İktidarı destekleyen bazı kanaat önderlerinde, bazı kalem erbabında tarihe dönük yakın bir alâka var bu aralar. Zira iktidara destek gerekçelerini ancak yakın ya da uzak tarihin raflarında bulabiliyorlar. Kâh II. Abdülhamid dönemine gidiliyor; padişaha karşı her kesimden muarızın bir araya gelerek oluşturduğu muhalefet blokunun, iktidarı ele geçirdikten sonra ülkeyi bir uçuruma sürüklediği hatırlatılıyor. Kâh Tek Parti dönemi ziyaret ediliyor; memleketin dara düşmesine neden olan ve varlığını halen sürdüren yaraların CHP tarafından açıldığı vurgulanıyor. Kâh mercek daha yakına tutuluyor; Menderes’e yapılanlardan, askeri darbelerden, 1990’lardaki vahşetten, başörtüsü yasağından söz ediliyor, vs.
Tarihi bilmek mühim elbette; geçmişte durduğu yerden hareketle, mevcut muhalefete dönük bazı endişeler ve şüpheler beslemek de normal. Mesela, Kürtler ile dindar-muhafazakârların, muhalefete ve muhalefetin taşıyıcısı CHP’ye dair bazı kırılması zor yargı ve kabullerinin olması şaşırtıcı değil. Hiç kimse bunların, tarihsel arka planı olmayan, tamamen hayali ve düzmece ön-yargılar ve ön-kabuller olduğunu söyleyemez. Hülasa, bazı kesimlerin muhalefete dair kimi korkularının olması anlaşılabilir. Geçmişin bir yükü var!
İstismar edilmiş bir tarihle iktidara meşruluk devşirmek
Lâkin burada durum farklı; bu kalemşorların yaptığı, en hafif tabirle, iktidar destek olmak adına tarihi kötüye kullanmaktır. Bir başka ifadeyle, istismar edilmiş bir tarih üzerinden iktidara meşruluk devşirmeye çalışmaktır. Ancak bu çaba, ciddi siyasi ve ahlaki açmazlar içeriyor. Her şeyden evvel, gelişigüzel analojiler üzerinden büyük çıkarımlarda bulunuluyor. Misal, Abdülhamid ile Erdoğan, İttihat ve Terakki ile Millet İttifakı özdeşleştiriliyor. Oysa ne Erdoğan bir Abdülhamid, ne de Millet İttifakı bir İttihat ve Terakki!
Tarih, tamamen seçici bir okumaya tâbi tutuluyor. Tarihi bir vakanın, iktidarın bugünkü ihtiyaçlarına denk düşen kısımlarının üstüne eğiliniyor ama iktidarın bugünkü iddialarına ters düşen kısımları paranteze alınıyor. Örneğin, Abdülhamid karşısındaki muhalefetin birleşik olmasının altı çiziliyor. Ama ne hikmetse, böylesine farklı kimlik mensuplarını Abdülhamid rejimi karşısında birleştiren unsurun ne olduğuna değinilmiyor. Abdülhamid’in ağır istibdadından zerre kadar da olsa bahsedilmiyor. İttihat ve Terakki’nin iktidar olduktan sonra yarattığı facia öne çıkarılarak Abdülhamid temize çekiliyor.
Tarihi böyle işine geldiği gibi değerlendirmek, az buz bir problem değil. Fakat sorun bunun da ötesinde; zira iktidara arka çıkmak için geçmişi eşeliyorlar ama nedense dönüp şimdiye bakmıyorlar. İktidara meşruluk üretmek için tarih içinde var güçleriyle geziniyorlar ama içinde bulunulan zamanla ilgilenmeye tenezzül etmiyorlar. Geçmişteki mağduriyetleri elden geldiğince duyuruyorlar ama bugünkü mağduriyetlere kör ve sağır kesiliyorlar.
Tek Parti devletine rahmet okutan parti-devlet hali
Artık örtülemeyen yokluklarla, çuvallara sığmaz olmuş ve her gün bir yerden patlayan yolsuzluklarla, nefes almayı zorlaştıran yasaklarla ve hukuksuzluklarla ilgilenmiyorlar. Açlık sınırının atında yaşayanları, cezaevlerinde haksız yere tutulanları, KHK’lıları, kayyumları konuşmuyorlar. Dün eleştirdikleri her şeyin, bugün savundukları iktidar tarafından misliyle yapıldığını görmezden geliyorlar. Muhalefetin kazanmasını “işgal” veya “darbe” olarak niteleyen demokrasi hazımsızlarına, mermili konuşmalar yapan siyaset düşmanlarına, muhalefet liderlerinin taşlanmasına ses çıkarmıyorlar.
Vesayetin kılık değiştirmesine, eski müesses nizamın karanlık aktörlerinin başköşeye oturtulmasına itiraz etmiyorlar. Üniversitenin, sivil toplumun ve medyanın tektipleştirilmesinden, yargının alenen baskı altına alınmasından, halkın kaynaklarının üç-beş gruba peşkeş çekilmesinden, Tek Parti dönemine rahmet okutacak parti-devlet olma halinde rahatsız olmuyorlar.
Liyakatin ayaklar altına alınmasında, karşıt olan herkesin “düşman” olarak mimlenmesinde, bazı toplumsal grupların hedef tahtasına oturulmasında bir beis görmüyorlar. Giderek koyulaşan ayrımcı ve baskıcı dile, iktidarın kendinden olmadığını varsaydıklarına saydırdığı hakaretlere ve aşağılayıcı nitelemelere (Allahsızlar, kitapsızlar, dinsizler, imansızlar, hainler, vatansızlar, Kıble’yi bilmezler, vb) karşı ufacık da olsa bir ses çıkarmıyorlar.
Mevcut yıkıcılık mı, muhtemel tehlikeler mi?
Velhasıl, bu kalem sahipleri, iktidarın “mevcut” muazzam yıkıcılığına karşı tek bir laf etmiyorlar. Bunun yerine, tarihten referansla, muhalefetin işbaşına gelmesi halinde sebep olabileceği “muhtemel” tehlikelere odaklanıyorlar. Bana göre, mevcut kötülüğe gözünü kapatıp muhtemel kötülüğe yüklenmek, ahlaken de siyaseten de yanlıştır.
Çünkü bu tavır, nihai olarak, iktidarın baskısına rıza gösterilmesini savunan bir çizgiye gelir. Muhalefetin anti-demokratik geçmişi, iktidarla saf tutmanın bir dayanağı olamaz. İktidarın somut fenalıklarına yüz çevirip muhalefetin soyut ve afaki fenalıkları üzerinden bir siyasi duruş geliştirmek ne doğruya şahitlik etmek olur ne de doğru yolu bulmaya yardımcı olur. Ahlaki önceliğimiz, olan-biten ve tanığı olduğumuz kötülüklere karşı durmak olmalıdır, yoksa İttihat ve Terakki referanslarıyla geçmişteki ve gelecekteki olası kötülüklere sarmak değil.
Tekrar edeyim; tarihi bilmenin kıymeti yadsınamaz, tarihten öğrenmek gerekir, muhakkak. Yarını tanzim etmek için düne vakıf olmanın değeri yadsınamaz ama bugüne gözünü kulağını kapatmamak kaydıyla! Eğer bugünü devre dışı bırakırsanız, bildiğiniz tarihe de, birlikte yaşadığınız topluma da eziyet etmiş olursunuz…