Ana SayfaManşetYabancı sermaye için pişen hukuktan vatandaş İsmail Bey’e de düşer mi?

Yabancı sermaye için pişen hukuktan vatandaş İsmail Bey’e de düşer mi?

Bu hukuk mesajları İngiliz fonları, Alman sermayesi, Amerikan şirketlerine mi, yoksa bu hukuki aydınlanma süreci halen Antalya E Tipi Cezaevi’nde yatmakta olan vatandaş İsmail Demirbaş’ı da ilgilendiriyor mu? İsmail Demirbaş’ı artık herkes tanıyor. Günlerdir sosyal medyanın trending topic listesinden düşmüyor. Sokakta yürürken kendisine uzatılan bir mikrofona konuştu diye hapse girmesinin vicdanları rahatsız ettiği açık.

İngiliz Kralı Yurtsuz John’un 1215’de kabul etmek zorunda kaldığı Latince “Büyük Özgürlük Fermanı” anlamına gelen Magna Carta Libertatum, ilk anayasa metni, demokrasi yolunda atılmış ilk adım olarak kabul edilir.

Çünkü ilk kez bir Kral, tebaasına tavizler ve güvenceler vermiş, bunu yazılı bir belgeye dökmüştür.

63 maddeli fermanın 39 ve 40’ıncı maddeleri modern hukuk açısından da kurucu değerdedir:

39- “Hiç kimse, önce kraliyet yasaları veya lordunun adil yargısına muhatap olmadan tutuklanmayacak, hapse atılmayacak, malına el konmayacak, suçlu ilan edilmeyecek, sürgüne gönderilmeyecek veya herhangi bir başka biçimde helak edilmeyecektir.”

40- “Hak ve adalet kimseden esirgenmeyecek, adalet geciktirilmeyecektir.”

Aslında Kral John’un fermanının muhatabı sıradan İngilizler değil, kendisinin adaletsiz uygulamalarına, mallarına mülklerine çökmesine, haksız tutuklamalarına isyan etmiş baronlardır.

Zaten bu iki madde dışında fermanın diğer maddeleri de mala, mülke, araziye verilen güvenceler, miras hakkı, polisleri ve haciz memurlarını sınırlayan kurallar, tüccarların dolaşım hakkını tanıyan maddelerden oluşur.

Örneğin;

“Eğer bir kimse, kendisiyle yasal olarak aynı hak ve imtiyazlara sahip olanlar tarafından toprağından, şatosundan, özgürlüğünden ve haklarından tarafımızca yargılanmaksızın mahrum edilmişse, bu durum derhal düzeltilecek…”

“Hiçbir polis veya icra memurumuz veya bir diğer memur kendi ihtiyacı için özgür bir insanın arabasını veya atını sahibinin onayı olmaksızın almayacaktır.”

“Bundan böyle hiçbir icra memuru inandırıcı bir tanık olmaksızın herhangi birini dava edemeyecektir”

“Tüm tüccarlar ticaret yapmak üzere kara veya deniz yoluyla, güvenli bir şekilde İngiltere dışına çıkabilir, İngiltere’ye girebilir.”

Bundan 805 yıl önceki fermandan murad da bugünküyle aynıdır; güven ve istikrar:

“Krallığımızın ıslahı, baronlarımızla aramızdaki geçimsizliğin en iyi şekilde giderilmesi ve bunun sağlayacağı güven ve istikrar ortamından tebaamızın ilelebet yararlanabilmesi için, Tanrı’nın rızasıyla, aşağıdaki güvenceleri bahşediyoruz…”

Ama Kral’ın bu hukuki güvenceleri sıradan tebaasına değil de baronlara, soylulara vermiş olması Magna Carta’nın değerini azaltmaz.

Çünkü Kral’ın kendi otoritesini bir sözleşmeyle sınırlaması, halkına taviz ve güvence vermesi, onların rızasını meşruiyetinin kaynağı olarak tanıması demektir,   bu kabul tarihin paslı kilitlerini çözmüş, o kapılardan sonra halk ve demokrasi de girmiştir.

