefer Starbucks değil, McDonalds sevdası katili ele vermişti.
Mazbut bir hayat, bol bol sevgi, sağlam bir spor, kusurlu bir katil
26 yaşındaki Luigi Mangione, Pennsylvania’nın Altoona kentindeki bir McDonald’s şubesinde yemeğini yerken çalışanlardan biri tarafından teşhis edildi ve polise ihbar edildi. Hızlı bir şekilde restorana gelen polis Luigi’yi gözaltına aldı. Luigi’nin çantasından cinayette kullanıldığı şüphelenen 3D yazıcı ile basılmış silah, susturucu, sahte kimlik ve sağlık sistemini ve sigorta şirketlerini eleştiren üç sayfalık bir manifesto çıkmıştı. Yetkililer kısa bir süre içerisinde Starbucks’ta içilip çöpe atılan su şişesi ve protein barı ambalajı üzerindeki parmak izleriyle Luigi’nin parmak izlerinin de uyuştuğunu açıkladı. Amerika günlerdir merak ettiği katilin kimliğini öğrenmişti. Kısa bir Google aramasından sonra herkes şok olmuştu.
Luigi Mangione, ABD’nin merakla beklediği o “katil” değildi. Maryland eyaletinde yaşayan İtalyan göçmeni çok zengin bir ailenin çocuğuydu. Mangione ailesi, Maryland’ın en ileri gelen mülk sahiplerindendi. Lüks bir emlak siteleri, özel bir huzurevleri ve otelleri vardı. Luigi’nin doğum piyangosu talihliydi.
Hiç çalışmasa dahi istediği gibi yaşayabilecek kadar zengindi. Liseyi sadece erkeklerin gittiği özel bir lisede okumuş, robotik takımının kaptanı olmuş, iyi bir ortalamayla okulu bitirmişti. 2020’de ABD’nin en prestijli okulları arasında, yani Ivy League’de yer alan UPenn’den mezun olmuştu. Lisansta bilgisayar mühendisliği ve matematik, yüksek lisansta ise yine bilgisayar ve enformasyon mühendisliği okumuştu. Mangione arkadaşları tarafından sevilen, sık sık dünyayı gezen, yeni insanlarla tanışmaya meraklı, aktif bir flört hayatı olan, sporunu ihmal etmeyen, komik ve sevecen bir gençti. Ortamlarının aranan adamıydı.
Mangione daha sonrasında bir araba satış firmasında veri mühendisi olarak çalışmaya başladı. Bir şirkette çalışan, bilgisayar başında mesai harcayan, tatiline giden, hobilerinden vazgeçmeyen, düzenli sporunu yapan, flört hayatını ihmal etmeyen tipik bir beyaz yakalıydı. Mangione’nın dengesini bozan ve hayatının aksını değiştiren ise sırtının aksını değiştiren kronik rahatsızlık oldu.
Luigi’nin ayarları da hayatı da sırtından başlayarak bozulmuştu.
Sırt ağrısı başa, devrim çağrısı şirketlere bela
Luigi için dönüm noktası 2022’de Hawai’de geçirdiği uzun tatildi. Luigi, Hawai’deki bir sörf topluluğuna katılmış hem sosyalleşmiş hem de bol bol sörf yapmıştı. Sörf yaparken uzun yıllar boyu hafif de olsa ağrısını çektiği sırtı daha da kötüleşmiş, acısı artmıştı. Acıya daha fazla dayanamayan Luigi, Hawai’den erken ayrılmak zorunda kalmıştı. Normal bir şekilde yaşamına devam etmeye çalışsa da çektiği acı çok fazlaydı. Cinsel hayatı olumsuz etkilenmiş, sırt ağrıları nedeniyle spor yapamamaya başlamıştı. Luigi 1.5 sene boyunca işe yaramadığını belirttiği tedaviler sonuç vermeyince Temmuz 2023’te ameliyat oldu. Ameliyatı iyi geçmişti, fakat Luigi hem ailesiyle hem de arkadaşlarıyla irtibatı kesmiş, işten ayrılmış, kendisiyle iletişime geçenlere yanıt vermemeye başlamıştı.
Bu süre zarfında Twitter’ı aktif kullanıyor, Goodreads hesabı üzerinden okuduğu kitapları değerlendiriyordu. Özellikle Peter Thiel gibi Elon Musk’ın akıl hocası sağ liberteryen figürlerden etkileniyor, az çocuk yapmanın zararlarından bahsediyor, kimliksel meselelere odaklanan duyarlı “woke” akımı eleştiriyordu. Sırt ağrısı ve buna yönelik tedavileri temel alan kitapları okumuş, sağlık şirketlerini eleştiren temel eserlere odaklanmıştı. Fakat özellikle bir kitabı çok beğenmişti.
