Allah rahmet eylesin, Süleyman Demirel’in Türkiye siyasetini çok hoş resmeden birçok sözü vardı. “Siyasette 24 saat uzun bir süredir” sözü, siyasi arenada aklımıza dahi getiremeyeceğimiz her türlü gelişmeye hazır olmamızı salık verirdi. “Dünkü güneşle bugün çamaşır kurutulmaz” sözü, yaşanan değişimler karşısında siyasetçinin esneme payının büyüklüğüne göz kırpardı. “Dün dündür, bugün bugündür” sözü de, siyasetin bir tür mottosunu ifade ederdi.
Kürt meselesinin etrafında dün çalınan savaş tamtamlarının yerini bugün tüttürülen barış çubuklarının aldığını gördüğümüzde, Demirel’in bu sözlerini anımsamamak elde değil. Son birkaç gündür, Bahçeli’nin tokalaşmasıyla başlayan, karşılıklı iyi niyet beyanlarıyla sürdürülen ve Erdoğan’ın desteğiyle de tahkim edilen iktidar ile DEM Parti ilişkileri, onun bu unutulmaz vecizelerini bir kere daha doğrulayan bir işlev görüyor.
Muhakkak ki kesin hükme varmak için çok erken; daha peşrev aşamasındayız. Söylem düzeyindeki keskin yumuşamanın ve bu el uzatmaların, belli bir amaca odaklanan ve başı-sonu tutarlı biçimde tasarlanan bir yapıya evirilip evirilmeyeceğini ileriki günler bize gösterecek. Mamafih iktidarın, Kürt meselesinde yeni bir sayfa açma noktasında niyet beyanında bulunduğu da bir vakıa.
Yeni bir sayfa
İki kritik soru var önümüzde. İlki, gerçekten yeni bir sayfaya ihtiyaç olup olmadığıdır.
İktidar cephesinden bakıldığında, cevap belli; net bir evet. Gerek dış ve gerek iç ihtiyaçlar -İsrail ve İran’ın el artırmalarıyla gerilen Ortadoğu denkleminde daha sağlam bir yer tutmak, iktisadi krizin tesirini kırmak ve çözümü için zaman kazanmak, yeni anayasa hedefi için destek temin etmek, vs.- iktidarın 2015’ten bu yana tuttuğu yolu değiştirmesi gereğine işaret ediyor.
Ancak değişim gereksinimi salt iktidara sınırlı değil; PKK ve DEM Parti’de de aynı hal var. Suriye’de bir asgari mutabakata varılması, Irak ve Suriye’deki askeri operasyonların durdurulması, kayyum heyulasının ortadan kalkması ve tutukluların tahliyesi gibi acil mevzular, PKK ve DEM Parti’nin de direksiyon kırmalarını, yeni bir güzergâha girmelerini zorunlu kılıyor.
Yani yaklaşık 10 yıldır açık duran bir sayfanın kapatılarak yeni bir sayfanın açılması, bütün taraflar için akılcı görünüyor.
İkincisi, saha şartlarının böyle bir değişim için elverişli olup olmadığıdır. Eğer müzakerelerle bu meseleyi hal yoluna koymak gibi bir siyasi irade varsa, zannımca, şartlar 2013-2015 yılları arasındaki süreçten daha uygundur. Çünkü o dönem, MHP’nin sürece dönük çok şedit bir muhalefeti vardı. Bahçeli, “vatana ihanet” olarak kodladığı sürece karşı milliyetçi kesimleri seferber ediyordu.
Oysa bugün, bir nevi Bahçeli’nin mimarı olacağı bir girişim söz konusu. Dolayısıyla milliyetçi cenahın ağırlıklı bir kısmı, böyle bir pozisyonda bu teşebbüsü sahiplenmek durumunda kalır. Bahçeli’nin ve MHP’nin varlığı, bölünme, parçalanma ve çözülme gibi geçmişte süreci damgalamak için kullanılan ithamları boşa çıkarır. Zafer Partisi ve benzerlerinden gelecek sert çıkışları da etkisizleştirir.
Zorlaştıran değil, kolaylaştıran aktörler
CHP de, sürece katkı sunmasa da, süreci tökezletecek, akamete uğratacak bir tavır içinde olmaz. Zira CHP’nin son seçimlerde birinci parti haline gelmesinde Kürtlerin tercihlerinin payı büyüktü. Kürt seçmenler, iktidarın yeni açılımından henüz büyük bir heyecana kapılmamışlarsa da bunu büyük bir alaka ile takip ediyorlar ve ete kemiğe bürünmesini istiyorlar. Menfi bir tavır, CHP’nin güçlükle elde ettiği bu desteğin kaybolmasına neden olur. Muhtemelen CHP yönetimi böyle bir yanlışa tevessül etmez.
DEVA, Gelecek Partisi ve Saadet Partisi’nin de böyle bir hamleye karşı konumlanmayacağı söylenebilir. Çünkü DEVA ve Gelecek Partisi’nin programları, Kürt meselesinin siyasetin dinamiklerini belirleyici kılma noktasında mühim önerileri ihtiva ediyor. Keza liderlerinin de çeşitli vesilelerle yaptıkları ve Kürt meselesinin siyasi mekanizmalarla çözülmesini savundukları açıklamaları bulunuyor. O halde, bilhassa bu iki partinin siyaseti öne çıkaran bir yaklaşımı zorlaştıran değil kolaylaştıran, yol tıkayan değil yol açan aktörler olarak işlev görmeleri beklenir.
2013-2015 sürecinin en çok eleştiri alan yönlerinden biri, Meclis’in burada aktif bir rol oynayamaması ve şeffaflık açığıydı. Hâlihazırdaki tablo ise, bu marazların üstesinden gelme imkânı veriyor. Sert bir karşıtlığının olmaması, geçen sefere nazaran bu sefer Meclis’i sürece yoğun olarak katmanın kapısını aralıyor. Güçlü bir diyalog ile bu atağı olgunlaştıracak ve somutlaştıracak yasal ve anayasal düzenlemeler Meclis’e getirilip hayata geçirilebilir. Meclis süreci, toplumun da mesele hakkında daha fazla bilgi sahibi olmasını sağlayabilir.
Analar ağlamasın!
10 yıldır beka söylemiyle korkutulan ve asayişten öte bir metodu hainlikle eşdeğer görmesi arzu edilen AK Parti ve MHP tabanının, eğer bir süreç başlarsa buna nasıl bir tepki vereceği, bunu kabullenip kabullenmeyeceği de sorgulanabilir. Sanırım, Cumhur İttifakı bir sürece karar vermesi halinde taraftarlarına, Türkiye’nin güvenliğinin ve güçlü bir ülke olmasının böyle bir adımı zorunlu kıldığını vurgulayarak seslenir.
Bir diğer ifadeyle, geçmişte “Analar ağlamasın” üzerinden kurulan dil, bu kez güvenlik ve güç kavramları üzerinden kurulur. Liderlerinin geçmiş performansları ve taraftarlarının liderlerine olan bağlılıkları hesaba katıldığında, iki partinin tabanında bu dilin kabul oranının yüksek olacağı ve netice itibarıyla süreci büyük oranda meşrulaştırabileceği söylenebilir.
Başka bir yazının konusu ama sadece içte değil, dışta da şartlar geçmişe nazaran daha münasip.
Velhasıl zaman ve zemin uygun; artık iş, aktörlerin bu müsait zaman ve zemini kendi lehlerine kullanabilme maharetlerine kalmış.