1215’den sonra hukuk devleti, anayasa ve demokrasi adına atılan diğer tarihi adımlarda da mutlak monarşilere karşı en saflarda mülk sahipleri, burjuvalar, tüccarlar görülür.

Mesele çoğu kez ekonomidir.

Hatta Fransız Devrimi’nin ünlü sloganları bile böyle tercüme edilebilir;

Özgürlük; ancak özgür insanlar ticaret yapabilir. Eşitlik; ancak eşit insanlar arasında ticaret yapılabilir. Kardeşlik; ancak aralarında husumet olmayan insanlar ticaret yapabilir.

O yüzden geçen Pazar akşamından beri ülkemizde yaşanmakta olan geç kalmış aydınlanma sürecini hemen bir çırpıda kenara atamıyor insan.

Hazine Bakanı’nın Instagram’daki veda mektubuyla kayıplara karışması ve Hazine’nin altınlarını bozduracak noktaya getirildiği bilgisiyle yaşanan bu ani aydınlanma sonrası Ankara’dan mevsim normallerin üzerinde hukuk ve adalet mesajları geliyor.

Adalet Bakanı, Kutsal Roma İmparatoru I. Ferdinand’ın 600 yıldır hukukun üstünlüğü fikrinin şiarı olmuş meşhur sözüyle bile hakimlere ve savcılara seslendi; Adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun! (Fiat justitia, pereat mundus!)

Cumhurbaşkanı, günlerdir klasik konuşmalarını bir tarafa bıraktı, parti kongrelerinden açılışlara kadar her gittiği yerde hukuk, adalet, reform diyor: 

“Önümüzdeki aylarda, hukuk devleti ilkesini güçlendirme, öngörülebilir, kolay erişilebilen, hızlı ve etkin işleyen yargı sistemi konusunda yeni adımlar atacağız.”

“Ekonomide ve hukukta yeni bir reform dönemi başlatıyoruz. Ekonomik kalkınma ve istikrar için hukuk devleti ilkesinin önemini biliyoruz. İnsan hakları eylem planına özellikle ehemmiyet veriyoruz.”

Ama “Ekonomide ve hukukta yeni reform dönemini başlatıyoruz” dedikten sonra hep yatırımcılara çağrı yapıyor.

İşte insan bu noktada şüpheye düşüyor.

Ya buradaki hukuk mesajlarının muhatabı biz vatandaşlar değilsek, yabancı sermayeyse?

Eski ANAP Genel Başkanı, iktisatçı Nesrin Nas’ın dediği gibi biz vatandaşlara hukukun üstünlüğü, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü değil de sadece yabancı sermayeye hukuki güvenlik vaad ediliyorsa?

Bütün bu yargı reformu vaatleri, Latince özdeyişlerden kasıt “Gelin burada yatırım yapın, sözleşme güvenliğiniz sağlanacak, malınız, mülkünüze dokunulmayacak, haksız yere tutuklanmayacaksınız” ise?

Soruyu daha da basitleştirebiliriz; Bu hukuk mesajları İngiliz fonları, Alman sermayesi, Amerikan şirketlerine mi yoksa bu hukuki aydınlanma süreci halen Antalya E Tipi Cezaevi’nde yatmaktan olan vatandaş İsmail Demirbaş’ı da ilgilendiriyor mu?

İsmail Demirbaş’ı  artık herkes tanıyor. Günlerdir sosyal medyanın trending topic listesinden düşmüyor. Sokakta yürürken kendisine uzatılan bir mikrofona konuştu diye hapse girmesinin vicdanları rahatsız ettiği açık.

Bilmeyenler için kısa bir özet.

İsmail Demirbaş 49 yaşında, Ispartalı, Antalya’da yaşıyor. Evli ve çocukları var.