Luigi, başarılı bir matematik profesörüyken istifa edip orman içinde bir kulübeye yerleşen ve hazırladığı el yapımı bombalarla akademisyenleri, araştırmacıları, şirketleri hedef alan “Unabomber” lakaplı Theodore Kaczynski’nin manifestosundan çok etkilenmişti. Unabomber, sanayileşmenin ve endüstri toplumunun doğayı ve insanlığı yok edeceğine inandığı için bilimsel araştırmalar yapan, teknolojik gelişmelere imza atan kişilere bombalı postalar yollayarak öldürmeye çalışan bir katildi. 16 bombalı saldırı yapan Unabomber, 3 kişinin ölümüne, 23 kişinin de yaralanmasına, parmaklarının veya başka uzuvlarının zarar görmesine sebep olmuştu. FBI, Unabomber’i 17 sene boyunca aramış, bir makalesinin yayınlanması üzerine kullandığı kelimeleri teşhis eden birinin öne çıkmasıyla ancak bulabilmişti.
Unabomber, 2021’de ömür boyu hapis cezasını çekerken hayatını kaybetti. Fakat fikirleri 3 sene sonra Manhattan’ın ortasında bir CEO’yu vuran zengin aile çocuğu Luigi’yi etkiledi.
Aslında geride bıraktığı çevrimiçi ayak iziyle Luigi kendisini merak eden kamuoyuna samimi bir “beyin röntgeni” sunmuştu. Gazeteci Ken Klippenstein’in sızdırdığı suikast manifestosunda Luigi, amacını net bir şekilde anlatmış ve bu röntgenin altını kendi kelimeleriyle doldurmuştu:
“Yaşattığım travmalar için özür dilerim ancak bunun yapılması gerekiyordu. Açıkçası, bu parazitler bunu hak etti. Bir hatırlatma: ABD dünyanın en pahalı 1 numaralı sağlık sistemine sahip, ancak ortalama yaşam süresinde dünyada 42. sıradayız. UnitedHealth, Apple, Google ve Walmart’ın ardından piyasa değerine göre ABD’nin en büyük şirketi. Büyüdü ve büyüdü, ama ortalama yaşam süremiz ne kadar uzadı? Hayır, gerçek şu ki, bu şirketler çok güçlü hale geldiler ve ülkemizi muazzam karlar için istismar etmeye devam ediyorlar çünkü Amerikan halkı bunu yanlarına bıraktı. Açıkçası sorun daha karmaşık, ancak zamanım yok ve açıkçası tüm argümanları ortaya koyabilecek en nitelikli kişi olduğumu iddia etmiyorum. Ancak pek çok kişi yolsuzluk ve açgözlülüğü onlarca yıl önce aydınlattı (örn. Rosenthal, Moore) ve sorunlar hala devam ediyor. Bu noktada mesele bir farkındalık meselesi değil, açıkça güç oyunları söz konusu. Belli ki bununla böylesine acımasız bir dürüstlükle yüzleşen ilk kişi benim.”
Luigi, kendisini sistemin gerçekleriyle yüzleşen ilk kişi olarak ilan ettiği bu yüksek egolu mektubunda her ne kadar sol bir dil kullansa da tipik bir solcu değil. Müesses nizam karşıtı sağcı isimlerden de etkilenen, sosyal medyada bu isimlere de atıf yapan, solcuları eleştirmek için kullanılan “woke” kavramını da seven biri. 2024 seçim sürecinde ise Biden ve Trump’ı da eleştirmiş, özellikle sağlık sistemi konusunda radikal önerileri olan ve Trump’ın Sağlık Bakanı olarak aday gösterilen Robert F. Kennedy Jr.’a sempati duymuş. Kime oy verdiği bilinmiyor. Fakat net bir durum var. Luigi, sırt ağrısı, giderek azalan sosyal hayatı ve sisteme, şirketlere duyduğu öfkesiyle giderek radikalleşmiş ve bu suikastı işlemeye karar vermiş.
Ne trajik ki, Luigi’nin zengin bir ailenin şanslı çocuğuyken yaşayarak değil, okuyarak biriktirdiği sınıfsal öfkenin kurbanı da buğday silosu işçisi bir babanın büyüttüğü yoksul bir çocukken UnitedHealth’in CEO’su olan Brian Thomphson olmuştu. Yoksul bir aile çocuğuyken çalışarak zirveye çıkan Thomphson’ın çocukları da babasız kalmıştı.
Thompson’ın bizzat kendisinin temsil ettiği “Amerikan rüyasına” ulaşamayanların öfkesinin vekaletini kendi kendine üstlenen Luigi tarafından öldürülmüştü.
Bu karmaşık ve özgün hikaye nedeniyle Amerika her zaman olduğu gibi yine ikiye bölünmüş durumda.
