“Reis” lakaplı Cemal Abdülnasır, ki genellikle sadece Nasır ismiyle anılır, çalkantılı bir dönemin sonunda iktidarı aldı ve 15 yıl boyunca Mısır’a liderlik etti.
Mısır’da, başta Müslüman Kardeşler, çatışan grupların hemen hepsini ezerek ordu içinden iktidara yükselmiş olan Nasır, neredeyse iktidar sürecinin tamamında sadece Mısırın değil, bütün Arap dünyasının da lideri olarak kabul edildi. Bunda, İngiliz hakimiyetine karşı ulusal onuru öne çıkaran söyleminin de büyük payı vardı.
Bu liderlik ona, başta Fransızlar, İngilizler ve Yahudiler, bütün yabancı hakim unsurları ülkesinden kovduğu ve bunu, biraz ABD’nin ilgisizliği biraz da açık Sovyet desteği ile zaferle çıktığı çatışmalar sonucunda Süveyş Kanalı’nı millileştirmesiyle taçlandırdığı için verilmişti ve anlaşılabileceği gibi hiç de boşuna değildi.
Eşref Marvan ise belki de döneminde Ortadoğu’nun en güçlü lideri denilebilecek bu adamın, kısaca Nasır diye anılan Cemal Abdülnasır’ın damadıydı…
1944’te, varlıklı bir ailede, bir generalin oğlu olarak doğmuş, Nasır’ın Kızı Mona ile kimya fakültesinde öğrenciyken tanışmış ve 1966’da, Nasır’ın tüm itirazlarına rağmen Mona ile evlenmişti. Nasır, damadına fazla güvenmiyordu. Eşref Marvan lükse düşkün, hedonist yapısıyla mütevaziliği ve tutumluluğu ile bilinen Nasır’da güvensizlik yaratıyordu. Nasır, damadının kızıyla kendi gücü nedeniyle evlendiğini düşünüyordu.
1967’de Nasır siyasi hayatının en büyük kriziyle yüzleşti. 5 haziran günü İsrail, çoktandır beklenen savaşı başlattı.
Arap ittifakının tüm hava gücü, daha savaşın ilk gününde neredeyse tümüyle imha edildi ve 6 gün süren yoğun çatışmalar sonucunde İsrail, Suriye, Mısır ve Ürdün kuvvetlerini ağır bir yenilgiye uğrattı.
Haziran Savaşı veya 6 Gün Savaşı olarak tarihe geçen bu çatışmanın sonucu özellikle de Mısır için fazlasıyla onur kırıcıydı.
Mısır önemli ölçüde toprak kaybetmiş ve bütün Sina Yarımadası İsrail güçlerince işgal edilmişti.
Süveyş Kanalı’nın doğu kıyısı, artık İsrail topraklarıydı.
İşgalin Mısır’ı saran ağır moral çöküntüsü içinde Nasır, damadını Mısır İstihbaratının güçlü ismi Sami Sharaf’ın emri altında çalışmak üzere Başkanlık Bürosuna atadı. Bu görev, gözü çok daha yükseklerde olan Eşref Marvan için neredeyse bir aşağılamaydı ama Marvan, pozisyonunun ilerideki yıllarda çok işine yarayacağını henüz bilmiyordu.
Nasır’ın niyeti bir taraftan pek güvenmediği damadını Mısır hükümetinde önemsiz bir göreve yerleştirip etkisizleştirimek ve aynı anda da gözden uzak tutmamaktı. Atamanın ardından Nasır kızı Mona’ya, Eşref Marvan’dan ayrılması için baskı yapmaya başladı.
Ancak Nasır’ın bu tavrı ters tepti. Eşref ile Mona, yeni doğan oğulları Gamal’ı da alarak Mısır’ı terk ettiler ve Londra’ya yerleştiler.
Çok geçmeden çiftin Londra’daki lüks yaşamı 6 gün Savaşında Sina’yı kaybetmenin moral bozukluğunda kıvranan ülkenin gazetelerine konu oldu ve herkesin gözüne batmaya başladı.
