Ana SayfaGÜNÜN YAZILARI“Woke” Papa’nın vedası: Vatikan’da içtihat kapısı kapanacak mı?

“Woke” Papa’nın vedası: Vatikan’da içtihat kapısı kapanacak mı?

Bu hafta 88 yaşında hayatını kaybeden Papa Francis; yoksulların, kadınların, mültecilerin, eşcinsellerin, azınlıkların, Gazze’nin sesini Vatikan’a en çok taşıyan Papa olarak tarihe geçti. Dünyanın en katı kurumu Vatikan’ın dogmalarla ağırlaşmış içtihat kapısını araladı, geçmişteki insanlık suçları nedeniyle özür diledi, değişime direnen kardinallerle mücadele etti. Papa Francis’in başını en çok Trump rüzgarıyla giderek muhafazakarlaşan Amerikalı Katolikler ağrıttı. Nitekim Papa Francis’in en son gördüğü kişilerden biri de sonradan Katolik olan ABD Başkan Yardımcısı JD Vance’di. Papa Francis’in terekesinin kaderini ise yeni Papa’yı seçecek olan kardinaller tayin edecek.

“Kimi dinlemeye ihtiyacımız var? Özellikle gençler ve kadınları iyi dinliyor muyuz?”

“Azınlıkların, dışlanmışların, bir kenara itilmişlerin sesini duyuyor muyuz?”

“Başkalarının sesini duymamızı engelleyen önyargıların farkında mıyız?”

“İçinde yaşadığımız sosyal ve kültürel bağlamı takip edebiliyor muyuz?”

Hayatın akışına uyum sağlanmasını engelleyen katı kurallara, yılların mirası dogmalara ve kendisine kulak verenlerin taleplerini duyamayacak kadar halktan kopuk mevzilere sahip her kurumun belirli aralıklarla üzerine düşünmesi gereken bu soruları, sadece sekiz ay önce dünyanın değişime en dirençli organizasyonlardan biri olan Vatikan Kilisesi gündemine almıştı.

Bu hafta 88 yaşında vefat eden Papa Francis, Katolik Kilisesi’nin içtihat kapısını aralamak için sıklıkla başvurduğu Piskoposlar Sinodu’nu Ekim 2024’te büyük bir reform çağrısıyla toplamış, gündem başlığını kadınların kilisedeki rolünün artması, eşcinseller, boşanmış Katolikler ve sekülerler gibi kilisenin mesafeli durduğu topluluklara karşı politikaların güncellenmesi olarak belirlemişti. Dünyanın dört bir yanından gelen piskoposların katılımıyla oluşturulan Sinodlar, kiliseyle ilgili reform girişimleri olan Papaların meşruiyet kazanmak için başvurduğu bir danışma kurulu işlevini görüyor. Sinodlar her ne kadar Katolik dünyasının önde gelen din adamlarının bir araya gelip tartıştığı ve güncel meselelere dair istişarede bulunduğu bir meclis olsa da Sinod bitiminde yapılan oylama sonucunda ortaya çıkan belgenin Papa tarafından onaylanması ve deklare edilmesi oldukça önemli. Papalar özellikle reform niteliğinde bir dini kural veya içtihat yorumu güncellemesine gittiği zaman arkasında Katolik dünyasını görmek ve desteğini hissetmek istiyor. Dolayısıyla Katolik Kilisesi bir reforma imza atacağı zaman Sinodlar aracılığıyla önde gelen piskoposların popüler desteği de aranıyor. Özellikle kadın hakları, iklim krizi ve sınıfsal eşitsizlik gibi konularda kilisenin geneline göre daha çok reform yanlısı olan Papa Francis, göreve geldiğinden beri Sinodları aktif bir şekilde kullanıyordu. İşte Papa Francis’in ileri yaşında düzenlediği bu Ekim 2024 Sinodu da Katolik mezhebi dışında diğer mezhep ve dinleri meşru kabul eden ve bir arada yaşamın önemi vurgulayan devrimsel nitelikteki 1962-1965 tarihli İkinci Vatikan Konsili’nden sonra en önemli kilise toplantısı olarak değerlendiriliyordu.