Senin katilin, benim katilim
Şu anda sola yakın Amerikalılar, lafa genellikle “Şiddetin her türlüsünü kınıyorum, ama” diyerek başlıyor ve sağlık sisteminin yarattığı öfkenin bu tür eylemlerle açığa çıkmasına şaşırmadıklarını dile getiriyor. Sağcılar ise öfkeli. Solcuların insan haklarından bahsederken, iki çocuk babası bir adamın öldürülmesinin sosyal medyada kutlanmasını, Luigi adına T-shirtler basılmasını, hayran kitlesinin oluşmasını kabullenemiyor.
Fakat diğer bir yandan Luigi’nin tutuklandığı günlerde mahkeme tarafından serbest bırakılan Daniel Penny’i de sahipleniyorlar. Daniel Penny, New York metrosuna girip kullandığı uyuşturucunun etkisiyle bağıran ve insanlara sataşan evsiz bir siyahın boğazını sıkarak etkisiz hale getirmiş ve ölümüne sebep olmuştu.
Jüri tarafından suçsuz bulunan Penny’i Demokratlar “öldürmesine gerek yoktu, bu bir linç” diyerek eleştirmiş, Cumhuriyetçiler ise eski bir asker olan Penny’e sahip çıkmış, Penny de Cumhuriyetçiler arasında imajıyla, sert duruşuyla Luigi benzeri bir hayran kitlesine kavuşmuştu.
Solcuları cinayet övmekle suçlayan sağcıların eleştirisi bu nedenle pek tutarlı değil. “Penny’nin evsiz adamı öldürecek kadar boğazını sıkmasına ne gerek vardı?” sorusunun cevabını vermedikçe eleştirileri pek de tutarlı değil.
Amerikalılar kendi siyasi görüşlerine yakın katilleri, karizmaları, duruşları ve çekicilikleri üzerinden değerlendirirken ve “şiddetin her türlüsüne karşıyım, ama” ile başlayan cümleler kurarken aslında sistematik bir şekilde başka cinayetler de işlenmeye devam ediyor.
Evet, Luigi’nin Brian Thompson’ı öldürmesi kesinlikle kabul edilemez. Korkunç bir cinayet. UnitedHealth şirketinin düzenli olarak primlerini yatıran müşterilerini sağlık harcamalarını karşılamayarak çaresiz bırakması gibi, dünyanın en zengin ülkelerinden birinin milyonlarca vatandaşını devlete en çok ihtiyacı olduğu anda yüzüstü bırakması gibi korkunç. Sağlık sigortasının kamusal olmaması, devletin sağlık sektöründe yeterince varlığını göstermemesi nedeniyle Amerikalılar sistematik bir şekilde ölüyor, öldürülüyor. Obamacare’den daha kapsamlı bir reform gelmedikçe, demokrat sosyalist Bernie Sanders gibi siyasetçilerin önerdiği gibi Medicare herkes için kabul edilmedikçe ve özel sağlık sigorta şirketlerine yönelik düzenlemeler artmadıkça bu ölümleri durdurmak zor. En az Thompson cinayeti kadar bu sistematik cinayetinin de kınanması gerekiyor.
Thompson’ın sokak ortasında vurulmasının ardından New York’ta yaşayan 170 CEO vali ile acil bir görüşme düzenledi ve güvenliklerinin sağlanması için adeta yalvardı. Fakat Amerikan sermayesinin, elitlerinin ve siyasetçilerinin tek yapması gereken New York’taki polis miktarını arttırmak, CEO’ların güvenliğini sağlamaya odaklanmak değil. Bu şirketlere yönelik öfkeyi doğuran koşullarla mücadele etmek, sağlık sistemini düzeltmek, insanların ölmesini engellemek şart.
Bir sırt ağrısı nedeniyle milyoner bir ailenin çocuğu bile Manhattan’ın ortasında CEO vuracak kadar radikalleşiyor ve üstüne üstlük sıradan Amerikalılar nezdinde adeta bir ikona dönüşüyorsa ABD’nin “senin katilin, benim katilim” ikileminden çıkması oldukça hayati ve elzem. Yoksa daha çok Luigi meydana çıkabilir, bu popüler ilgiden, “birisi” olma tutkusundan pay almak isteyebilir. Sağ ve solun yeni “katil ikonlarıyla” tanışma sıklığı artabilir.
ABD bu sorunu çözmeli. Tabii ki çözüm silah değil. Siyaset, reform şart. Suikastçı çekici olabilir, ama kapsamlı bir sağlık reformu kesinlikle daha çekici.
İlgilisine öneriler:
- Luigi’nin manifestosunda atıf yaptığı kitap: Elisabeth Rosenthal- An American Sickness.
Yine Luigi’nin atıf yaptığı yönetmen Michael Moore’nın ABD’deki sağlık sistemini anlattığı belgeseli Sicko