Ana SayfaGÜNÜN YAZILARISuriye’den çıkarılacak dersler: Veya Mekke’ye girer gibi Dımaşk’a girmek, Bilad-ı Şam’ı Yesrip’ten...

Suriye’den çıkarılacak dersler: Veya Mekke’ye girer gibi Dımaşk’a girmek, Bilad-ı Şam’ı Yesrip’ten Medine’ye çevirmek

13 senedir Baas yönetimine karşı mücadele veren muhalif gruplar günün sonunda HTŞ’nin şemsiyesi altında kanlı, gaddar ve zalimane bir yönetime son verdiler. Bir diktatörün gitmesi ve İslami kimliği olan gruplar koalisyonunun zafer kazanması tabii ki beni sevindirir. Aksini düşünecek olsam, 60 senedir verdiğim mücadeleme ihanet eder, kendime olan saygımı kaybederim. Baas diktatörlüğünün sona ermesi bir şanstır, şimdi bunu ilahi/tarihi bir fırsat bilip hem acılı Suriye, hem Kürtler ve Filistinliler başta olmak üzere bütün bölge halkları için yepyeni bir sosyo politik model arayışına ve tesisine vesile kılalım, hep beraber bu konu üzerinde imal-i fikr edelim.

Suriye konusunda yazdıklarıma tahminlerim üzerinde olumlu ve olumsuz tepkiler geldi.

Bu son yazıda eleştirilere cevap vereceğim. İlkin, Suriye’deki küresel ve bölgesel değişimde ABD-İsrail ve Türkiye’nin birlikte hareket ettiklerini yazmıştım. Bunun için konuyla ilgili Trump’ın yaptığı açıklamalar şöyle: “Karar vericiler Amerika ve İsrail, Türkiye operasyonun baş aktörlerinden biri… Eğer iki kişiden bahsediyorsanız, taraflardan biri esasen yok oldu. Diğer tarafın kim olduğunu kimse bilmiyor, ama ben biliyorum! Türkiye. “Bunun arkasında Türkiye var..İçeri giren bu insanlar (HTŞ, SMO) Türkiye tarafından kontrol ediliyor. Ve bu sorun değil, bu da savaşmanın başka bir yolu. Bence Suriye’nin anahtarı Türkiye’nin elinde olacak. • “Türkiye çok akıllı. [Erdoğan] çok zeki bir adam ve çok sert. Türkiye çok fazla can kaybına yol açmadan dostça-olmayan bir devralma gerçekleştirdi.” (Trump’ın açıklamaları için bkz. https://yetkinreport.com/2024/12/17/trumpin-turkiye-suriyeye-coktu-sozu-ve-erdogan-ovgulerinin-anlami/)

Baas yönetiminin çöküşünde rol oynayan iki ana faktörden biri Rusya ve İran’ın Esed’ten desteklerini çekmeleri –ki bunun sebeplerini önceki yazıda ele almıştım-, diğeri içten içe çürümüş Baas yönetiminin zaten artık daha fazla ayakta kalmasının mümkün olmadığının ortaya çıkmış olmasıdır.

13 senedir Baas yönetimine karşı mücadele veren muhalif gruplar günün sonunda HTŞ’nin şemsiyesi altında kanlı, gaddar ve zalimane bir yönetime son verdiler. Bir diktatörün gitmesi ve İslami kimliği olan gruplar koalisyonunun zafer kazanması tabii ki beni sevindirir. Neredeyse her yazıda tekrar ettiğim bir cümlemi bir daha hatırlatayım: Darısı diğer diktatörlerin başına!

Aksini düşünecek olsam, 60 senedir verdiğim mücadeleme ihanet eder, kendime olan saygımı kaybederim. Hayatım boyunca hiçbir diktatöre, Hafız veya Beşşar Esed’e zerre miktar yakınlık duymadım; Saddam Hüseyin, Hüsnü Mübarek, Bin Ali, Ömer el Beşir veya bölgedeki kral ve emirlere sempatim olmadı; bunun tek istisnası siyasi konumundan çok şahsiyeti ve bölgeye bakışı farklı olan rahmetli Suud Kralı Faysal’dır. Kaleme aldığım yüzlerce yazım ve iki ciltlik “Ortadoğu’dan İttihad-ı İslam’a” kitabım (İnkılâp y. İstanbul-2014.) bunun belgesidir.