22 Ekim günü Antalya’nın ana caddelerinden birinde yürürken kendisine “Kendine Muhabir” adlı 50 bin abonesi olan bir Youtube kanalının muhabiri mikrofon uzatıyor ve “Sizce erken seçim gerekli mi” diye soruyor.

Dış görünüşüyle insanlar hakkında yargılara varan önyargılı biriyseniz bıyıkları, yatay çizgili tshirtüyle her mahallede karşınıza çıkacak esnaf abilere benzeyen Demirbaş’ın  sağ eğilimli, dindar hatta AK Partili olduğuna hükmedebilirsiniz.

Tabii konuşmaya başlayana kadar.

Konuşmaya başlayınca kesinlikle AK Partili olmadığını anlıyorsunuz. Hatta bayağı ifrit bir muhalif olduğunu…

Sonra bir ara 17/25 Aralık’ın hesabının verilmesinden,  bankaya yatırdığı para yüzünden hapishanede plastik sandalyede ölenlerden bahsettiğinde aklınıza bir şüphe düşüyor, acaba diyorsunuz, ama sonra oklarını FETÖ’ye de uzatıyor, hatta badem bıyıklarına kanıp dindar zannederken “Elhamdülillah Ateistim” dediğini duyup şaşırıyorsunuz.

Dinin “yalan” olduğuna dair hakaret içermeyen ama bir dindarı rahatsız edecek sözler söylüyor, aslında dindar bir ailede yetiştiğini, hatta Cuma namazı kıldırmışlığının bile olduğunu anlatıyor. Ama siyaseten son olup bitenler onu dinden uzaklaştırmış, Atatürk’ün değerini anlamış.

Belli ki bu tersinden ihtida hikayesi yüzünden iktidara karşı da çok öfkeli.

Ama hakaret etmiyor, ağzından köpükler saçmıyor, insanların kısık sesle bile söylerken korkacağı düşünceleri caddenin ortasında sakince ve muntazam cümlelerle ifade ediyor.

Ama çok sert, pek çoğu haksız ithamlar içeren, kulaktan duyma bilgilere dayanan eleştiriler bunlar.

Zaten röportajı yapan Youtuber-muhabir de onu uyarıyor. “Ama bunu kesmeden yayınlarsam başın belaya girer” diyor. Demirbaş, “göze aldım, kesersen sen de vatan haini olmuş olursun” diye yayınlanması için ısrar ediyor. 

Herhalde Youtuber bunun izleneceğini anlıyor, riski alıp yayınlıyor. Gerçekten de öyle oluyor. Kısa sürede dış görünüşten hiç beklenmeyen sözler söyleyen İsmail Demirbaş’ın videosu viral haline geliyor.

Hemen ardından, herhalde daha önceden yine dili yüzünden bir davası olduğu için ismi hemen tespit edilip beş polis aracıyla evi basılıyor, gözaltına alınıyor.

Önce serbest bırakılıyor.

İki gün sonra bu kez sokak röportajları dünyasının fenomeni, sık sık kapatılan ve kurucusu ifadeye çağrılan 436 bin aboneli İlave Tv’ye konuşuyor.

Anlaşılıyor ki o kanalın sahibi de bu popüler olmuş vatandaşı bir kere daha konuşturup, reytinginden yararlanmak istiyor.

Ama parrhesia nöbeti geçirir gibi konuşan Demirbaş’ın bütün bu hesaplar pek umurunda değil.

Aynı sözleri, burası Norveçmiş rahatlığında bir kere de orada tekrarlıyor.

Bir kere daha gözaltına alınıyor. Bu kısmını tam anlamamakla birlikte haberlere göre hakkında önce ev hapsi kararı veriliyor, sonra bu karara itiraz edince tutuklanıyor.

Ama günün sonunda, Türkiye ortalamasının epey dışında, hiçbir klişeye uymayan, bir miktar kafası karışık vatandaş İsmail Demirbaş yoldan geçerken verdiği bir sokak röportajı nedeniyle halen Antalya E Tipi Cezaevi’nde.

