14 Ocak 2025’te Rav İsak Haleva’nın ölümünün ardından Hahambaşılık makamına tedviren atanan Rav David Sevi, göreve gelişinden itibaren yalnızca cemaatinin değil, kamuoyunun farklı kesimlerinin de teveccühünü kazanmıştır. Onun kısa sürede bu denli geniş bir güven ve destek sağlaması, Sevi’nin yalnızca bir dinî otorite değil, aynı zamanda kamuoyu nezdinde güven telkin eden bir temsilci olduğunu göstermektedir.
Mevcut adaylar arasında Rav Sevi’nin öne çıkması ve Bet-Din üyesi diğer hahamların ortak teklifiyle resmen aday gösterilmesi, 28–29 Eylül 2025’te yapılacak seçimi büyük ölçüde simgesel bir oylamaya dönüştürmüş gözükmektedir. Ortaya çıkan tabloda, Rav Sevi’nin Cumhuriyet döneminin 4., Osmanlı’dan günümüze ise 34. hahambaşı olarak Türk Musevi Cemaati’nin yeni ruhani lideri sıfatıyla göreve başlayacağının artık kesinleştiğini söylemek mümkündür.
Geçmişten günümüze Yahudi cemaatlerinde yönetim geleneği: Tarihi arka plan
İlk dönemlerde “İbrânî” olarak adlandırılan eski İsrail toplumu, tarihlerinin en erken çağlarında “Atalar” (Avot) olarak bilinen Hz. İbrahim, Hz. İshak ve Hz. Yakup’un önderliğinde hayat sürmüşlerdir. Ailevî liderliğin yanı sıra peygamberlik misyonunu da üstlenen bu şahsiyetler, toplumlarına hem dinî hem de toplumsal alanda yön vermişlerdir.
Yakup’un oğlu Hz. Yusuf’un Mısır’da üstlendiği yüksek devlet görevi, bu tarihî sürecin seyrini değiştirmiştir. M.Ö. 18. yüzyılda Kenʿan’da yaşanan büyük kıtlık sırasında Yakup ve ailesi, Yusuf’un himayesiyle Mısır’a göç etmiştir. Nil Deltası’ndaki verimli Goşen bölgesine – İslâm kaynaklarında ʿAynüşşems olarak anılan yere – yerleştirilen İsrailoğulları, başlangıçta görece rahat bir hayat sürmekteyken, nüfuslarının artmasıyla birlikte yeni Firavunların gözünde tehdit unsuru haline gelmişlerdir. Bunun sonucunda ağır işçilik ve zorla çalıştırılmalara tâbi tutulmuşlardır.
İsrailoğulları’nın bu kölelik süreci, M.Ö. 13. yüzyılda Musa Peygamber’in önderliğinde yaşanan meşhur “Çıkış” (Exodus) ile sona ermiştir. Sina Dağı’nda verilen Tevrat merkezli hukukî ve dinî düzenlemelerle Musa, kırk yıllık çöl yolculuğu boyunca İsrailoğulları’na yeni bir kimlik inşa etmeye çalışmıştır. Yahudi tarihinde bu yolculuk hem fiziksel kurtuluşu hem de kolektif bir kimliğin doğuşunu simgelemektedir.
M.Ö. 13.–12. yüzyıllarda Musa’nın halefi Yûşaʿ (Yeşuʿ/Yehoşuaʿ), Kenʿan topraklarını fethederek İsrail kabileleri arasında taksim etmiştir. Ancak onun vefatından sonra İsrailoğulları yaklaşık üç asır boyunca merkezî bir otoriteden yoksun, esnek bir federasyon düzeninde, “Hâkimler” (Şoftim) adı verilen karizmatik liderlerin rehberliğinde yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Bu dönemde sürekli dış baskılar ve iç karışıklıklar altında kalan halk, M.Ö. 11. yüzyılda peygamber Samuel’e başvurarak kendilerine bir kral tayin etmesini istemiştir.
