Bizim çocukluğumuzda okullarda “Yerli Malı Haftası” yapılırdı. Bizler de kendi çevremizde yetişen meyveleri bu hafta içinde okula götürürdük. Tarsus, kışlık meyvelerin bolca yetiştiği bir iklime sahipti.
Bu yüzden, muz, portakal, mandalina, sarı hurma, yeşil hurma, greyfurt, kestane vb. meyveleri okulda sergilerdik. Türkiye çapında 1946 yılından itibaren okullarda 12-18 Aralık tarihleri arasında kutlanan bu haftada tutumluluk, yatırım ve Türk malları hakkında bilgi verilir.
Bu hafta süresince tutumlu olmanın, yatırım yapmanın ve “yerli malı kullanmanın önemi” vurgulanır. Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında savaşlarla alt üst olmuş bir coğrafyada, kendine yeterli bir ekonomi oluşturmak hayati önemdeydi.
Kırılgan ekonomiyi, Anadolu’yu saran yoksulluğu bir ölçüde azaltabilmek, o yıllarda yerli üretime yönelmekle mümkündü. Yerli üretimin özü ise tarım ürünleriydi. Buğday, soğan, patates, şeker, pamuk, yağ üretimi çok hayati konulardı. Son dönemde çokça vurgulanan “yerli ve milli” zihniyetini nasıl yorumlayabiliriz? “Yerli Malları Haftaları”nın bir devamı olarak görebilir miyiz?
Başka bir dünyadayız
Bu haftaların ilk ortaya atıldığı dönemde ekonomiler daha içe kapanık, üretimler daha çok iç pazarlara yönelikti. Bugün başka bir dünyadayız. Artık bağımsızlık kavramı yerini karşılıklı bağımlılık kavramına bırakıyor. Ucuz işgücü nedeniyle yatırımların çoğu yoksul ülkelere yönelmiş durumda.
Bazı yüksek teknoloji ürünleri -bilgisayar, cep telefonu, uçak, ileri silahlar- ve bazı lüks ürünler -gıda, parfüm, marka giysiler- ise hâlâ kısmen zengin ülkelerde üretiliyor. Ülkeler, yüksek iletişim teknolojisi, ucuz ulaşım imkanları nedeniyle çok farklı milletlerin iç içe geçtiği karmaşık yapılara dönüşüyor. İrlanda’da çalışan bir genç, ofisini İstanbul’da kurabiliyor.
Milletlerüstü ve sınırlar ötesi bir çalışma hayatı var. Teknolojik gelişmenin yanında ülke nüfusları da çok renkli hale dönüşüyor. Avrupa’da yoğun göç nedeniyle çok büyük bir Müslüman nüfus oluştu. ABD’de “Hispanikler” denen İspanyolca konuşan halklar giderek genişleyen bir kitle.
Böyle bir dünyada, içe kapanmacı milliyetçiliğin hâlâ yaşam alanı bulabilmesi ve otoriter yönetimlerin bazı yerlerde (pandeminin de etkisiyle) yeniden normalleşmesi, ilginç. Bu açıdan özellikle Doğu Avrupa incelenmeye değer. İran örneğine bakarsak…