Nasır, çifte Mısır’a dönmeleri emrini verdi. Aile emre uydu ve Eşref Marvan, kayınpederi Nasır’ın 1970’teki beklenmeyen ölümünden sonra da 1976’ya kadar sürdüreceği Başkanlık Bürosundaki işine geri döndü. Bu görev Marvan’a Mısır’ın ileri gelenleri hakkındakiler de dahil, birçok konuda çok önemli bilgilere erişme olanağı verdi. Marvan bu şansı çok geçmeden kullanma fırsatı bulacaktı.
Nasır’ın 1970’teki ölümünden sonra iktidara Enver Sedat geldi ve Marvan, aradığı sıçrama fırsatını bulduğunu fark ederek Sedat’a yaklaştı.
Marvan, Enver Sedat’a muhalefet edenlerin -ki çoğu Nasır’a sadık subay ve bürokratlardı- sahte bir darbe iddiasıyla tasfiye edilmeleri sürecine katıldı. Marvan’ın elindeki bilgileri kullanarak önemli katkı verdiği ve Düzeltici Devrim denen bu süreçte, ayağını kaydırdığı kişiler arasında eski patronu Sami Sharaf da bulunuyordu.
Marvan bu tasfiyeden sonra giderek yükseldi. Enver Sedat’ın Dış İlişkiler sekreteri olduğunda henüz 30 yaşında bile değildi.
Özellikle Sina Yarımadasını İsrail’den almakta kararlı olan ülkenin Suudi Arabistan ve Libya ile olan ilişkilerinde başat aktördü ve artık zamanının çoğunu dış ilişkileri yönetmek için gidip geldiği Londra’da geçiriyordu.
Eşref Marvan, İsrail Gizli Servisi MOSSAD ile de ilk ilişkisini çok sık gidip geldiği bu kentte, Londra’da kurdu.
MOSSAD, özellikle dünyanın her tarafına yayılmış ve önemli bir kısmı da çeşitli sebeplerden gizlenmek zorunda kalmış Yahudilerin gönüllü ajanlık talepleriyle sık karşılaşıyordu. Bu durum değerli bir kaynak potansiyeli oluştururken aynı anda risk de içeriyordu.
Yanıltılabilirler, tuzağa düşürülebilirlerdi. Bu yüzden de MOSSAD ajanları, bilmedikleri kaynaklardan gelen istihbarat arzlarına çok daha ihtiyatlı yaklaşıyorlardı.
Ancak Eşref Marvan bilgi vermek istediğini söylediği telefonu açtığında MOSSAD Avrupa Şefi Shmuel Goren de tesadüfen Londra bürosundaydı ve Marvan’ı hemen tanıyarak görüşmeye anında onay verdi.
Buluşma, Marvan’ın telefon açtığı otelde ve telefon konuşmasından hemen birkaç saat sonra gerçekleşti.
Marvan MOSSAD’a, o günlerde henüz yapılmış olan Enver Sedat ve SSCB lideri Leonid Brejnev arasındaki görüşmenin eksiksiz tutanaklarını teslim etti.
MOSSAD ajanları tutanakların doğruluğunu teyid ettikten sonra Eşref Marvan’a 1 milyon Amerikan Doları ödediler ve Eşref Marvan’ın İsrail İstihbaratı ile yıllar sürecek işbirliği böyle başladı. Artık kod adı Melek’ti ama İsrailliler onu genellikle “Damat” olarak anıyorlardı. Bilgi vereceği zaman ona verilen bir telefonu arıyor ve buluşma talebi için parola olarak da “Kimyasal” kelimesini kullanıyordu.
Nasır’ın ölümünden sadece 2 ay sonrasıydı.
Eşref Marvan her iki görevine de devam etti. Bir taraftan Fransız ambargosu altındaki Mısır’a Libya üzerinden Mirage savaş uçağı temini türünden stratejik önemdeki dış ilişkileri koordine ediyor, diğer taraftan da MOSSAD’a bilgi vermeye devam ediyordu.
Herkes Mısır’ın Sina’yı geri alma kararlılığının ve yaklaşmakta olan savaşın farkındaydı.
İsrail bu yüzden özellikle de Mısır’ın askeri kapasitesi ve taktik hareketleriyle ilgileniyor, gelmesi kaçınılmaz olan saldırının tarihini ve içeriğini bilmek istiyordu.
