Ana SayfaGÜNÜN YAZILARISerdar Bozkurt ve oyun algısı

Serdar Bozkurt ve oyun algısı

Serdar Bozkurt 'un futbolunu izlemek, yalnızca bir maç izlemek değil, bir düşünce sisteminin sahaya yansımasını gözlemlemektir. Futbolu bir ezber olarak değil, bir arayış olarak görenler için, onun oyunu ilgi çekici ve ilham vericidir.

Geçen sezon Serdar Bozkurt’u Amedspor’un teknik direktörü olarak tanıdım. Daha öncesine dair hiçbir bilgiye sahip değildim. Doğrusunu söylemek gerekirse, bu geçikme beni ziyadesiyle aptal hissettirdi. Mum ışığıyla ışıldayan teknik direktörler arayışında olan ben, Serdar Bozkurt, deyim uygunsa ‘’burnumun dibine’’ düşmeyinceye kadar onu fark etmemiştim. Belki de bu durum burnumun büyüklüğünden kaynaklanıyordu. Geçen sezon ligin ilk maçında irkildim, 2015/2016 sezonundan sonra Amedspor hiçbir maçta bu kadar bitişik ve bütünlük bir oyun oynamamıştı. Her hareket her pozisyon yapılanması, usta bir elin dokunuşlarını hissettiriyordu. Takımın oyun dengesi hiç bozulmuyor, yeterli savunma desteği ve boş alan üretilmeden, takım hücum girişimlerine kalkışmıyordu.

Arşimed gibi “Buldum, buldum” dediğimi hatırlıyorum. Biraz ihtiyat payı bırakmak kaydıyla iyimser bir umut duygularımı okşuyordu. Arkasından gelen ve deplasman ve iç saha oyunlarında aynı disiplin aynı soğukkanlı kurgu ve oyun tarzına defalarca tanık olunca, artık benim için Amedspor maçlarını izlemek kaçırılmaması gereken bir şölene dönüşmüştü. Oyun pratik olarak gözümün önünde şekilleniyor ve pratik olgular beni düşünmeye davet ediyordu.
Serdar Bozkurt’un oyununu anlamak için öncelikle onun oyuna yaklaşımını kavramak gerekir. Ben de aynen öyle yaptım. Önce oyunu nasıl tasarladığı bahsine odaklandım. Onun için oyunun ne anlam ifade ettiğini anlamaya çalıştım. Doğrusu hiç temasımız olmadı ilk dönemlerde, şimdi bile, yan yana gelmiş değiliz, henüz karşılıklı oturup, göz temasıyla futbol konuşma imkânımız oluşmadı. Bir iki YouTube ve yine bir iki telefon görüşmesi dışında bir karşılaşma ve tanışıklık durumu oluşmadı. Umarım ilerde bol bol görüşüp sohbet etme imkanı buluruz. Geçen sezon Amedspor, Serdar Bozkurt’u maalesef anlayamadı. Henüz ilk yarı bitmeden kovuldu. Bir süre sonra Iğdır spor teknik direktörü olarak tekrar lige döndü ve tarihin bir şakası ve ironisi olarak, Amedsporu, 30 bin taraftarı önünde net bir skor ve keyifli bir oyunla 2-0 yendi. Bu bir intikam maçı değildi, bir iadeyi itibar maçıydı ve kazanan Serdar Bozkurt olmuştu. Şimdi bir ay önce Batmanpetrolspor’a imza attı ve çıktığı ilk üç maçının ikisini kazandı birinde beraberinde kaldı. İlgimi tazeleyen skor başarıları değil elbette, geçen sezonda keyifle izlediğim oyunları yeniden gördüm ve artık bir kez daha yazma ihtiyacını bir sorumluluk olarak gördüm.
O, futbolu bir satranç tahtası gibi görmez, aksine onu akışkan, sürekli değişen, iç içe geçmiş dinamiklerin bir bütünü olarak ele alır.

Oyuncular yalnızca görev icra eden figürler değil, bir senfoninin enstrümanlarıdır. Bu yüzden Bozkurt’un takımları, yalnızca topun olduğu yer üzerinden değil, topun olabileceği ve olması gereken alanlar üzerinden düşünür. Bana kalırsa ya da ben öyle söyleme curetini gösterebilirsem, Süperlig de bile, henüz hiçbir teknik adam,’’topun olduğu bölge ile topun atılacağı muhtemel bölgeler’’ üstüne, bu iki bölgeyi aynı pozisyonun içinde görme ve değerlendirme yetisini veya algısını gösterebilmiş değiller. Serdar Bozkurt’un iler de herkesini tanık olacağı bu oyun algısı, abartmıyorum, olabilecek ise, Türkiye futbol reformunu ilk değişip dönüştürecek kilo metre taşı olacak. Hareketli iki bölgeyi tek bölgeymiş gibi tasarlamak, futbol oyununa bu topraklarda seviye atlatacak ilk hamle olacak.
Bozkurt’un oyunu, klasik anlamda “savunma” ve “hücum” gibi ikili karşıtlıklara indirgenemez. Onun takımları, pozisyon almayı bir savunma refleksi olarak değil, hücumun inşası için bir temel olarak görür. Burası çok önemli ve esasen geçiş oyunlarının özünü teşkil ediyor. Öte yandan oyunun iki haline karşılık bundan daha fazla nasıl hazırlıklı olunabilir? Topun rakibe geçme ihtimali, onu topu tekrar kazandırma eylemini koşulluyor ve kazanılan top, pozisyon önceden kurgulandığı için çok hızlı biçimde yeni ve yıpratıcı bir atağa dönüşüyor. Örneğin, stoperlerin açılarak derin oyun kurma becerisi, rakip baskıyı kırmanın ilk adımıdır. Ancak bu, basitçe “topu geriden çıkarma” meselesi değil, oyunun bütününe yayılan bir denge unsurudur. Top kaybı olduğunda dahi Bozkurt’un oyuncuları pozisyon olarak bir sonraki hamleyi düşünmüş olur.
Bu sistem, oyuncuların bireysel yeteneklerinden bağımsız değildir; tam tersine, onları geliştiren bir çerçeve sunar. Bozkurt’un elinde, bir bek sadece çizgiye inen oyuncu değil, aynı zamanda iç koridora girerek oyun kurabilen bir figür hâline gelir. Aynı şekilde, bir orta saha oyuncusu yalnızca pas yapan değil, rakibin boşluklarını sezerek onları kullanabilen bir aktöre dönüşür.
Ancak mesele yalnızca teorik kurgularla açıklanamaz. Bozkurt’un takımlarını izlerken, sahada bir denge arayışı görürsünüz. Bu denge, statik bir sabitlikten ziyade, sürekli bir devinim hâlinde olan, dalgalanarak değişen bir sistemdir. Oyun, belirli kalıplara sıkışıp kalmaz; rakibe, maçın akışına ve oyuncuların anlık kararlarına göre biçimlenir.

İşte bu yüzden, Bozkurt ‘un futbolunu izlemek, yalnızca bir maç izlemek değil, bir düşünce sisteminin sahaya yansımasını gözlemlemektir. Futbolu bir ezber olarak değil, bir arayış olarak görenler için, onun oyunu ilgi çekici ve ilham vericidir.

- Advertisment -