Evet, iyi kral olunabilir ama kral olmamak lazım.

Suriye Baasçılarına tahammül etmişsem, maksatları farklı olsa da Direniş Ekseni’nde yer almalarıydı. Bilad-ı Şam’ı içine alan Büyük Suriye hayali güdüyorlardı. Suriye Arap milliyetçilerinin İsrail’e karşı oluşlarının sebebi ise, Büyük Suriye toprakları üzerinde bu aygıtın kurulmuş olmasındandır, yoksa maksatları Müslümanların birliği ve Filistinlilerin çektiği acıların sona ermesi değildir. Nusayri/Alevi olmaları bende herhangi bir antipatiye, hele nefrete asla yol açmaz, bunu cahiliye asabiyeti sayarım, benim antipatime yol açan Baasçıların Arap milliyetçilikleri, otoriter yönetimleri ve zalimane sosyalistlikleridir.  Bunlar ister Irak ister Suriye Baasçıları olsun, “mühim”di lakin “ehem” olan batı emperyalistlerinin topraklarımızı işgal etmeleri, bölgenin kaynaklarını yağmalamaları ve elbette Filistinlilerin çektiği acıdır.

Mevcut şartlarda İsrail’e karşı fiili mücadeleyi Direniş Ekseni yürütüyor, eskiden Red Cephesi vardı.

Ancak başta İran olmak üzere bölgenin batılı açgözler tarafından yağmalanmasına ve vahşi katliamlara imza atan İsrail’e karşı mücadele edilecekse, ideal politiğe göre yorumlanmamış reel politik bize gösteriyor ki, otoriter-baskıcı yönetimlerle ve diktatörlerle işbirliği yapılarak verdiğiniz mücadelenizi boşa çıkarır. Rusya ve Esed’e güvenerek bunca ağır bedeller ödeyen İran’ın ve hepimizin bu olaydan çıkarması gereken ilk ders bu olmalı.

Aynı dersi Amerika, batı ve İsrail’e sırtını veren Arap ülkeleri, Türkiye ve Kürt yöneticiler ve örgütler de çıkarmalıdır. Mücadele sahasına çıkışlarının sebebi ve meşru gerekçesi İslami bir ruh ve amaçla  mevcut yönetimleri ve işbirlikçilerini ortadan kaldırmak olan HTŞ ve diğer İslami grupların İran, Araplar, PYD/YPG ve Türkiye’nin içine düştükleri reel politik tuzağa düşmeyeceklerini umuyorum.

Bu girişten sonra konuyla ilgili tezlerime ve eleştirilere gelince:

Bundan önce “Ortadoğu’nun kalbinde tufan” genel başlığı altında “ne oldu, nasıl oldu ve böyle mi olmalıydı?”ara başlıkları altında üç yazı yazdım. Eleştirilerime mesnet teşkil eden iki iddiam var:

1. Bizi ilgilendirdiği kadarıyla ilk günden Türkiye’nin Suriye politikası yanlıştı. Bundan önceki yazıda bunu etraflıca anlattım. Beni belden aşağı vurarak eleştirenler, öne sürdüğüm gerekçelerin hiçbirine somut cevap vermediler, konunun özüne bile değinmediler.

Sonuç ortada: 13 senede 700 bin insanın hayatını kaybetmesi, 7 milyon mülteci -Ahmet Şara daha yüksek rakam veriyor- güzelim şehirlerin harabeye dönmesi. Müslümanların veya bölge halklarının kanı bu kadar ucuz mu? Rusya, İngiltere, Fransa, Amerika geliyor yüzbinlerce müslümanı öldürüyor, beşeri coğrayasını tahrip ediyor, bu yetmezmiş gibi bölge insanları da birbirlerini katliamdan geçiriyor. Allah aşkına bu nasıl bir akılsızlık, bu nasıl bir körlük?