Bu taleple birlikte İsrail tarihinde yeni bir dönem başlamıştır. İslam kaynaklarında “Tâlût” olarak bilinen Şaul, İsrailoğulları’nın ilk kralı olmuştur. Ancak krallık kurumu asıl gücüne Hz. Davud döneminde (M.Ö. 1000–961) kavuşmuştur. Kudüs’ü başkent ilan eden Davud, dağınık kabileleri tek bir siyasî çatı altında toplayarak güçlü bir krallığın temellerini atmıştır. Onun kırk yıllık hükümdarlığının ardından tahta geçen oğlu Hz. Süleyman (M.Ö. 961–922), devleti en parlak dönemine taşımıştır. Süleyman devrinde İsrail Krallığı yalnızca siyasî ve ekonomik açıdan güçlenmekle kalmamış, aynı zamanda Kudüs’te görkemli Birinci Mabed’i (Bet ha-Mikdaş) inşa ederek dinî hayatı da merkezileştirmiştir.
Hz. Süleyman’ın vefatının ardından krallık ikiye bölünerek kuzeyde İsrail, güneyde ise Yehuda Krallığı ortaya çıkmıştır. Ancak bu siyasî parçalanma, her iki krallığın da tarih sahnesinde uzun süre varlığını koruyamamasına zemin hazırlamıştır. Nitekim M.Ö. 722’de Asur İmparatorluğu İsrail Krallığı’nı yıkarak halkını sürgüne göndermiştir. Ardından, M.Ö. 586’da Babil hükümdarı Nevuhadnetzar – İslam kaynaklarında “Buhtunnasr” olarak bilinir – Yehuda’yı işgal etmiş; Kudüs’ü tahrip ederek Yahudileri Babil’e sürgün etmiştir.
Bu gelişmeler yalnızca iki krallığın siyasî varlığının sona ermesiyle sınırlı kalmamış; aynı zamanda Yahudi tarihinin en belirleyici dönemlerinden biri olan diaspora sürecini başlatmıştır. Sürgün tecrübesi zamanla Yahudi teolojisinin merkezî meselelerinden biri haline gelmiş; kutsal metinleri, dua geleneğini ve Yahudi kimliğinin inşa sürecini derinden şekillendiren bir felsefî düşünceye dönüşmüştür.
Sürgünler döneminde Yahudiler çok farklı milletlerin hâkimiyeti altında yaşamışlardır. Asur İmparatorluğu’nun (M.Ö. 911–609) uyguladığı zorunlu göçlerle başlayan bu süreç, Yeni Babil İmparatorluğu’nun (M.Ö. 626–539) Kudüs’ü yıkıp halkı sürgüne göndermesiyle derinleşmiştir. Ardından Yahudiler, Pers Ahameniş hâkimiyetinde (M.Ö. 539–332) görece özgür bir ortamda yaşarken, Helenistik dönemde Büyük İskender’in Makedonya Krallığı (M.Ö. 332–301) ve onu izleyen Selevki (M.Ö. 301–63) ile Ptolemaios hanedanlarının (M.Ö. 301–30) etkisi altında farklı kültürel havzalarla temas kurmuşlardır. Kimi zaman rahat koşullar altında, kimi zaman ise görece baskı ve zulüm altında yaşayan Yahudiler, bu sürgün süreçlerinde farklı siyasal ve kültürel ortamlara uyum sağlamak zorunda kalmışlardır. Söz konusu tecrübeler, Yahudi kimliğini yalnızca siyasî ve dinî boyutlarda değil, aynı zamanda ilmî ve sosyo-kültürel düzeyde de dönüştürerek diaspora olgusunu kalıcı bir tarihî gerçeklik haline getirmiştir.