Papa Francis, Sinod toplantısını kutsuyor

Nitekim Papa Francis, bu Sinod’un gündemine uygun olarak tarihi bir adım atmış, sadece piskoposların oy kullanabildiği ve kadınlar da piskopos olamadığı için Katolik cemaatinin ve kilise mensuplarının çoğunluğunu oluşturan kadınların hiçbir söz sahibi olmadığı Sinod’ların yapısını değiştirmiş, 2024 Sinodu’na54’ü kadın piskopos olmayan 70 kişinin katılacağını açıklamıştı. 

Kadınların oy kullandığı ilk Sinod buluşması. Papa en ortada.

Francis bununla da yetinmemiş, kadınların yeni yeni üst düzey yönetici olduğu Vatikan’ın sınırlarını iyice zorlayarak Fransız teolog Nathalie Becquart’ı Sinod’un genel sekreter yardımcısı olarak atamıştı. Böylece Vatikan tarihinde ilk kez bir kadın Sinod’da üst düzey idareci olarak rol oynama şansına kavuştu.

Sinod buluşmasında Fransız teolog Nathalie Becquart ile Papa Francis yan yana

Sinod’a yönelik beklentiler oldukça fazlaydı. Zira Papa Francis, daha öncesinde eşcinsel çiftlerin kutsanmasını desteklemiş, eşcinselliğin suç olmaktan çıkarılması, kadınların kilisede daha fazla rol oynaması çağrılarında bulunmuştu. Bu nedenle bu Sinod’dan çıkacak en iyimser tavsiye kararı, artan kadın katılımı da dikkate alındığında en azından kadınların piskoposluk ve papazlıktan daha alt bir mevki olan diyakozluk makamına getirilmesine izin verilmesiydi. 

Fakat Sinod’un Papa Francis tarafından da aynen onaylanıp imzalanan final metni bu beklentileri pek karşılayamadı. Sinod, kadınların kilisedeki rolünün ve üst düzey yöneticilerdeki temsilinin artması, insanların cinsel kimliklerinden ötürü dışlanmaması çağrısında bulunmuş olsa da somut bir öneri vermemiş, kadınların üstlenemeyeceği kategorik kilise mevkilerinin sayısını azaltmaya yönelik somut bir tavsiyede bulunmamış, önceki tartışmaların aksine “eşcinsel” veya “LGBT” kelimelerini kullanmamakta özen göstermişti. Büyük ihtimalle kilise, özellikle Sinod öncesi muhafazakarkardinallerin ve Trump ile birlikte kiliseyi de içine alan bir kültür savaşının parçası olan Amerikalı Katoliklerin de etkisiyle içtihat güncelleme hızını yavaşlatmış, sağlığı giderek kötüleşen Francis içtihat kapısını esen rüzgara karşı aralama görevini halefine devretmişti. 

Bu hafta vefat eden Papa Francis, kendisinden kilisenin her türlü kuralını yerle bir etmesini bekleyen “ilericileri” memnun etmese de her şeye rağmen Vatikan Kilisesi’nin üstüne asılı ağır dogmalarla ağırlaşan içtihat kapısını aralamayı başarmış, ciddi yapısal reformlar uygulayarak kiliseyi giderek sekülerleşen dinleyicisinden koparmamış, yeni çağın gereklilikleri ve artık sadece “beyaz Avrupalılardan” oluşmayan cemaatini dikkate alarak dünyadaki tüm kurumlara nitelikli bir kapsayıcılık dersi vermişti.

Papalık Meclisi 

Francis’in araladığı bu içtihat kapısının daha fazla açılıp açılmayacağına ise dünyanın dört bir yanından Roma’ya gelen ve 6-11 Mayıs’ta Sistina Şapeli’nde toplanan kardinaller karar verecek. Şapelden beyaz duman Francis yanlısı reformcu bir Papa için yükselirse kapı daha da aralanacak, eğer aksi bir durum olur da Francis muhalifi muhafazakar bir kardinal seçilirse Vatikan Kilisesi de Batı’da şiddetini arttıran kültür savaşlarında Trump-Orban-Musk’ın yanında yerini alacak. 