Gerekçe Cumhurbaşkanı’na hakaret.

Tam olarak tutuklama müzekkeresini okumadığım için bilmiyorum ama iki konuşmasında bu suçun içine sokulmuş olabilecek en sert ifadeler doğrudan Cumhurbaşkanı’na olmasa da iktidara yönelik olarak söylediği “vampirler, kan emiciler” sözleri ve  açıkça Cumhurbaşkanı’na söylediği “Vatan hainliğinden bir an önce yargılanmalı, Yüce Divan’da yargılanmalı” sözleri.

Bu sırada Cumhurbaşkanı’na doğrudan bağlamadan talihsiz bir benzetme yapıp, Menderes’in örtülü ödenek yüzünden idam edildiğini hatırlatıyor.

“Hakareti eleştiri kılıfına sığdırmaya çalışanlar İsmail Demirbaş isimli şahıs üzerinden mağduriyet edebiyatı oluşturmaya çalışıyor” başlıklı Sabah ve Takvim haberinden Demirbaş’ın esas hakaret olarak görünen ifadelerinin “vatan hainliği” suçlaması ve “Yüce Divan’da yargılanmalı” sözleri olduğu anlaşılıyor.

İşte tam bu noktada insan arşivlere dalıyor.

2020 yılında vatandaş İsmail Demirbaş bir sokak röportajında söyledi diye hapse atılmasına neden alan bu sözlerin son beş yıl daha ağırlarını kimler söylemiş?

Erdoğan’a en çok vatan haini deme, Yüce Divan’la tehdit etme listesinin zirvesinde şimdi ittifakın ortağı Devlet Bahçeli var.

Bahçeli, öyle sokak röportajında bir Youtube kanalında değil, mitinglerde, parti grubunda, televizyonlarda, gazetelerde 2011’den 2016’ya kadar her bulduğu fırsatta mütemadiyen bu suçlamalarını tekrarlamış:

 “Başbakan Erdoğan’ın Türk milletini bitirmek, Türkiye’yi çökertmek için uyguladığı politikalar, hangi seviyeden ele alınırsa alınsın açık bir şekilde ‘Vatana İhanet’ suçu oluşturmaktadır.” (2011)

“9 yılda hangi sorunu çözdün ki 4 yıl daha istiyorsun! AKP ülke yönetiminden uzaklaştırılmalı, her türlü yoksulluğun ve yolsuzluğun hesabını Yüce Divan’da vermeli. Bozkurdun nefesi ensenizde!”  (2012)

“Öyleyse bir haramzade var. Kim? Erdoğan. Ne varsa 2002 yılında yapılmış. Öncesini yok farz ediyor. 2002 yılından önce ne yapıldığını eğer bir gün tarih fırsat verirse MHP iktidarında, 11 yıllık AKP iktidarını Yüce Divan’a yönlendiriyorum.” (2013)

“Allah nasip eder tek başımıza iktidar olduğumuzda Recep Tayyip Erdoğan’ın yedi sülalesinden hesap soracağım.” (2014)

 “17-25’i harekete geçirir, Yüce Divan binasını temizletir, hâkimlere yeni elbiseler giydirir, Recep Tayyip Erdoğan’ı beklemelerini isterim. Yüce Divan’a gönderirim.” (2015)

“Türkiye uzunca bir süredir hukuksuzluğun pençesinde, adaletsizliğin egemenliğindedir. Hukuka saygı ve riayet ağır yaralar almıştır. Bunun başlıca sorumlusu Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dır. 17-25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk sürecindeki tıkanıklık ve engellemeler hukuk ilkelerini ve adalet ölçülerini hiçe saymış, AKP’yi hukuksuzluğun mimarı haline getirmiştir. Türkiye’yi 14 yıldır yöneten AKP hukukla ters düşmüş, ahlakla yollarını tümden çatallaştırmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan millet iradesini kasten yanlış ve keyfi yorumladığından yasa ve Anayasa hükümlerine adeta savaş açmıştır.” (2016)

Erdoğan’a en çok vatan haini deme ve Yüce Divan’la tehdit etme listesinin ikinci sırasında ittifakın gizli ve küçük ortağı olarak neredeyse her akşam bir televizyon kanalına çıkan Doğu Perinçek var.