Roma egemenliği (M.Ö. 63-M.S. 395) ve devamında Bizans yönetimi (395-637) ise Yahudilerin siyasî ve dinî açıdan giderek daha kısıtlı koşullarda varlık göstermelerine yol açmıştır. İslam’ın ortaya çıkışıyla birlikte Yahudi toplulukları, Emevî (661-750) ve Abbâsî (750-1258) halifelikleri ile Fâtımîler (909-1171) döneminde geniş İslam coğrafyasına yayılmışlar; Memlûk (1250-1517) idaresi altında da Doğu Akdeniz’de varlıklarını sürdürmüşlerdir. Nihayetinde Osmanlı İmparatorluğu (1299-1923), özellikle 1492 İspanya sürgününden sonra gelen Sefarad Yahudilerine kucak açarak Yahudi diasporasının en önemli merkezlerinden biri haline gelmiştir.
Böylece Yahudiler, Asur’dan başlayarak Osmanlı dönemine kadar uzanan iki bin yıldan fazla bir süreyle, farklı imparatorlukların egemenliği altında diaspora toplulukları olarak hayatlarını devam ettirmişlerdir.
İslâmî dönemde Yahudi cemaatlerinin yönetimi
İslâm dünyasında Yahudi cemaatleri, Doğu’da “reʾsülcâlût” (reş galuta), Batı’da ise “nasi” unvanını taşıyan liderler etrafında örgütlenmişti. Aynı dönemde Irak’taki Sura ve Pumbedita akademilerinin başkanları “gaon” unvanıyla anılıyor ve Yahudi dünyasının en yüksek dinî ve ilmî otoritesini temsil ediyorlardı. Bu unvan zamanla Filistin, Şam ve Mısır’daki akademilere de yayılmış; ilerleyen yüzyıllarda ise büyük Tora âlimleri için onursal bir paye hâline gelmiştir. Bugünkü Hahambaşılık kurumunun köklerinin de bu gaonluk sistemine dayandığını söylemek mümkündür.
Tarih boyunca reʾsülcâlûtluk ve gaonluk kurumları, dinî ve hukukî karar alma yetkisine sahip bet din (dinî mahkeme) yapılarıyla desteklenmiş, böylece Yahudi cemaatleri İslâm toplumları içinde önemli ölçüde özerklik elde etmiştir. Bu kurumların varlığını sürdürmesinde elbette Müslümanların tanıdığı hakların katkısı büyüktü. Nitekim Kur’an’da çerçevesi çizilen ve Hz. Muhammed tarafından fiilen uygulanan zımmî hukuku, Ortaçağ boyunca Yahudi cemaatlerinin kimliklerini ve kurumsal sürekliliklerini korumalarına imkân sağlamıştır.
Ortaçağ’da dünya Yahudilerinin büyük çoğunluğu Müslüman hâkimiyetinde yaşamakta ve “getto”lara kapatılmaksızın kendi mahallelerinde Talmud merkezli cemaat yapılarıyla yaşamlarını sürdürmekteydi. 1948’te İsrail Devleti’nin kuruluşuna kadar siyasî bir otoriteleri bulunmayan Yahudiler, dinî ve kültürel kimliklerini asırlar boyunca koruyabilmelerini büyük ölçüde bu süreklilik arz eden özgün cemaat örgütlenmelerine borçludur.
Türkiye Yahudileri
Osmanlı topraklarında yaşayan en eski Yahudi topluluğunu, kökeni Roma sürgününe dayanan ve Rumca konuşan Romanyotlar oluşturuyordu. Ancak XV. yüzyılın sonlarında İspanya ve Portekiz’den gelen yoğun Sefarad göçüyle bu kadim cemaat giderek eridi. Aynı dönemde Osmanlı’nın doğuya doğru genişlemesiyle, Müstaʾribe olarak bilinen Doğulu Yahudi toplulukları da imparatorluk idaresine dahil oldu.
