“Ben bu seçimlerin ne olacağından daha çok sonucunun belki de Türkiye Cumhuriyeti’nin İslam Cumhuriyeti’ne dönüşmesinde son çıkış yolu olacağı düşüncesindeyim. O yolu kesmemiz gerekiyor, asıl mesele bence bu. Yani AK Parti’nin kazanması demek, laik demokratik Türkiye’nin artık isminin değişmesi demek.”
Eski CHP milletvekili Fikri Sağlar, katıldığı bir televizyon yayınında 31 Mart yerel seçimleri için böyle dedi.
İnsan okuyunca acaba genel seçimler için yapılmış bir açıklama da şimdi yeniden mi dolaşıma girdi diye şüpheye düşüyor.
Hayır, bayağı belediye seçimlerinin, ittifakların önemini anlatırken böyle demiş.
Yani altı ay önce zaten beş yıl boyunca ülkeyi Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin verdiği süper yetkilerle yönetme hakkını sandıktan almış AK Parti’nin Türkiye’yi İslam Cumhuriyeti’ne döndürmesinin önünde meğerse tek bir engel kalmış: İstanbul, Ankara, Mersin, Adana, Antalya Büyükşehir Belediyeleri’ni kazanmak.
Muhtemelen abartmıyor, buna inanıyor. Herhalde 14 Mayıs öncesi televizyonda da buna benzer şeyler söylemiştir.
Muhtemelen 2011, 2002 genel seçimlerine giderken de, hatta eski bir siyasetçi olduğu için 1994 yerel seçimlerine giderken de benzer şeyler söylemiş olabilir.
1994’de RP İstanbul’u kazanırsa otobüsler haremlik-selamlık olacak korkusunun bile daha anlaşılır nedenleri vardı.
Karşıdaki siyasi rakip, düşmansa her seçim kritiktir, hatta belki de son seçimdir.
O yüzden “bunlara” karşı, “bizler” ittifak kurmalıyız.
Bunun zirvelerinden biri 2014 yerel seçimleriydi.
Gezi ve 17-25 Aralık olmuştu. İktidar sarsılıyordu. Muhaliflere iktidar yıkıldı, yıkılacak gibi geliyordu.
Yerel seçimlerde AK Parti’nin karşısına CHP, o günkü gazetelere göre çok iddialı bir adayla çıkmıştı: Mustafa Sarıgül.
Bugün için herkesin mahcubiyetle hatırlayacağı büyük övgüler yapıldı Sarıgül için.
O heyecanı kimsenin örselemesine, Sarıgül’e laf söylenmesine izin verilmedi.,
BDP’nin aday çıkarıp çıkarmayacağı hararetle tartışıldı.
Çok tanıdık tartışmalar yapıldı:
“CHP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayının Mustafa Sarıgül olacağı, bu kararın ardından İstanbul’u AK Parti’ye kaptırmamak için BDP’ye İstanbul’da güçlü aday çıkarmayın önerisi yapıldığı öne sürüldü.”
Ama BDP, çıkarabileceği en güçlü adayı çıkardı: Sırrı Süreyya Önder’i.
Sırrı Süreyya, Gezi olaylarında muhaliflerin kahramanı olmuştu. Sonra çözüm sürecinde iktidarla yan yana olmasına çok bozulmuştu muhalifler. Ama en çok İstanbul’a aday olmasına kızdılar.
“AKP ile işbirliği” suçlamaları havada uçuştu. Sarıgül ile ilgili kafası karışıklar için o günlerde iki popüler ikna edici cümle bulunmuştu
“Ortamlarda Sırrı’ya verdim dersin”, “Tatava yapma bas geç”
Öyle de yaptılar. Sarıgül yüksek bir oy, yüzde 40 aldı. Ama Kadir Topbaş ona yüzde 7 puan fark atıp seçimi kazandı.
Peki Sırrı Süreyya yüzünden mi seçim kaybedilmişti? Hayır Sırrı Süreyya yüzde 5 almıştı. MHP de yüzde 3.
BDP, o seçimlere kendi başına girerek, çözüm sürecinde birlikte çalıştığı AK Parti’yi karşısında herkesle işbirliği yapılması gereken bir şeytan gibi görmediğini gösterdi.
Bu arada sandıkta da gücünü göstermiş oldu. Ağustos’taki Cumhurbaşkanlığı seçiminde yine ittifak olmadı, Demirtaş yüzde 10 aldı. 7 Haziran’da yüzde 13, 1 Kasım’da yüzde 11…
Ardından 2019’da CHP ile gizli işbirliği kazanılan belediyeler, 2023 Cumhurbaşkanı seçimini aday çıkarmayarak, Kılıçdaroğlu’na İYİ Parti’den daha yüksek oranlarla ve motivasyonla verilen büyük destek.
Ve seçim kaybı.
Şimdi geldik yerel seçimlere. Büyükşehirlerdeki, İstanbul’daki Bir HDP-DEM seçmeni iki büyük seçimdir, esas büyük seçimde pusulada kendi adaylarına oy vermiyor.
Bir parti için bu büyük bir fedakarlık. Şimdi aynı fedakarlık bu seçimler için de isteniyor. Muhtemelen 2028 için de istenecek.
Çünkü bu yerel seçimler sanki altı ay önce esas kritik seçim yapılmamış gibi yine çok kritik.
Neredeyse dört yıl sonra yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçiminin provası diyenler var.
Hatta partizanlığın, fanlığın ölçüsünü kaçırıp, İmamoğlu bu seçimi alırsa 20 yıl daha cumhurbaşkanı diye içindeki “reisçiliği “ ele verenler bile oldu.
Muhalefetin büyükşehirleri bir kere daha kazanması tabii ki önemli olacak.