 Bu elbette Esed’e karşı mücadele verenlerin mücadelesini gayrımeşru kılmaz ama başından yola yanlış çıkıldı.  Baas yönetiminden bunca zayiat ve tahribat vermeden de kurtulmak mümkündü, ben olayların başladığı ilk günlerden başlamak üzere aylarca bunun yollarını gösterdim, Neo Osmanlıcılıklarını, “merkez Türkiye” emellerini “Aha, şimdi önümüze tarihi fırsat çıktı” diye hayal kuranlar, bu fecaate sebep olanların başında yer aldılar.

(Dinini ciddiye alan her Müslüman gibi benim için de Arap, Fars, Peştun, Azeri, Kürt milliyetçiliği ile Türk milliyetçiliği de aynıdır; birinin diğerinden zerre miktarı farkı yok. Ezilen milliyetçilik sonunda ezen milliyetçilik olur. Bu açıdan kendisine büyük hürmet duyduğum rahmetli Üstat Said Nursi’nin “müspet milliyetçilik” fikrinin doğru olmadığını düşünüyorum. O, iyi niyetle milliyetçiliğin İslami değerlerle terbiye edilebileceğini düşünüyordu, yaşadığımız tecrübeler bunun mümkün olmadığını gösterdi. Üstad’ı tenzih ederek söylüyorum, ezen veya ezilen milliyetçiliği tevhid ve ümmetle bağdaştırmaya kalkışanlar zemzemle rakıyı karıştırmaktadırlar.

2. Hamas’ın 7 Aralık 2023’te başlattığı Aksa Tufanı üzerinden geçen 16 ay süresince İsrail, son nefesini verecek iken –ki onu ancak Amerika ve Avrupa’nın fiili-askeri müdahalesi kurtarabilirdi- Rusya, İran ve Hizbullah’ın desteklerini çekmeleri üzerine Suriye oksijen çadırına alındı, tabir caizse mevtaya hayat iksiri verildi. Şöyle ki:

a. İsrail, Hizbullah’ın ve Hamas’ın askeri kapasitelerine öldürücü darbe indiremedi; kara savaşında son derece beceriksiz olduğu anlaşıldı;  İsrail, havadan attığı kaç atom bombasıyla sivil yerleşim alanlarını harabeye çeviriyor; üçte ikisi çocuk ve kadın olmak üzere masum insanları öldürüyor.

b. Ekonomisi son derece bozuk, taşıma suyla değirmeni çevirmeye çalışıyor.

c. İsrail toplumunun kahir ekseriyeti 16 aydır ruhsal bozukluk hali içinde.

d. Aksa Tufanı dolayısıyla 1 milyon İsrailli ülkeyi terk etti, 700 bin İsrail’li mülteci durumuna düştü.

e. “Seçilmiş halk inancı”na dayalı Siyonizmin sadece Filistinliler ve bölge halkları için değil, beşeriyet için ne büyük bir tehdit olduğu ayan beyan ortaya çıktı.

f. Dünyada Yahudi ve Amerikan karşıtlığı zirve yaptı. Batı dünyasında “antisemitizm korku duvarı”nı aşan milyonlarca insan hükümetlerini, yönetimlerini protesto etti. Siyonist lobilerin ABD ve Batı dünyasında siyasi, idari, ekonomik, ticari hayat üzerindeki belirleyici etkilerinin; üniversite, para piyasası, sinema, medya ve diğer alanları nasıl kontrol ettikleri, neredeyse seçimle başa geçen hükümetlerin Siyonist direktifleri yerine getirmek durumunda oldukları konuşulmaya başlandı.