Sefaradlar, Ladino dili ve zengin kültürel miraslarıyla kısa sürede Osmanlı Yahudi toplumuna hâkim konuma gelirken, Avrupa’da Hıristiyanların zulmünden kaçan Aşkenazlar da II. Murad döneminden itibaren Osmanlı topraklarına göç etmeye başladı. XV. ve XVI. yüzyıllar, Osmanlı Yahudileri için dinî ve ilmî açıdan en parlak dönem olarak öne çıktı; ancak XVII. yüzyıldan itibaren Sefarad kültürü, Romanyot ve Aşkenaz topluluklarını büyük ölçüde asimile etti.
Bugün Türkiye Yahudilerinin büyük çoğunluğu Sefarad kökenlidir. Bunun yanı sıra yaklaşık 100–150 kişilik Aşkenaz ve 50 kişilik tarihi İtalyan kökenli Yahudi topluluğu da bulunmaktadır.
Türk Yahudi cemaatinin yönetimi: Hahambaşılık
İstanbul’un fethinin ardından (1953) Osmanlı Devleti’nde yaşayan gayrimüslimler, Türk-İslâm yönetim geleneği ve zımmî hukuku temelinde şekillenen “millet sistemi” çerçevesinde idare edilmeye başlandı. Bu sistem, cemaatlere din, eğitim ve özel hukuk alanlarında özerklik tanıyor; devlet otoritesini kabul edip vergi yükümlülüklerini yerine getirmeleri şartıyla iç örgütlenmelerini sürdürmelerine imkân veriyordu.
Fetihten sonra Yahudi cemaatinin en yüksek dinî lideri olarak ilk hahambaşı Rav Moşe Kapsali (1453–1496) tayin edilmiş, onu Rav Eliyahu Mizrahi’nin (1496–1526) tayini izlemiştir. Ancak bu erken dönemde Hahambaşılık, merkeziyetçi bir kurum olmaktan ziyade cemaatlerin gönüllü olarak benimsedikleri esnek bir otorite konumundaydı. 1835’e kadar her Yahudi yerleşimi kendi hahambaşını seçiyor, merkezî bir temsil yapısı bulunmuyordu.
1835 yılında Musevî milleti, Bâbıâli’ye sunduğu bir dilekçeyle, Rum ve Ermeni topluluklarında olduğu gibi, kendi içlerinden seçecekleri hahambaşının padişah tarafından resmen tanınıp beratla görevlendirilmesini talep etti. Aynı yıl bu talep doğrultusunda Sultan II. Mahmud, Hahambaşılık makamını resmen tanıdı ve Avraham Levi’yi (1835–1836) ilk resmî Osmanlı hahambaşı olarak atadı. Ardından Hahambaşılık kurumu imparatorluğun farklı merkezlerine yayıldı ve 1865’te Sultan Abdülaziz’in onayıyla çıkarılan Hahamhane Nizamnâmesi ile kurumsal çerçevesi hukuken belirlenmiş oldu.
Hahamhane Nizamnâmesi
5 Mayıs 1865’te Sultan Abdülaziz tarafından onaylanan Hahamhane Nizamnâmesi, 48 maddeden ve 5 bölümden oluşuyordu. İlk iki bölümde hahambaşının nitelikleri, seçilme usulleri, görev ve yetkileri ayrıntılı biçimde tanımlanarak, makamın otoritesi kurumsal yapılarla sınırlandırıldı. Cemaatin idarî yapısı ise üç ayrı meclis üzerinden düzenlendi. Meclis-i Umûmî, cemaatin yasaları ile malî ve idarî işlerini yürütme yetkisine sahipti. Meclis-i Rûhânî, dinî yayınların denetiminden ve fıkhî (halaha) sorulara cevap vermekten sorumluydu; bu çerçevede hahambaşının tek başına cemaatten atma (herem) etme yetkisi kaldırıldı. Meclis-i Cismânî ise cemaatin diğer idarî işlerini üstlenmekle yükümlüydü.