Marvan İsraillilere bu bilgilerin çoğunu sağladı. Ancak Marvan MOSSAD ile sürdürdüğü bu ilişkide fazla rahat hareket ediyor, güvenlik tedbirlerini sıklıkla boş veriyor, hatta bazen görüşmelere Mısır hükümetinin resmi araçlarıyla geliyordu ve uyarıları da dinlemiyordu.
İsrailliler Marvan’dan ve diğer kaynaklarından gelen bilgileri değerlendirerek Mısır’ın, özellikle Sovyet uzun menzilli bombardıman uçaklarını da içeren bir askeri yardım paketine ulaşmadan saldırıya geçmeyeceği sonucuna varmışlardı ve bu yanılgı ileride onlara pahalıya mal olacaktı.
Saldırı tarihi konusunda gelen ilk alarm 1973’ün Mayıs ortasını işaret etti ama beklenen gerçekleşmedi.
Mısır’la ortak hareket eden ve 6 gün Savaşında İsrail’e kaptırdığı Golan tepelerini geri almakta kararlı olan Suriye’nin lideri Hafız Esad, askeri hazırlık için daha fazla zamana ihtiyaç duyuyordu.
Bu gibi gidiş gelişler ve arka arkaya yanlış alarmlar İsrail ihtiyatlılığını aşındırdı ve askeri önlemleri gevşetti.
Oysa Mısır cephesinde durum değişmiş ve Enver Sedat beklenen Sovyet yardımı gelse de gelmese de saldırmaya karar vermişti.
Sonunda planlar bitirildi ve Mısır genel kurmayı saldırı günü olarak Yahudilerin kutsal günü Yom Kippur’u seçti.
Yom Kippur günü dindar Yahudiler evlerine veya sinagoglara kapanıyor, radyo dinlemiyor, televizyon açmıyorlardı.
Bu bilgi Eşref Marvan’ın eline Londra’dayken geçti ve Marvan saldırıdan 44 saat önce, 1973’ün 4 Ekim Perşembe günü MOSSAD’ı arayarak toplantı talep etti. Toplantı ancak Cuma gecesi gerçekleştirilebildi ve Eşref Marvan İsraillilere, “saldırı yarın akşam, gün batarken başlıyor” bilgisini verdi.
MOSSAD bilgi notunu orduya iletti ama toplanan bilgiler askeri istihbaratın başındaki General Eli Zeira’yı ikna etmeye yetmedi. Zeira hem o güne kadar gidip gelen yanlış alarmların yorgunluğu ve hem de Yom Kippur günü kimseyi rahatsız etmeme psikolojisiyle ihbarı ciddiye almadı.
Zeira, Süveyş civarındaki birliklere giden üstünkörü bir uyarıyla ve ondan biraz daha ciddi ve kapsamlı olanının Golan cephesindekilere gönderilmesiyle yetindi.
6 Ekim günü, Suriyenin isteği ile öne alınmış saldırı, bu değişiklikten haberi olmayan Marvan’ın söylediğinden 4 saat önce, öğleden sonra 14:00’te Mısır ve Suriye kuvvetlerinin eş zamanlı harekatıyla başladı.
İsrailliler Golan’da değil ama Süveyş’te gafil avlandılar.
Kanalı geçmeye başlayan on binlerce kişilik Mısır gücünün karşısında sadece 452 İsrail askeri vardı.
Mısır güçleri kanalı geçip 5 km kadar ilerledi ve savunma ceplerini kurmaya başladı. Hızla harekete geçen İsrail güçlerinin tüm saldırıları, Sovyetler’den alınmış tanksavar ve uçaksavar silahlarının da katkısıyla boşa çıkarıldı. İsrail savaşın bu ilk etabında onlarca tank, 40 kadar uçak ve yüzlerce asker kaybetti. Mısır zaferini kutluyordu.