Papa Francis’in mirası

Diğer Papaların aksine çok daha basit bir tahta tabutla uğurlanan Francis’in hayatı da cenaze töreni gibi basit ve sadeydi. Latin Amerika’daki askeri diktatörlükler zamanında cunta rejimlerine başkaldıranlara, muhaliflere, özellikle solcu ve yoksul kesimlere uzattıkları yardım eliyle dikkat çeken; sosyal adalet ve gelir eşitsizliğine dair net duruşlarıyla bilinen Jesuit tarikatına mensup ilk Papa olan Arjantin doğumlu Francis, insan doğası konusunda en iyimser, sosyal meselelerde en özgürlükçü Vatikan lideri oldu. M.S. 731-741 yıllarında görev yapan Suriyeli Papa III. Gregory’den sonra Avrupa’da doğmayan ilk Papa olarak tarihe geçen Francis, Batı merkezli düşünmek yerine, adeta insan yoğunluğu Avrupa’ya nazaran Latin Amerika, Karayipler ve Afrika’ya kayan cemaatine uyum sağlamak adına daha fazla Ortadoğu, sömürü ekonomisi, kolonicilik gibi meselelere önem verdi.

Francis’in en büyük hamlesi ise Vatikan gibi katı kuruma yönelik reform girişimleri oldu. İki sene önce St. Peter Bazilikası’nda yaptığı konuşmada sarf ettiği sözlerle bu duruşunu çok iyi bir şekilde açıklamıştı: “Alışkanlıklar zindanındayız. St. Peter’in Roma zindanlarında olduğu gibi zincirlendik. Değişimden korkuyoruz ve geleneklerimize zincirliyiz.”


Papa Francis, Kanada’daki toplu Yerli Kanadalı çocuk mezarında dua ediyor

Daha önceki Papaların aksine çocuk istismarı ve cinsel taciz iddialarının üzerine gitti, Katolik Kilisesi’ne bağlı yatılı okullarda asimilasyona, istismara uğrayan ve ihmal, kötü muamele nedeniyle hayatını kaybeden Yerli Kanadalı çocuklar için toplu mezarları ziyaret ederek dua edip özür diledi. Kilisenin kendi suçlarına dair en çok özeleştiri veren Papa olarak tarihe geçti. Her ne kadar Francis de ilk aşamada kendi yakın çevresini bu tür iddialara karşı korusa ve üzerlerine çok gitmeme eğilimi gösterse de detaylı raporların hazırlanması, özeleştiri konuşmalarının yapılması ve bir kardinal dahil görevden el çektirilme kararlarının ciddiyetle uygulanmasını sağladı. 

Papalık ismi olarak yoksul bir hayat yaşayarak, hatta dilencilik yaparak dini yaymaya çalışan Assisili Francesco’nun ismini seçmişti. Francesco’nun hayatı ve öğretileri, makama ve mevkilere önem veren önceki seleflerin pek ilgisini çekmemiş olsa gerek ki Francis bu ismi alan ilk Papaydı. Bu nedenle önüne herhangi bir rakam gelmedi, “ilk” Francis oldu. Papa Francis sadece kiliseye yönelik eleştirileri yumuşatmadı, aynı zamanda hızla değişen cemaatin ve dünyanın da hızına uyum sağladı. Daha çok kadını üst düzey idari göreve atadı, eşcinsellere yönelik ılımlı açıklamalar yaptı, trans bireylerin ve eşcinsellerin kutsanmasına imkan tanıdı, hatta geçtiğimiz senelerde eşcinsel çiftlerin de kutsanabileceğine dair bir yönergeyi imzaladı. Francis “eşcinsel ilişkinin” günah olduğunu düşünse de her seferinde eşcinsel olduğu için insanları kınamanın, eleştirmenin kendisinin “haddi” olmadığını söyledi, “suç” ve “günah” kavramlarının farklı olduğunu belirterek eşcinselliği suç haline getiren Katolik Afrika ülkelerini sertçe eleştirdi. 

Francis’in eleştirileri sadece dini öğreti tartışmalarıyla sınırlı kalmadı, Francis 40’tan fazla ülkeyi ziyaret ederek ve en önemlisi Ukrayna’dan Gazze’ye yaşanan güncel krizlerle ilgili en sert eleştirileri yaparak sadece Papalık değil, uluslararası meselelerle ilgili bir devlet başkanı rolünü de üstlendi. 