Bu düzenleme, Türk Yahudi cemaat tarihinde köklü bir kurumsal dönüşüm anlamına gelse de fikir ayrılıkları ve liderlik sorunları nedeniyle uzun süre tam olarak uygulanamadı. 1865 sonrasında Hahambaşılık makamında Rav Moşe Levi (1872–1908) vekâleten görev yaptı. Böylece Hahambaşılık, Osmanlı nezdinde Yahudi cemaatinin resmî temsilcisi haline gelirken aynı zamanda modern bir kurumsal çerçeveye de kavuşmuş oldu.
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Hahambaşılık kurumu
Sultan Abdülaziz’in onayıyla yürürlüğe giren Hahamhane Nizamnâmesi, Osmanlı Yahudileri için köklü bir kurumsal dönüşüm başlatmış; cemaatin dinî, sosyal ve hukukî işleyişini sistemli bir çerçeveye oturtmuştur. Bununla birlikte, cemaat idaresindeki geleneksel esnek yapı da varlığını sürdürmüştür.
Osmanlı’nın son döneminde Hahambaşılık makamı zaman zaman vekâleten yürütülmüş; Rav Sabetay Levi (1910–1912) ve Rav İsak Ariel (1918–1919) bu görevi üstlenmiştir. Osmanlı’daki son resmî hahambaşı olan Hayim Nahum Efendi (1908–1920) ise hem dinî hem de diplomatik faaliyetleriyle öne çıkmış, aynı zamanda Osmanlı tarihinde en geniş yetkilere sahip hahambaşı olmuştur.
Cumhuriyet döneminde uzun süre kalıcı bir hahambaşı atanamamış; bu süreçte Rav Hayim Moşe Becerano (1921–1931) “hahambaşı kaymakamı”, ardından Rav Hayim Yitshak Şaki (1931–1940) ve Rafael David Saban (1940–1952) “Bet Din Başkanı” sıfatıyla görev yapmıştır.
1953’te Rav Saban, Türkiye’nin ilk seçilmiş hahambaşı olarak resmen göreve başlamış ve 1960’a kadar bu görevi sürdürmüştür. Onun ardından Rav David Asseo (1961–2002), tam 41 yıl boyunca cemaatin liderliğini üstlenmiştir. 2002’de Rav İsak Haleva seçilmiş ve 2025’te ölümüne kadar yaklaşık 23 yıl boyunca Hahambaşılık görevini yürütmüştür.
Hahambaşılığın güncel teşkilat yapısı ve idari işleyişi
Türkiye Yahudileri, zaman içinde kısmen güncellenmiş olmakla birlikte, faaliyetlerini hâlen 1865 tarihli Hahamhane Nizamnâmesi çerçevesinde ve ağırlıklı olarak Sefarad geleneğine bağlı olarak sürdürmektedir. Bunun yanında Aşkenaz ve İtalyan geleneklerine mensup Yahudiler de dinî işlerini Hahambaşılık aracılığıyla yürütmektedir.
Günümüzde kurum, üç ayrı konseyden oluşmaktadır. Bunlardan ilki, eski adıyla Meclis-i Rûhânî olan Dinî Konsey’dir. En az üç hahamdan oluşan bu konsey, cemaatin en yüksek danışma ve fetva organı olup doğum, ölüm, evlilik ve boşanma gibi medenî işlemleri denetleme görevine sahiptir. Hahambaşı olabilmek için en az haham payesine sahip olmak gerekir. Hahamlar, yeşiva adı verilen yüksek dinî eğitim kurumlarında öğrenim görmekte ve “semiha” adı verilen bir “icazetname” almaktadır. Günümüzde Türkiye’de bu icazete sahip altı haham bulunmaktadır. Konseyin alt kadrolarında ise şohet (kasap), mohel (sünnetçi), mezamer (duâhan) ve hazan (müezzin) gibi din görevlileri yer almaktadır.