g. Arap ve diğer Müslüman ülkelerin İsrail karşısında aciz oldukları, Filistin davasını çoktan gündemlerinden çıkardıkları, bazılarının ise İsrail’le siyasi, diplomatik, askeri, ticari ve ekonomik ilişkilerini sürdürürken halklarını hamasat nutuklarıyla teskin ettikleri gün yüzüne çıkmış oldu. Dünyada Gazze katliamı dolayısıyla gösteri yapanlar hükümetleri neden İsrail’e müdahale etmiyor diye tepki verirlerken, bizde hükümet ve artık devletin SDK’ları (sivil devlet kuruluşları) konumuna geçen gruplar hükümeti İsrail’e karşı harekete geçsin diye değil, İsrail’i ve Netanyahu’yu protesto ediyorlar. Bu protestolarda havaya yazılmış sloganlar atıldı, faydası yoktur. Hiç değilse “İsraillilere vize koyun, petrol akışını durdurun” diye talepte bulunan tek bir resmi veya yarı resmi gösteride slogan atıldığına rastlanmadı. Küçücük birkaç grup gece gündüz eylem yaptı, gözaltına alındı, meydanlarda dayak yedi.

h. “Dokunulmaz” denen İsrail’e dokunuldu; demir kubbe kevgire çevrildi, İran İsrail’i vurdu, daha noktasal vurabileceğini gösterdi. Büyü bozuldu.

ı. Filistinliler Sünni, Sünni dünya yardımlakrına koşmadı, Arap Araplar ilgilenmedi. Şii İran ve Hizbullah yanında Zeydi Ensarullah, canları pahasına ve gerçekten ağır bedeller ödeyerek Sünni ve İhvancı Hamas için savaştı. Bu birer fitne aracı olan mezhepçiliğin ne kadar saçma ve zararlı asabiyet olduğunu gösterip, Müslümanların vahdetine hayırlı kapı aralıyorken, bunun değerini anlamayan-anlamak istemeyen Sünnilerin bir bölümü palavra attı, bir bölümü ah-u vah demekle yetindi, bir bölümü İsrail’e petrol akıttı, bir bölümü doğrudan veya dolaylı yollarla İsrail’le ticaretlerini arttırdı, samimi ve ihlaslı olanlar da utanç içinde oturup katledilen çocuklara, kadınlara ağladı. Endülüs yıkılırken Halife’nin annesi oğluna şunları söylüyordu: “Otur ve kadınlar gibi ağla, sana yakışan budur!”

j. Belki hepsi kadar değerli olan Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) ve Uluslararası Adalet Divanı (UAD), İsrail’i savaş suçlusu olarak  mahkum etti; Netanyahu ve üst kademe suçlular birçok ülkeye gidemez hale geldi, kararı kabul eden ülkelere Netanyahu ve çetesi gittikleri takdirde tutuklanacaklardır.

Kısaca İsrail, ölüm yatağında iken birkaç gün içinde ayağa kalktı.

Şimdi de oksijen çadırından çıkan İsrail’in kazançlarına bakalım:

1.İsrail Golan’daki işgalini daha da genişletti, su ve tarım bakımından en verimli ve zengin bölgeleri kontrol altına aldı.

2. Suriye’nin karada ve denizde askeri kapasitesini tamamen yok etti, hava alanlarını kullanılamaz hale getirdi; nüfus ve tapu dairelerini berhava etti

3. Şam’a 24 km. yaklaşıp başkenti menzili içine aldı.

4. Gazze’de katliam katlanarak devam etti, İsrail belli ki Batı Şeria’yı da, Gazze’yi de ilhak etmek amacında, 2 milyon 300 bin Gazzeli’yi ya Sina Çölü’ne veya başka yere sürmeyi planlıyor. Şimdi durdurduysa da orta ve uzun vadede hedefi budur. Durmayacak, yakın vadedeki gündeminde yer alan Irak ve İran’dan sonra, elbette Türkiye’ye yönelecek.

Şimdi soralım:

İlk soru; İsrail’i ölüm sekeratına sokan gelişmeleri maddeler halinde sıraladım. Bunların hangisi yalan, abartı veya polemik?

İkinci soru: İçeride ve dünyada İsrail’i bitme noktasına götüren gelişmeler vuku bulurken, bir anda ayağa kalkıp neredeyse bölgenin tek hakim gücü konumuna çıkaran ve ona Suriye’nin askeri ve beşeri coğrafyasını tahrip etme avantajı kazandıran 4 maddeden hangisi gerçek dışı ?