Bu kez ayrı ayrı giren muhalefetin değil ama CHP’nin gücünü gösterecek, iktidarın karizmasını çizecek.
Bu yüzden bütün muhalefet partilerinden özellikle de DEM Partisi’nden 2024 yerel seçimlerinde de kritik büyükşehirlerde tatava yapmayıp CHP adaylarına oy vermeleri bekleniyor.
O kadar ki muhaliflik adına bugüne kadar tweet atıp kolunu yormak dışında bir bedel ödememiş olanlar, Başak Demirtaş’ın adaylık çıkışı sonrası, 7 senedir hapiste olan ve daha 6 ay önce muhalefete hapisten hararetle destek veren Demirtaş’ı bile iktidarla işbirliğiyle suçlanmaya başladılar.
Yavaş yavaş sandıklardan “AKP-PKK ile işbirliği yapıyor” sopaları çıkarılmaya başlandı.
Hep onları mı terörden bize vuracak, biraz da biz onlara vuralım pragmatizmi yavaş yavaş yükleniyor.
Peki, tam olarak yerel seçimlerde DEM Partisi’nin ve Kürtlerin tatava yapmayıp basıp geçmekten çıkarı bu kez ne olacak?
“Faşizmi geriletmeliyiz”, “İktidara ders vermeliyiz”, “Büyükşehirler bari muhalefet de kalsın” gibi motivasyon cümleleri, bizden değilseniz onlardansınız dışında ortada ne var?
DEM Parti, büyükşehirler karşılığında birkaç büyük ilçede ve birkaç şehirde CHP’nin desteğini alabilir.
Ama zaten DEM Parti yerel seçimlerde il ve ilçe kazanmaya ihtiyacı olan bir parti değil.
Geçen yerel seçimde 62 il, ilçe ve beldede belediye kazandılar ama şu anda ellerinde bir elin parmağını geçmeyen sayıda belediye kaldı.
Geçen seçimde seçilen belediye başkanlarının en az yarısı hala hapiste.
Tabii bu olanlara bir ders vermek isteyebilir, iktidarı sandıkta sarsarak güçlerini gösterebilirler.
Ama yerel seçimlerde sandıkta iktidar değişmeyecek, kim kazanırsa kazansın adalet sorunları, ekonomik sorunlar, Kürt sorunu çözülmeyecek.
1 Nisan günü sonuç ne olursa olsun iktidarın 4 yıllık kesintisiz iktidarı devam edecek.
CHP’nin zaferi mevcut durumu korumaktan ilerisi olmayacak. Ellerindeki tek kolluk gücü de zabıtaları olacak.
İktidar ise bütün gücüyle, kurumlarıyla yerinde kalacak.
Üstelik bu kez DEM Parti, AK Parti iktidarına karşı CHP’yle işbirliği yapmış bir parti olarak yaşamaya devam edecek.
CHP belki belediyeleri kazanacak ama DEM Parti bu zafer yüzünden biraz daha fazla düşman olacak.
1 Nisan günü geriye kırık dökük birkaç teşekkür cümlesi dışında, girmediği büyükşehirler yüzünden düşük oy oranları, her an kayyım atanabilecek kazanılmış belediyeler ve hapishanelerdeki siyasetçiler kalacak.
Peki, neden zaten zayıf, hedefte bir parti başka bir muhalefet partisi belediyeleri yönetsin diye böyle bir bedel ödesin?
İktidarın düşmanlığını bir kere daha üzerine çeksin, kendi talepleri için müzakere edebileceği kapıları kapatsın, her seçimde CHP’ye basamak olarak siyasi kimliğini bir kere daha zayıflatsın?
CHP’liler, seküler muhalefet için sandıkta bu iktidarın yenilmesi herşeyden önemli olabilir. Bunu laiklik, Cumhuriyet için bir olmazsa olmaz olarak görebilirler.
Ama DEM Partililer de bunu böyle görmek zorunda değil.
Kürtlerin bunlardan daha büyük ve öncelikli sorunları var ve bu sorunların çözümü için yerel seçimlerde ittifak yapmamaları işbirlikçilik, davaya ihanet, satılmışlık olarak görülemez.
Tam tersine kendi meselesini dünyanın en önemli meselesi sanmak, bir çeşit kibir ve bencilliktir.
Zaten yeterince düşmanlaştırılmış, cezalandırılmış insanların üzerine bir de yerel seçimlerde iktidara karşı işbirliği yapan parti yükünü yüklemek mi, bundan imtina etmeleri mi ahlaken daha fazla sorunlu acaba?
Üstelik günün sonunda “Dersim” demenin, “Şeyh Said’in mezarı bulunsun” diye konuşmanın bile hala büyük çoğunluğunun tüylerini diken diken ettiği bir muhalefeti güçlendirmek neden gözü kapalı iyi bir fikir olsun?
Siyaset sadece bir ahlaklı, ilkeli olma mücadelesi değil, bir güç temerküzü becerisi de.
Gücünü artırmak, gücünü göstermenin tek yolu da CHP’lileri başkan yapmak değil.
Muhalefetle işbirliği yapıp, iktidara kazandıracak bir güç olduğunu göstermek de siyaseten iyi bir seçenek olabilir, en maksimum oy oranına çıkıp gücünü göstermek de…
Pazarlık yapmaya, müzakere etmeye, doğru yerde durmaya siyaset diyoruz.
Siyaset tatava yapmaktır, demokrasi de gözü kapalı basıp geçmek değildir.
O yüzden herkesin, özellikle DEM Parti’nin, Demirtaş’ın tatava yapmak ve basıp geçmemek hakkı var.
Pazarlık yapmak isteyenler önce bu hakka saygı duymalılar.