İkinci organ, eski adıyla Meclis-i Cismânî olan Laik Konsey’dir. Hahambaşı tarafından atanan, hukuk, maliye ve idare alanında uzman kişilerden oluşan bu kurul, “Fahrî Müşavirler Kurulu” olarak da bilinir. Cemaat okulları, hastaneler, vakıflar, gayrimenkuller ve malî işlemler bu kurulun yetki alanına girmektedir.
Hahambaşılığın üçüncü idari organı ise, eski adıyla Meclis-i Umûmî olan İcra Kurulu’dur. Dinî (Ruhanî) ve Laik (Cismânî) Konsey üyelerinden oluşan bu yürütme organı yılda en az iki kez toplanır. İlk toplantı, Fısıh (Pesah) Bayramı öncesinde mayalı ürünler (hamets) düzenlemeleri için; ikinci toplantı ise Yahudi takvimine göre Yılbaşı (Roş ha-Şana) öncesinde sinagogların organizasyonu ve bayram hazırlıkları için yapılmaktadır. Günümüzde Türkiye’deki tüm sinagoglar, cemaat kurumları ve toplumsal faaliyetler bu meclisin gözetim ve denetimi altında yürütülmektedir.
Bir Hahambaşının Seçim Süreci
Rav İsak Haleva’nın ölümünün ardından, 24 Şubat 2025 tarihli karar uyarınca, 28–29 Eylül 2025’te yapılması planlanan yeni hahambaşı seçimine kadar Rav David Sevi, cemaatin teklifi, devletin de tensibiyle “tedviren” Hahambaşılık görevine atanmıştır.
Yeni hahambaşının belirlenmesi amacıyla oluşturulan Seçim Kurulu, adayların hem hukukî şartlara hem de Türk Yahudilerinin yerel geleneklerine (minhag makomi) uygunluğunu denetlemek ve seçim sürecinin şeffaf bir biçimde yürütülmesini sağlamakla görevlendirilmiştir.
Seçmen olabilmek için Hahambaşılık kütüğünde cemaate üye kaydının bulunması ve cemaat aidatının düzenli olarak ödenmesi gerekmektedir. Oy kullanma hakkı, 18 yaşını doldurmuş Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Musevilere tanınmıştır.
Oy verme işlemleri sinagoglarda gerçekleştirilecek olup İstanbul’da Caddebostan, Büyükada, Burgazada, Yeniköy, Neve Şalom, Şişli ve Ortaköy, İzmir’de ise Şaʿar ha-Şamayim Sinagogu’nda sandık kurulacağı duyurulmuştur.
Hahambaşı Adaylığı ve Seçimi
Hahambaşılığa ilişkin adaylık şartları açık biçimde tanımlanmıştır. Buna göre adayların Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmaları, 40 yaşını doldurmuş bulunmaları, yetkili bir dinî kurumdan onaylı hahamlık diplomasına (semiha) sahip olmaları ve son yedi yılın en az üçünde din görevlisi olarak hizmet vermiş olmaları gerekmektedir. Bunun yanı sıra, adayların adli sicil kaydının temiz olması, Türkçeyi iyi derecede bilmeleri ve Yahudi din kuralları ile cemaat geleneklerine uygun bir hahamlık ahlâkı ve donanımına sahip bulunmaları da şart koşulmaktadır.
Bu çerçevede, 1 Temmuz 2025 tarihinde Türkiye Hahambaşılığında görev yapan tüm Bet-Din üyeleri, Hahambaşılık görevini tedviren yürüten Rav David Sevi’yi ortak bir teklif ile aday göstermiştir. Rav Sevi de başvurusunu Seçim Kurulu’na sunmuş olup, 28–29 Eylül 2025’te gerçekleştirilecek seçimlere tek aday olarak katılacaktır.