Gazze’yi en çok savunan Batılı devlet başkanı

Francis, belki de Haçlı seferlerine veya mezhep savaşlarına öncülük eden hırslı Papalardan sonra siyasi gücünü en çok kullanan Papalardan biriydi. Tabii ki önceki Papaların aksine, çok daha iyi niyetli bir şekilde. Trump’ın ve aşırı sağın muhafazakar ve dindar seçmenler nezdinde mülteci karşıtlığını yükselttiği, bugün İtalya Başbakanı olan Meloni’nin bu krizle başa geçtiği bir atmosferde mültecileri savundu, mültecileri hedef gösteren Hıristiyan siyasetçileri isim vererek açıkça eleştirdi. İsrail karşısında susan, Rusya karşısında kükreyen Batı’nın ikiyüzlülüğünü telafi edercesine Rusya’ya yaptığı sert eleştirileri söz konusu İsrail olunca yineledi.

Gazze’deki Katolik kilisesine sığınan Filistinli cemaati ve Müslüman komşularını yoğun bakımda olduğu günler hariç her akşam telefonla aradı, halini hatırını sordu, her ayinde İsrail’i çok sertçe eleştirdi, işlenen soykırımın vahşi boyutlarını tekrarladı, dünyanın dikkatini her seferinde Gazze’ye çekti. 2024 Noeli’nde Vatikan’da İsa’nın doğum tasvirlerinde birinde Filistin’i simgeleyen zeytin ağacı ve kefiyeli bir İsa kullanıldı.

Papa Francis, 2014’te yaptığı İsrail-Filistin ziyaretinde de Batı Şeria’yı izole eden duvara dokunarak dua etmiş, Batı Şeria’yı Varşova Gettosu’na benzeten bir grafinin önünde etkili bir poz vermişti. Bu bile İsrail destekçilerinin Papa’yı “antisemit” ilan etmesi için yeterli bir sebep olmuş, Papa’yla İsrail arasındaki soğuk savaş böylece başlamıştı.

İsrail’in Gazze’deki saldırılarını açıkça “terörizm” olarak tanımlayan birinin dünyanın en büyük cemaatinin lideri olması başlı başına büyük bir meseleydi. Fakat bunun da ötesinde Francis, ABD’deki bir kültür savaşının da “gönülsüz” neferiydi.

Papa yukarı, Amerikalılar aşağı

Francis, uzun bir zamandır Trump Amerikası’nın hedefinde olan biri. Trump ve Cumhuriyetçiler, 2016’dan beri geçmişten bugüne yoğun bir şekilde Kennedy, Biden gibi İrlanda kökenli Katolik sosyal demokrat politikacıların etkisiyle Demokratlara oy verirken özellikle eşcinsel hakları, mülteci tartışmaları ve kadın hakları gibi kültürel, kimliksel meselelerden dolayı zamanla partilerinden uzaklaştı ve Trump seçmenine dönüştü. ABD’deki birçok Katolik kilisesi, din insanı özellikle eşcinsel evlilikler gibi konularda Vatikan’a nazaran çok daha sert, katı. Özellikle Yüksek Mahkeme’nin kürtaj hakkının federal düzeyde korunan bir hak olduğuna dair içtihadını değiştirmesi üzerine kürtaj polemiğinin yeniden alevlenmesi, ABD’deki Katolikleri Demokratlardan bir adım daha uzaklaştırdı. Bazı kiliseler ve din insanları, kürtajı savunan Demokrat Partili Katolik siyasetçilerin kilise ayinlerine girişinin yasaklanması gerektiğini savundu, Biden’a karşı kurumsal tavır alınması gerektiğini ileri sürdü. Biden’a karşı bir yaptırım uygulanmamasını savunan Papa Francis açık bir şekilde Amerikalı rahipleri eleştirdi, sosyal meselelerde Trump benzeri açıklamalar yapan kardinalleri uyardı, “Gerçek bir Katolik Cumhuriyetçilere oy verir” diyen bir Katolik piskopos görevden alındı, daha ılımlı ve liberal Amerikalı kardinaller yeni pozisyonlara seçildi. 