Sadece söylemekle de kalmamış, Yüce Divan dosyasını ve dilekçelerini bile hazırlamış:

“Bugünkü AKP yöneticileri, 152 adacığımızı yabancı ülkelere teslim ettikleri için, Türkiye’nin Güneydoğusunda Kürdistan adı altında ikinci bir İsrail kurmaya çalıştıkları için, Atatürk devrimlerini yıktıkları için, TCK’nın 302 maddesine göre sanık sandalyesine çıkarılacaklardır. Bu suçları işleyenlerin başında bulunan Tayyip Erdoğan’ı vatana ihanetten Yüce Divan’a sevk edeceğiz. Dosyamız ve dilekçelerimiz de hazır.” (2015)

Şimdi iktidar cephesine yanlayan bazı genel yayın yönetmenleri, gazeteciler, siyasetçilerle liste uzuyor.

Eğer hakaretten kasıt, “vampir ve kan emici” sözleri ise, doğrudan Cumhurbaşkanı’nın çözüm süreci boyunca Devlet Bahçeli’ye söylediği “bu nasıl bir vampirliktir” diye başlayıp devam eden çok sayıda konuşması var.

Yani İsmail Demirbaş, bugün iktidar ortaklarının yakın zamanda birbirlerine daha ağırlarını söylediği sözler yüzünden hapiste.

Üstelik evindeki duvar saatini 17/25’e ayarlayıp, bu haftanın Yolsuzluklarla Mücadele Bayramı ilan edilmesini bile istememişken…

Peki siyasetçilerin sert eleştirilere herkesten daha fazla tahammülü olması gerektiğiyle ilgili açık AİHM içtihadını da görmezden gelerek Demirbaş hakkında tutuklama kararını veren hakim, Adalet Bakanı’nın “tutuksuz yargılama esastır” sözlerini üzerine alacak mı?

Yoksa hakimler ve savcılara da bu konuşmalar ekonomiyi düzeltmek için dışarıya verilmek zorunda kalınmış, kendilerini asla ilgilendirmeyen tavizler olarak mı geliyor?

Çok açık ki devletimiz hukuku ve demokrasiyi bizim kara kaşımız kara gözümüz için değil, hazine tam takır olduğu için hatırladı.

Ama Magna Carta’dan beri biliyoruz ki, bu işler de biraz böyle oluyor. Ekonomik talepler ve ihtiyaçlar, hukukun ve demokrasinin önünü açıyor.

Tabii ki yanlış anlaşılmasın bu Magna Carta havasının oluşmasında Türk burjuvazisinin herhangi bir etkisi yok.

Onlar en son, başarısızlığı artık Cumhurbaşkanı tarafından da tescil edilen Hazine Bakanı’nı en ön sıralardan elleri patlarcasına alkışlarken ve paralarını Instagram storylerinde yerken görüldü. Demokrasiyle, hukukla pek işleri yok.

Ama yabancı sermayenin, telefon açıp işlerini hallettirecekleri Ankara’da tanıdıkları yok.

Onlar hukuki güvence istiyor.

Peki Alman araba şirketlerine hukuki güvence verilirken, Citi group aylık raporuna iyi geçmek için reform adımları atılırken, Moody’s’den bir artı puan kazanmak için insan hakları eylem planı hayata geçirilirken etrafa saçılacak hukuk ve demokrasi kırıntılarından biz vatandaşlara da düşecek mi?

Bu ani aydınlanma sürecine ikna olmamız için ilk adım olarak vatandaş İsmail Demirbaş’ı bırakmaya ne dersiniz?

- Advertisment -