Ancak savaşın başında hazırlıksız yakalanan İsrail, ilerleyen günlerde dengeyi sağladı ve hatta Golan cephesinde üstünlüğü ele aldı. 26 Ekim günü, özellikle de Sovyetler’in kararlı müdahalesi ile ateşkes sağlandığında Mısır 2. Ordusuna mensup 20 bin asker ile 200 tanklık kuvvetin anavatanla bağlantısı kesilmiş, İsral kuvvetlerince kuşatılmıştı.
Savaşın bilançosu herkes için ağırdı. Çatışmalarda 2 bin 500 İsrail askeri ölmüş ve İsrail bu savaşta 102 uçak ile 400 tank kaybetmişti. Mısır ve Suriye için ise durum daha da kötüydü. Mısır 5 bin, Suriye 3 bin asker kaybetmişti. Yine Arap tarafının tank kayıpları 2 bin 200’e yakın, uçak kayıpları ise 350’den fazlaydı.
Ateşkesten sonra varılan anlaşmayla İsrail Sina’dan çekildi ve Mısır da İsrail’i tanıdı.
Mısır onurunu kurtarmış, İsrail ise kontrol etmenin çok güç olduğu bir kara parçasından kurtulmak karşılığında Mısır tarafından resmi olarak tanınmış, Arap dünyasında hatırı sayılır bir stratejik üstünlük, meşruiyet elde etmişti. Sonuç ilginç bir biçimde herkes için zaferdi.
Mısır dış ilişkilerinin asal elemanlarından olan Eşref Marvan, ateşkes ve barış görüşmeleri sırasında da İsrail’e bilgi taşımayı sürdürdü.
Savaşın sonunda Mısır’da esen zafer havasında yürüttüğü diplomasi ve savaştaki dış ilişkiler başarılarıyla ünlendi.
Çalışmaları karşılığında Enver Sedat’tan üstün hizmet nişanı aldı. İsrail ajanı “Damat” artık bir Mısır kahramanıydı.
Aldığı istihbaratı doğru değerlendiremeyen General Eli Zeira ise İsrail’de kurulan bir komisyon karşısına çıktı ve kusurlu sayılarak ordudan ihraç edildi.
Zeira onuru kırılmış bir biçimde İsrail’den ayrılarak ABD’ye göç etti ve Eşref Marvan için sonun başlangıcı oldu, çünkü komisyon raporlarında kimliği ilk kez ortaya çıkmıştı.
Raporlarda ismi geçmese de “Damat” koduyla anılan bir ajanın varlığı açıkca ortadaydı ve bu raporlar kısa zamanda basına sızdı, önde gelen İsrail gazetelerinde yayımlandı.
Eşref Marvan kariyerine ve kaynağı belirsiz parasını işleterek zenginleşmesine devam ederken 1988’den beri İngiltere’de yaşayan Yahudi asıllı bir gazeteci, bir vicdani retçi olan Ahron Bregman konuyla ilgilenmeye başladı.
Bregman’ın sorusu şuydu: “Kim bu damat?”
Bregman araştırmalarını ilerlettiği sırada Eşref Marvan’ın da hayatında önemli bir değişiklik oldu.
Marvan o güne kadar siyasi başarıları dışında, bunlar sayesinde kurduğu ilişkiler ve nüfuzu ile elde ettiği servetle de bilinir olmuş, hatırı sayılır sayı ve güçte düşman biriktirmişti. Sonunda baskılara dayanamayan Enver Sedat 1976 Martında Marvan’ı görevden aldı.
Eşref Marvan’ın siyasi hayatı, görünürlüğü daha az bürokratik görevlerle ilerlerken 1981‘de, Enver Sedat’ın öldürülmesiyle sona erdi ve Marvan Mısır’ı terkedip Londra’ya yerleşti.
Londra’da finansal gücüyle ve kurallara göre oynamayan, gizemli bir iş adamı olarak ün kazandı. Genellikle karmaşık ve illegal uzantıları varmış gibi görünen işlerle anılıyor, parasının kaynağı merak ediliyordu.
Marvan Londra’daki ticari hayatına devam ederken araştırmalarında nihayet bir yere vardığını düşünen Ahron Bregman 2002’de yayımladığı kitabında Eşref Marvan’ın 1970’te gönüllü ilişki kurduğu MOSSAD’ı 1973 Yom Kippur savaşında yanılttığını ve aslında çift taraflı bir ajan olduğunu öne sürdü.
