Ana SayfaManşet‘Tek nefeste içene bedava’

‘Tek nefeste içene bedava’

Eski bir Diyarbekir evini restore edip kullanıma açtıktan sonra bizim kahve cemaati iki kısma bölündü. Bir kısım, işten çıkar çıkmaz soluğu bizim evde almaya başladı ve artık Şevket Usta’nın çay ocağına pek seyrek gelir oldu. Allah günahlarını affetsin!

Benim de içimde olduğum diğer bir kısım ise, mesaisini ikiye ayırdı. Biz önce bir Şevket Usta’ya uğrarız, çünkü ocağı ihmale gelmez. Evvela vazifemizi ifa eder akabinde eve geçer muhabbeti orada sürdürürüz.

Pazartesi, evde elimiz ayağımız olan Aydın’ın dinlenme günüdür, bu nedenle evimiz haftanın ilk günü kapalı olur. Dolayısıyla yolu Sur’a düşen her müdavim mecburen ocağa damlar. İyi de olur; zira Şevket Abi’nin imanlı çayı Pazartesi sendromuna birebirdir. Gelir, iki-üç bardak devirir, bir güzel demlenirsiniz. Yorgunluğunuzu atar, kırgınlığınızı unutur, haftanın geri kalanında kendinize daha iyi muamele edersiniz.

Gazoz sevdası

Yine bir Pazartesi günü; hararetli bir sohbet var. Ağır siyasi mevzular konuşuluyor, teoriler havada uçuşuyor, tahminler sıralanıyor, kimi noktalarda hemfikir olunuyor kimi noktalarda millet uçlara savuruluyor. Münakaşalar ateşteki kestane misali sıcak mı sıcak ideolojik bir hatta ilerlerken birden nedendir bilinmez cemaatin nostaljik hissiyatı kabardı ve mevzu geçmiş güzel günlere kaydı. Eşref, “Hoca, hazır el atmışın şu maziye, bizim sade gazoz sevdamızı da yazsana!” diye daldı lafa. “Olur” dedim. Neden olmasın?

Görüyorsunuz, yazılara sipariş de alıyoruz artık!

Gazozdan bahsedince zaten heybesinde çok fazla hatıra bulunduran Yusuf Abi, hemen aldı sazı eline. Zehir gibi bir hafızası var bu abimizin. Tanık olduğu herhangi bir olayı, okuduğu herhangi bir yazıyı, kendisine anlatılan herhangi bir anekdotu teybe kaydedercesine hafızasına alır. Ve sahnesi geldiğinde kelimesi kelimesine anı anına nakleder dinleyenlere. Öyle bir resmedir ki anlattığı hadiseyi, kendinizi onun içinde bulur, onun bir parçası olursunuz. Her vakit canlı duran iştiyakıyla dökülmeye başladı sözler ağzından:
70’lerin başları; Balıkçılarbaşı’ndaki bugünkü dolmuş durağı o zaman iş hanlarındaki dükkânların mallarının boşaltıldığı bir alan olarak kullanılıyor. Malların bir kısmı dükkânlara taşınıyor, bir kısmı da kamyonlara yüklenerek çevre il ve ilçelere gönderiliyor. Eski Diyarbekirliler iyi bilirler, şimdiki durağın tam karşısında Güneş Mağazası, onun arkasında da Çiçek Banyo vardı. Ben de semtin en gösterişli ve büyük dükkânı olan Güneş Mağazası’nda çırağım.

“Aşramalı gazoz”

Mağazanın önünde, kaldırımın hemen dibinde “Badin Abê” (Bahattin Abi) güçlü, kalın, iri yapılı bir hemşehrimiz bir tezgâh açmıştı. Marangozdan üç tekerlek üstüne oturan büyükçe dolap yaptırmış, içini naylonla izole etmişti. Dolap, 8-10 kasa gazozu alacak büyüklükteydi. Badin Abê, gazozları dolaba özenle dizer, üzerine de kalıp buz koyardı. 15-20 dakika sonra gazozlar pıhtılaşır, buz gibi olurdu.

