Kelimeler zamanda yolculuk yapar. Eski sözler yeni anlamlar enjekte edilip istikbale salınır. Bu yüzden bir kelimenin anlamı onun kullanımı olduğu gibi bir kelimenin anlamı onun tarihidir de. Bir kelimenin ne zaman ne anlama gelmeye başladığı, hangi ihtiyaca cevap vermek için eğilip bükülüp yeniden tedavüle sokulduğu önemlidir. Toplumsal ihtiyaç darphanesinden çıkan her kelime bir yeniden anlam (değer) yüklenerek çıkmıştır. Her sözün üzerinde bir “zaman” damgası vardır. Bazan aynı sözcük farklı zamanlarda mühürlenmiştir. Aynı olduğunu zannederiz. Fakat içi yeni bir şeyle doludur.
Millet veya ümmet kavramlarının zaman içindeki evrimi malumdur. Daha az bilinenlerden bir tanesi vatan kavramıdır. Mesela, “vatan hainliği” kavramı ne zaman doğdu? Bu soruya cevap verebilmek için vatan kavramının ne zaman doğduğunu görmek lazım. Vatan haini, vatan doğduktan sonra doğdu. Peki, vatan hiç doğar mı? Evet doğar. Eskiden doğulan yer anlamında olan vatan, yeniden doğarak bugünkü bildiğimiz anlamına gelmeye başladı. Peki vatan yokken, ne var idi?
Vatan’dan önce akrabalık vardı. “Namus”un kanı henüz “toprak”a dökülmemişti. İnsanın vatanı ailesiydi, kabilesiydi, aşiretiydi. Kimlerden olduğunuz önemliydi, nerede olduğunuz değil. Zaten, mevsimlik veya değil, yer değiştirmeler (göç) yaygın birşeydi. İnsan tekinin sadakati, akrabalık bağı ile bağlı olduğu insanlara idi. Hiç kimse köyü için ölmezdi, aksine aynı zamanda akrabaları olan köylüleri için olurdu. Devlete ihanet edenler, vatana ihanet etmiş olmazdı, Sultan’a ihanet etmiş olurdu. İhanet insan’a olurdu, toprağa olmazdı.
Namus ve şeref insanları harekete geçiren motivasyon referanslarıydı. Namus davası, kan davası ve diğer davalar hep akraba olan insan kütlesinin sınırlarını harici tecavüze karşı savunma davalarıydı. O insan kütlesi hasbelkader bir toprağın üzerindeydi. İster kabile, ister aşiret veya ister ecdad adıyla geçsin, asıl olan insanlardı. Toprak ne kutsaldı ne de önemliydi. Vatan bir coğrafya değil, bir insanın doğduğu, yaşadığı yer idi. Sıla bir yer değil, bir insan yumağı, bir ev-akraba kucağı idi. Hatta şehir bile bir yer değil birarada yaşayan insanlar topluluğuna verilen isim idi. Yer ve toprak insandan dolayı ve insandan sonra değer ve anlamını kazanırdı.
Ulusu mümkün kılan önemli unsurlardan biri de vatan kavramıdır. Çünkü birbirinden uzakta olan milyonlarca insanı uluslaşma lüzumu ile birbirine akraba etmek gerekiyordu. Bunu sağlamak için kana dayalı akrabalıktan farklı bir akrabalığa geçiş gerekiyordu. Kan-bağı’nın boru hattı hep yerel kalıyordu. Halbuki o hattın damar damar herkese yayılması gerekiyordu. Hakiki akrabalık yerini yapay bir akrabalığa bırakacaktı.
Yeni bağ bir siyasi bağ olacaktı. Bu politik nispetin kurulması için lazım olan kudret artık o asil kanda mevcut değildi. İstikbal göklerdeydi. Telefon bağlantısı yer hattı ile olan “akrabalık” kavramı, yerini herkesin uydu bağlantısı ile yekdiğerine bağlı olduğu “vatan” kavramına bıraktı (uydular, yani uyulan şeyler: bayrak, milli marş, milli egitim vs). Bu bağlantı yerelin üstünde bir ortak referansla insanları birbirine akraba kılacaktı. Böyle bir bağlantı için en ideal vasat “toprak” idi. Belli bir sınır içinde yaşayan herkesin birbirlerini tanımadıkları halde üstüne bastıkları içini birbirleri ile akraba olduklarını düşünmelerini sağlayacak şey idi toprak. Ve damardaki akrabalık kanı toprağa sembolik olarak akıtılarak toprak vatan haline getirildi. Bir şiirde dendiği gibi “toprak, uğrunda ölen varsa vatandır.” Namus ile ilgisi olmayan bir yüzey olarak toprak, vatan’a dönüşerek namus’a merci oldu. İşte kan davası’ndan vatan hainliği’ne geçiş böyle yaşandı.
Geleneksel teolojide “mürted” (dinden çıkan) de aslında vatan haini idi. O yüzden mürted’in ilkel hukukta hayat hakkının olmaması normaldi. Birey-öncesi her bünye, çürüyen parçasını jiletle kesip atmak zorunda idi. Birey-ötesi olan bu bünyeler dışında hayat olmadığı için de aforoz etmek, ölüme terketmek yahut ölümle cezalandırmak aynı anlama geliyordu.
Vatan kavramı, akrabalığın iskan olunan toprağa gömülmesiyle doğdu. Akrabalık kandan toprağa geçmek suretiyle vatan denilen şeyi mümkün kıldı. Bu yüzden toprağa akrabalık ilişkisi atfeden sözler (ana-vatan, baba-vatan) bu transferin duygusal kalıntılarıdır. Eskiden çadır anlamına gelen “yurt” kelimesi de tıpkı vatan kelimesi gibi günümüzde, eski anlamından boşanıp o yeni anlama büründü.
Aile ve akrabası için kendini feda eden somut akraba yerini çoğu yerini görmediği vatanı için kendini feda eden anonim askere bıraktı. Akrabalığa sadakat değişip vatanseverlik oldu. Şerefin kaynağı ve gerekçesi olan akrabalık nispeti, toprak nispetine dönüşünce, namusu için ölmek vatan için ölmek şeklini aldı. Özetle vatan, akraba olamayacak kadar büyük bir insan kütlesini (ulus’u) akraba yapmak için akrabalık aşısı yahut kan aşısı yapılmış toprağın adıdır. Tanımadığı akrabaları için ölen anonim askere de şehit denilir. Bu yüzden toprağın kan ihtiyacı, yapay bir nispet için gerekli hakiki bir ihtiyaçtır.