Seçim sonucunda en yüksek oyu alan adayın hahambaşı ilan edilmesiyle süreç resmiyet kazanacaktır. Sonuçların kesinleşmesinin ardından yeni hahambaşı, “isʿâd töreni” (İbranice “ahtara”, “taçlanma”) ile göreve başlayacaktır. Bu tören, yalnızca yeni hahambaşının resmen göreve başlamasını değil, aynı zamanda onun dinî otoritesinin cemaat tarafından resmen tanındığını da sembolize etmektedir.
2002 yılına kadar hahambaşılar “kayd-ı hayat”, yani ömür boyu görev yaparken, bu tarihten itibaren görev süresi yedi yılla sınırlandırılmıştır. Hahambaşılık tarihinde dönüm noktası sayılabilecek bu düzenleme sonrasında Rav İsak Haleva seçilen ilk hahambaşı olmuş, müteakip yıllarda yapılan seçimlerde üstüste yeniden seçilerek üç dönem boyunca görevini sürdürmüştür.
Olağanüstü bir gelişme olmadığı takdirde, Rav David Sevi Cumhuriyet döneminin dördüncü, Osmanlı’dan günümüze ise otuz dördüncü hahambaşı olarak seçilecek ve 2032 yılına kadar Türkiye Musevî Cemaati’nin en yüksek dinî makamında en üst ruhânî lider sıfatıyla görevini sürdürecektir.
Müstakbel Hahambaşı Rav David Sevi kimdir?
Türk Musevi Cemaati’nin müstakbel hahambaşısı Rav David Sevi, 1953 yılında İstanbul’da doğmuştur.
Selefi Rav İsak Haleva gibi köklü bir dinî ve tarihî geleneğin temsilcisi olan Rav David Sevi, 1964’te Musevî İkinci Karma İlkokulu’nda başladığı eğitim hayatını, 1971’de İstanbul Musevî Ruhanî Lisesi ve Yeşivası’ndan mezun olarak tamamlamıştır.
Rav Avraham Hayyim’den aldığı Issur ve Heter (Yahudi gıda yasaları) ile Gittin (boşanma hukuku) dersleriyle dinî ihtisasını ilerleten Rav Sevi, 2012’de Pardes Katz’da Rav Menaşe Zelicha’dan hahamlık icazeti (semiha) almıştır.
Rav Sevi, geleneksel Türk-Sefarad sinagog ilahileri (Maftirim) konusunda da eğitim görmüş; Türk musikisinin makam, usul ve nota bilgisinde derin bir birikime sahiptir. (https://soundcloud.com/sarp-kaston/rav-hazan-david-sevi-bar-yohai?in=sarp-kaston/sets/rav-hazan-david-sevinin-sesinden-pesah-bayrami-dualari-ve-sarkilari )
Meslek hayatına hazanlık (cemaat müezzinliği) ile başlayan Rav Sevi, uzun yıllar boyunca İstanbul ve Bursa’daki çeşitli sinagoglarda görev yapmış; bu süreçte aynı zamanda cemaat kasabı (şohet) ve Talmud eğitmeni olarak hizmet vermiştir.
1979’dan itibaren Türk Musevi Cemaati’nin baş hazanı (hazan ha-raşi) olarak görev yapan Rav Sevi, Ocak 2025’te Hahambaşılık makamına tedviren atanmıştır.
Türk-Sefarad musikisi ve Maftirim geleneğinin korunması ve yeni nesillere aktarılmasında önemli katkılar sağlayan Sevi, ulusal ve uluslararası birçok konserde Türkiye Yahudilerini temsil etmiştir.
Türkçe, Judeo-Espanyol (Ladino), İbranice ve İngilizce bilen Rav Sevi, evli, bir çocuk ve dört torun sahibidir.
Yeni hahambaşı seçiminin, Yahudi cemaatine ve ülkemize hayırlı olmasını temenni ediyorum.