Allahualem, Badin Abê “aşramalı gazoz” diye bağırırdı yoldan geçenlere. “Aşramalı” ne demek bilmezdik, herhalde “çoğ savuğ (çok soğuk)” anlamında bir şey olsa gerekti. Zaten pek de merak etmezdik, mühim olan gazoza erişmekti. Halen de “aşramalı”nın anlamını tam olarak bilmem.”

İlk defa duydum ben de aşramalı kelimesini. “Aşram”, “aşrama”, aşramalı” diye tarattım internete. “Aşram”, antik Hindistan’da orman içinde ya da dağda, bilgelerin dünya telaşından uzak, huzur içinde yaşadıkları yerlere verilen Sanskritçe bir ad imiş. “Aşrama katılmak”, bir nevi manastıra kapanmak gibi, huzuru bulmak için aşramın kurallarına uyarak yaşamaya deniyormuş. “Aşramalı”nın ise bir manası yokmuş.

Velhasıl gazozun sıfatına denk düşecek bir manaya ulaşmadım. Sağa-sola sordum, eski kulağı kesiklere danıştım, Diyarbekir ağzında bunun bir anlamı var mı diye onlardan da bir netice alamadım. Gerçi gazoz içmek ile ruhsal bir yolculuk yapmak arasında bir bağlantı yok değil ama yine de olur da bu kelimenin tam olarak neyi ifade ettiğini bilen bir hemşehrimiz çıkarsa ve bizi bilgilendirirse çok memnun olurum. Tabii eğer böyle bir kelime varsa, hafızası bizim Yusuf Abi’ye bir oyun oynamıyorsa ya da kelime bizatihi Badin Abê’nin bir imalatı değilse!

“Boğazı yakan buz”

Neyse biz gazozlarımıza geri dönelim.

Badin Abê’nin bir kampanyası da vardı, gazozlarının ne kadar soğuk olduğunu göstermek içinde ortaya bir iddia koyardı: Bir dikişte içene bedava!

Yaz ayı, cehennemi bir sıcak kavuruyor şehri. Öğlen yağlı bir yemeği mideye indirmişim, canım nasıl da soğuk bir gazoz çekiyor. Dikildim Badin Abê’nin önüne, ‘Bir nefeste içene beleş mi?’ diye sordum. ‘He, beleş’ dedi, kalıp buzun altından çıkardığı şişeyi bana verdi. Şişeyi aldım ama bildiğin buz, soğuktan elim yandı. Abê, kapağı açtı, soğuk bir buhar yükseldi ve ‘Hadê iç baxım (Hadi iç bakalım)’ diye meydan okurcasına beni süzdü. Kendinden emin, nasıl olsa bu tıfıl şişenin sonunu göremez havalarında.

“Sahan yoğ”

Şişeyi kafaya diktim. Akıp giden her buz kütlesi boğazımı kesiyor adeta. Lakin serde hem erkeklik var hem de kaybedilecek 25 kuruş. Ha babam de babam, her yudumda gözüm çakmak çakmak bitirdim gazozu. Şişeyi bıraktım dolabın üstüne. Bir nefeste içmiştim ama neler çektiğimi bir ben bir Allah bilir. Ağzım uyuşmuş, nefesim tükenmişti.
Badin Abê ‘Aferim ulan’ dedi yüzü kızarmış bir yüzle: ‘Afiyet olsın!’

İkincisinde antrenmanlı olduğumdan parkuru daha rahat tamamladım. Üçüncüsünde tecrübe konuşuyordu artık, gazozun lezzetini ala ala bitirdim. Fakat işi abartınca kendi ipimi kendim çekmiş oldum. Öğlenleri ciğerin peşindeki kedi gibi tezgâhın etrafında dolandığımda gözü bana değen Badin Abê hemen ikazı çekiyordu:
‘Oğlım, saxan yoğ, uzağ dur (oğlum, sana yok, uzak dur)!’

Böylece bedava gazoz maceram da nihayete ermiş oldu.

Bizim maceramız da haftaya kalsın…

- Advertisment -