Francis, Amerika’daki muhafazakar muhalefete karşı en sert yanıtı ise yine Amerikalı Katoliklerin okuduğu bir gazetedeki şu sözleriyle verdi:

“Amerika’da çok organize bir şekilde kiliseyi geriye götürmek isteyenler var. Fakat içtihat her zaman ileriye gider, zaman içinde pekişir, genişler ve sağlamlaşır, ama daima ilerler. Değişim kökten yukarıya doğru gelişir. 

Somuta gelelim. Bugün atom bombası bulundurmak günahtır; ölüm cezası günahtır, uygulanamaz ve eskiden böyle değildi; köleliğe gelince, benden önceki bazı Papalar buna müsamaha gösterdi ama bugün durum farklı. Yani değişiyoruz. “Yukarıya doğru” imajını kullanmayı seviyorum…Her zaman bu yolda, kökten yükselen ve yükselen bir öz ile başlar ve bu nedenle değişim gereklidir. Bazı Amerikan grupları, o kadar kapalılar ki, kendilerini izole ediyorlar. Her zaman gelişen ve meyve veren gerçek bir içtihat üzerinde yaşamak yerine, ideolojiler üzerinde yaşıyorlar. Ama yaşamda içtihadı terk edip yerine bir ideoloji koyduğunuzda kaybetmiş olursunuz, savaşta olduğu gibi kaybetmiş olursunuz.”

Ne tesadüf ki Papa Francis’in son nefesini vermeden önce gördüğü son siyasetçi de sonradan Katolik mezhebine geçen ve Trump’tan dahi çok daha muhafazakar fikirleriyle bilinen ABD Başkan Yardımcısı JD Vance oldu. Francis, kendisiyle aynı mezhebe inanmasına rağmen çok daha sert bir muhafazakar olan Katolik Amerikalı Vance ile tokalaştıktan ve Vance’nin “geçmiş olsun, uzun ve sağlıklı ömürler dilerim” cümlesini duyduktan hemen sonra hayatını kaybetti. Kiliseyi yukarı çıkarmaya çalıştığı Papalık kariyerini, eteklerine tutuşup kendisini en çok aşağı çeken Amerikalı Katoliklerin “siyasi lideriyle” muhatap olarak sonlandırdı.

Yetmez ama Francis

Trumpçıların Francis’e en büyük eleştirisi “woke” olduğu iddiasıydı. Yani kimlik, eşcinsel, mülteci, kadın hakları konusunda duyarlı olan, bu konulara özel önem veren ve hatta pozitif ayrımcılık politikalarıyla kökleşmiş önyargıların kırılması, sistematik bariyerlerin kaldırılmasını savunanların muhafazakarlarca tasviri. Belki de en iyi Türkçe karşılığı “duyarbaz”. Papa Francis, hiçbir zaman bu kimlik ve kültür meselelerinde Amerikalı Demokratlar kadar liberal veya dönüşümcü, “woke” bir politika savunmasa da “ayrımcılık kötüdür” açıklamaları bile Trumpçılar tarafından “woke” ilan edilmesi için yeterliydi. Vatikan’ın ruhani liderinin bile “woke” ve “duyarbaz” ilan edilmesi, bu tür kimlik politikalarına yönelik tepkinin kazanılmış haklar ve birlikte yaşam için ne denli büyük bir tehlikeye dönüştüğünün bir kanıtıydı aslında. Zira Francis, woke değil, sadece vicdanlı bir din adamıydı. Toplumun dışladığı geniş kesimlere, yoksullara, kenara itilmişlere, kadınlara, azınlıklara ve mültecilere gösterdiği tavır “Her şirketin yönetim kurulunun yarısı kadın, çeyreği siyah, 1/3’ü eşcinsel” olsun diyen bir Demokrat Partili’nin kimlikçi takıntısı değil, insanın doğuştan gelen özellikleriyle kavga etmeme adabını benimsemiş vicdanlı bir kabulleniş ve iyi niyetti. 