Bregman’ın en önemli kanıtı ise Yom Kippur savaşındaki istihbarat başarısızlığından sonra ordudan atılıp İsrail’i terk eden ve ABD’ye göçen Eli Zeira’nın iddialarıydı.
Eli Zeira 1986’da yayımladığı ve anılarını anlattığı bir kitapta istihbarat başarısızlığının sorumluluğunu üzerinden atıyor ve Eşref Marvan’ın MOSSAD’ı aldatan bir çift taraflı ajan olduğu iddiasını öne sürüyordu. Zeira’ya göre Marvan, Yom Kippur savaşına kadar onlara temiz istihbarat sağlamış ve bunu tam savaş başlamadan önce yanlış bilgi vererek aldatmak için yapmıştı.
Bregman’ın 2002’de aynı iddiayı dile getiren kitabının yayımlanmasından sonra Eşref Marvan iddiaları alaylı bir ifadeyle reddetti ve “aptalca bir dedektif hikayesi” diyerek geçiştirdi. Bregman ise Marvan ile görüşme ve olayın iç yüzünü anlama inadını sürdürdü.
İlerleyen zamanda Bregman ve Marvan, ilginç bir biçimde dost oldular. Hatta Eşref Marvan onu, anılarını yayımlatmak konusunda bir yoldaş olarak görmeye başladı.
Buna karşılık Bregman giderek tedirgin oluyor, dostu Marvan’ın başına bir şey geleceğinden endişeleniyor, sorumluluk hissiyle rahatsızlanıyordu.
Bregman haklı çıktı. Marvan, tam da onunla buluşacağı bir günde, 27 Haziran 2007’de, Londra 24 Carlton Terrace 5. kattaki dairesinden düşerek öldü.
Marvan’ın dairesine 18 metre uzaktaki başka bir apartman dairesinde olaya tanık olan 3 kişiden biri, işadamı Joseph Rapace, Marvan’ın balkonunda Ortadoğu görünümlü 2 kişiyi gördüğünü ve bunların Marvan düştükten sonra daireye girip gözden kaybolduklarını söyledi.
Aylar boyunca tartışılan ve intihar, kaza ile düşme, cinayet iddiaları arasında gidip gelen dava Scotland Yard tarafından sonuçlandırılamayarak kapatıldı.
Marvan’ın cenazesi Mısır ileri gelenlerinin de katıldığı kalabalık bir cenaze töreni ile Kahire’de toprağa verildi.
Hüsnü Mübarek defin töreninin ardından yaptığı konuşmada Eşref Marvan’ı gerçek bir vatansever olarak tanımladı ve hiçbir organizasyonun ajanı olmadığını, hakkındaki kimi bilgilerin açıklanmasının da zamanı olmadığını söyledi.
2016 yılında Ahron Bregman, Marvan ile olan ilişkisi üzerine “Dünyaya Düşen Casus/ Eşref Marvan” adlı bir kitap yayımladı. Kitapta anlatılan olaylar, Netflix kanalında yayımlanan aynı adlı bir belgesele de konu oldu.
Belgeselde konu hakkında görüşlerine baş vurulan eski İsrail Askeri İstihbarat Şefi Amos Gilboa Marvan’ın cenazesini Mafya filmlerinde görülenlere benzetiyor ve şöyle diyor:
“O filmlerde içlerinden birini öldüren koyu renk takım elbise giymiş adamlar, sırayla ölünün dul eşi ile el sıkışır ve kulağına eğilerek ‘sana para vereceğiz’ derler…”
Belgesele röportaj vermek istemeyen eski MOSSAD direktörü Zvika Zamir ise yapımcıların kendisiyle kurduğu telefon bağlantısında, Marvan hakkında şunları söylüyor:
“Eşref’i arkadaşım olarak sevgiyle anıyorum. Gidebilsem Kahire’deki mezarına her yıl bir gül bırakırım.”
Sonuç olarak Eşref Marvan, Mısır’da bilinen hikayesinin üzerinde şüphe bulutları toplanmış olsa da hâlâ bir kahraman ve aynı şekilde İsrail’de de öyle.