Yaklaşık bir hafta kadar önce BTK Instagram’a erişimi engelledi. Gerçi İnternet ortamında bu engelleri aşmak zor değil, ağ üstünde bağlantı zincirini değiştiren VPN araçları ile yasaklı site ve uygulamalara girilebiliyor.
Sosyal medyayla ilgili herhangi bir meselede devlet köşeye sıkıştığında akla gelen ilk çözüm yasaklama ya da yavaşlatma, ki o da aslında yasaklamanın sinir bozucu bir biçimi. Youtube, ekşi sözlük, Wattpad, Twitter ve yakınlarda çocukların kullandığı bir oyun platformu olan Roblox’a erişim yasağı getirildi. Oda TV bile karartıldı.
Sosyal medya yasakları istenen etkiyi yaratıyor mu? Ortada akçeli bir mesele varsa, evet. Örneğin platform Türkiye’deki faaliyetlerinden gelir elde ediyorsa devletle uzlaşmaya sıcak bakabiliyor. En azından temsilcilikler oluşturuyor. Değilse pek oralı olmuyor. Devletimiz kendi anlayışınca açıyor, kapıyor, durduruyor, başlatıyor.
Ancak yasaklamaların tartışmasız kesin bir sonucu var: Cezalandırılan platform değil kullanıcıları oluyor. Instagram, örneğin, aynı zamanda bir ticari mecra. Türkiye’de geçimini – şu ya da bu yöntemle – sadece Instagram’dan sağlayan insanlar var. Şu an işleri durmuş durumda, ya da bilmiyorum, belki de yasaklara bağışıklık kazanan kullanıcılar bu engeli pek de dikkate almıyordur.
Geçmişte bu mecraların kullanıcıları sayılıydı. Artık nüfusun yarısından çoğu sosyal medya araçlarını kullanıyor. Üstelik günde birkaç kere değil, saatlerce.
Ama akçeli işler söz konusuysa başka yaptırımlar düşünülemez mi? Instagram’ı bütünüyle kapatmak yerine bu platforma ödeme akışı sağlayan araçların engellenmesi, örneğin Türkiye’de tahsis edilmiş kartlar ya da hesaplarla ödemenin önüne geçilmesi gibi… Hayır, mutlaka halk da cezadan nasibini alıyor.
Roblox’a getirilen yasağın altında “çocuk istismarı” endişesinin yattığı söyleniyor. Öyleyse hiç açılmasın, ama hiç. Yani üç gün sonra “Anlaştık!” denirse devletin çocuk istismarıyla ilgili bir mesele üstünde pazarlık edebildiğini mi anlamalıyız? Bekleyelim, görelim.
Pornografik içerik sunan web sitelerine erişim uzun süredir engelli. Bu sayede insanlarımız VPN gibi teknik araçları yakından tanıyor, teknolojik becerilerini geliştiriyor. Kimsenin şikayet etmediği, herkesin yolunu yordamını bildiği bir iş.
Instagram’la ilgili asıl mesele, İsmail Haniye’nin şehadetinin ardından yapılan paylaşımları bloklamasıymış. Gerekçe haklı, ama değneğin neresinden tutarsak tutalım insanlar zarar görüyor. Belki de sosyal medya platformlarına tarihte ilk kez anlamlı bir yaptırım uygulanmış oluyor.
Ama devlet bu yasağı uygulamakta dibine kadar haklı olsa bile haklı çıkamıyor, haklı kalamıyor. Yasaklamakla baş edilemeyen bir sistem bu.
Sosyal medya platformları ve arama motorları bir özgürlük söylemiyle ortaya çıktı. İnternet, herkesin dilediğini özgürce paylaşabildiği bir içerik cennetiydi. Zamanla içeriğe erişim birkaç platforma, birkaç arama motoruna ve bunların hepsinde payı olan birkaç şirketin kontrolüne geçti. Telefonunuzda sık kullandığınız birkaç uygulama vardır: WhatsApp, Instagram, yaşınız 40 üstündeyse belki Facebook, Youtube…
Yani sözde ifade özgürlüğü üstüne inşa edilmiş bu sistem bir tekelin elinde. Tekelin kökünde de büyük ölçüde ABD tabanlı kurumlar yer alıyor. Çin ve Rusya bu tahakküme kendi çözümleriyle karşılık vermeye çalışmadı mı? Sonuç: Biraz TikTok, biraz Telegram.
Aynanın öteki tarafına geçelim: Bu global iletişim araçlarının birkaç tekelin elinde olması ifade özgürlüğü açısından büyük bir tehlike değil mi? Instagram’ın Haniye’nin ölümünün arkasından uyguladığı sansür gözden kaçmamalı. Bu sadece Gazze meselesiyle bile ilgili değil. Söz söyleme hakkınızın bir anda elinizden alınması demek bu. Instagram’a muhtaç mıyız? İlk bakışta değiliz, evet, ama bu platformlar tekelleştiği ölçüde kimin nerede ne konuştuğunu görme ve filtreleme gücüne sahip olacak. Instagram, Twitter ve birkaç kuruluş daha sesinizi kıstı diyelim? Kendi web sitenizden mi konuşacaksınız? Kaç kişiye? Kapı komşunuz bile farkına varmayacak.
Yani bu platformlar sadece plaj fotoğrafları ya da güldürücü video paylaşmak için değil. Dopamin açlığı çeken milyarlarca insanı ekran karşısında esir alan Büyük Birader’ler… 1984’le Cesur Yeni Dünya’nın ikisinden de beter bir füzyonu. Çok değil, hemen hemen 10-15 yıl önce birçok Arap ülkesinde iç karışıklıkların tetiklenmesine “vesile” olan Twitter, o yıllarda hiç reklam geliri elde etmiyordu, henüz sadece yatırım alıyordu. Kazancı sıfırdı.
Haliyle akla ilk gelen “yerli ve milli” sosyal medya geliştirmek, değil mi? İmkansız. Bir sosyal medya platformu ilke olarak “yersiz”dir. Bir vatana, bir toprağa bağlı olamaz. Öyle kalarak hiçbir cazibe üretemez, kimseyi kendine çekemez, merak bile uyandırmaz. Kaldı ki ekşi sözlük’ü de kimse sevmiyor, en küçük gafta kepenkleri iniyor. Biz kültür olarak bir sosyal medya platformu için elzem olan asgari ifade özgürlüğüne henüz erişmiş değiliz. Biz hala neyin söylenmemesi gerektiğine kafa yoruyoruz. Sağıyla soluyla durum bu.
Dolayısıyla bir sosyal medya platformu “milli” hiç olamaz. Milli bir platform en fazla devlet kurumlarının iç iletişimlerinde kullandıkları sıkıcı portallere benzeyecektir.
Pekiyi nereden konuşacağız? Bize söz vermesini beklediğimiz, sahipliği ve anlayışı kuşku uyandıran global tekellerin platformlarında mı? Bakanlıkların, belediyelerin bile Twitter’da hesapları var. Kimse “Ne demişler?” diye bu kurumların sitelerine uğramıyor. Söyledikleri akışta varsa var, yoksa yok. Keşke bir şey önerebilsem. Uzun, hassas ve karmaşık bir sorun bu. Trollerle ya da amatörlerle çözülemeyecek kadar derin. Nasıl diyorlar? Beka meselesi. Ama kısıtlamalarla çözülemeyecek bir beka meselesi; çünkü bu tür yasakların kesin olarak işe yaradığı bir şey varsa o da şu: Devletle halk arasındaki mesafeyi açmak.