Francis’in “terekesi” yine de biraz karışık. “Yeterince liberal ve cesur değildi, kiliseye yönelik eleştirileri yumuşattı, ama değişim söylemde kaldı, aksiyon almadı” diyerek tepki gösteren İrlanda’nın eski Devlet Başkanı Mary McAleese’e göre Francis’in reform girişimleri ve iyiniyeti yetersizdi. Çoğu konuda somut bir adım atmadı, kadınların diyakoz olmasını bile sağlayamadı, en katı politikalara hiç dokunmadı. Fakat yine demuhafazakar kardinallerin en etkin isimlerinden Robert Sarah gibilerine göreyse Kilise’yi yoldan ve dogmadan saptıracak kadar radikal bir reformcuydu. 

Her zamanki gibi hakikat, bu keskin kutupların yaylım ateşinin tam ortasında duruyor. Francis, dünyanın en katı kurumlarından birinin başına geçti ve en “değişmez” denilen kuralları, dogmaları hayatın akışına göre güncellemeye çalıştı, gündelik hayatın arasından ılık ılık esen rüzgara karşı nafile bir direnç göstermedi, cemaatin ve sokağın sesini şatafatlı Vatikan’ın içine taşıdı. Üstüne geçmişin onlarca suçunun, istismarının, dogmasının, önyargısının asılı olduğu ağır içtihat kapısını en azından biraz da olsa aralamayı başardı, kendisinden sonra gelenler için büyük bir değişim fırsatı bıraktı. Değişime direnen üst düzey isimleri görevden aldı, daha çok ılımlı ve özgürlükçü kardinal atadı, kendisinden sonra kilisenin eski günlerine dönmemesi için birçok kurumsal tedbire imza attı. 

Francis’in bu çabalarının ve mirasının heba edilip edilmeyeceğine önümüzdeki hafta Sistine Şapeli’nde toplanacak olan kardinaller karar verecek. George Sarah veya Peter Turksongibi muhafazakar bir Papa seçerlerse Francis’in atmaya çalıştığı adımlar heba edilecek; aksine Francis’ten çok daha özgürlükçü ve eleştirel olan Filipinli Luis Antonio Tagle veya İsrail’in başını en çok ağrıtan Katoliklerden Kudüs Latin Patriği Pierbatttista Pizzaballa seçilirse Francis’in araladığı içtihat kapısı çok daha cesurca açılacak.  

Kardinal Luis Antonio Tagle ve Papa Francis
 

Evet, Francis’in Katoliklere bıraktığı mirasının kaderini Vatikan’da toplanan 135 kardinal tayin edecek, fakat dünyaya bıraktığı miras şimdiden unutulmamak üzere hafızalara kazındı bile. Dünyanın en değişime kapalı kurumu bile hayata, gündelik yaşamın kurallarına ve çeşitliliğine kapılarını aralayabildi, değişime ayak diremek yerine uyum sağlamayı, tabanını, insan kaynağını dinlemeyi göze aldı, gündelik hayatın karmaşasının arasında kutuplaştırıcı büyük tartışmaların uzağında sakin sakin gelişen ortak yaşam pratiklerinden ilham alarak başında bulunduğu kurumu dönüştürmeye, hayatta tutmaya çalıştı. İşte Francis’in en büyük mirası da bu. Ne dini yorumları, ne vaazları. Yeri geldiğinde İsrail yeri geldiğinde kendi kardinal arkadaşları dahil herkesi eleştirebilecek bir cesaret, Vatikan’ın katılaşmış demir kapılarını bile aralayabilecek kadar net çelikten bir değişim iradesi, hayatın akışına karşı hiçbir duvarın, katı ideolojinin, çelikten dogmanın set çekemeyeceğini bilecek kadar erdemli bir farkındalık. 

JD Vance başta olmak üzere Amerikalı Katolikleri bilemem, ama dünya bence tam da bu yüzden Francis’ten razı. 

İlgilisine öneriler:

– Papa’nın Gazze duruşunu özel olarak anlattığım yazım: https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/enkazdaki-isa-papa-francis-israile-karsi-192161/

– İzlememişseniz Papalık seçimlerini anlatan Oscar ödüllü 2024 yapımı film: Conclave.

- Advertisment -