Bunların tamamı doğru ve gerçek; tamamı yanlış bir reel politiğin ortaya çıkardığı dramatik tablodur. Bu tablonun çıkışında derece farkıyla Arap ülkelerinin, Azerbaycan ve Türkiye’nin payı vardır.

Mevcut durum sadece Filistinlilerin değil, bölge halklarının tümünün zararınadır. Uyguladığı yanlış reel politik tutumla İran’ın, Amerika ve İsrail’e meşruiyet tanıyan Arap ülkelerinin, Trump’ın övgülerine –aslında sahte söylemine- mazhar olan Türkiye’nin ve yine ABD ve İsrail’in sahte desteğine mazhar olan Kürtlerin aleyhinedir. Gerçekten bütün bölge halkları için bu cadde çıkmaz sokaktır.

Yapılacak şey yanlışta ve her yanlışın sebep olduğu ağır bedellerde ısrar etmek değildir.

Baas diktatörlüğünün sona ermesi bir şanstır, şimdi bunu ilahi/tarihi bir fırsat bilip hem acılı Suriye, hem Kürtler ve Filistinliler başta olmak üzere bütün bölge halkları için yepyeni bir sosyo politik model arayışına ve tesisine vesile kılalım, hep beraber bu konu üzerinde imal-i fikr edelim.

İşin garibi, bütün bu olup bitenlerden hiç ders çıkarmayan İslami dernek ve teşekküller, hala İran karşıtlığı, mezhepçilik yapmaya devam ediyor, İran ve Hizbullah Suriye’den çıktı diye bayram yapıyorlar. Temel çelişki Türkler, Araplar, İranlılar, Kürtler-veya  Sünnilerle Şiiler arasında değil; çelişki Müslüman, Siyonist olmayan Yahudi, barışçı Hıristiyan arasında veya Batı dünyasında vicdani infial gösteren sosyalistler, liberaller ve diğer siyasi ve kültürel gruplar arasında da değildir. Temel çelişki bölgemizden elini çekmeyen Batı emperyalizmi ile onun haydut aygıtı Siyonist İsrail arasındadır.

Ben olaylara bu açıdan bakıyorum.

Bu gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklendiyse, yapılacak tek şey gömleği çıkarıp atmaktır. Her türden çıkış yolu milliyetçiliğin ve mezhepçiliğin ötesinde İttihad-ı Anasır-ı İslam ‘dan geçer. İttihad-ı Anasır-ı İslam’ın bizi götürmesi gereken model her din ve mezhep mensupları ile kavimlerin (etnisite) kendilerini özgürce temsil ettikleri, siyasi birlik içinde katma değerleri oranında yer aldıkları Müslüman Devletler Birliği (MDB)’dir.

İlk adım yeni siyasi-idari yapının ismi “Suriye Arap Cumhuriyeti” değil, “Birleşik Suriye Cumhuriyeti” olmalı.

Model’in parametreleri ve tarihi pratiği bellidir: Mekke’ye girer gibi Dımaşk’a girmek, Diyar-ı Şam’ı Yesrip’ten Medine’ye çevirmek. Hz. Peygamber (s.a.), 120 sene süren savaşları sona erdirdiyse biz de O’nun modelini (Sünnet ve Siretini) takip ederek  aramızdaki çatışmaları sona erdirir, yepyeni bir dünya kurabiliriz. (Bunun ana çerçevesi için bkz. Ali Bulaç, Suriye İçin Medine Sözleşmesi, Serbestiyet, 28 Aralık 2024, https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/suriye-icin-medine-sozlesmesi-192194/)

Ne olduysa oldu, bundan sonrası iyi ve hayırlı olsun.

İnşaalah HTŞ ve bileşenleri olup bitenlerden, Pakistan, İran ve Afganistan tecrübesinden gerekli dersleri çıkarır, İslam alemi için yol gösterici bir modeli hayata geçirirler.

- Advertisment -