Ana SayfaGÜNÜN YAZILARI11 Temmuz'dan sonra sıra neye geldi?

11 Temmuz’dan sonra sıra neye geldi?

PKK’nın sürecin ciddiyetini vurgulayan silahlara veda gösterisi toplumun büyük çoğunluğunun derin bir nefes alınmasına neden oldu. Ama zaman daralıyor artık. Bunu anlamak için sadece 7 Ekim’deki Hamas saldırısı sonrası bölgenin siyasal haritasının ne hâle geldiğine bakmak yeterlidir. Bu yeni harita kalıcı değildir. Bugünkü durgunluk kimseyi aldatmasın. Bu durgunluk bir şans olabilir. Bu şansı kaçırmak, yalnızca bu ülkeye değil, bütün bölge halklarına yazık etmek olur.

47 yıldır varlığını sürdüren, 41 yıldır da devlete karşı silaha başvuran PKK, 11 Temmuz günü, böylesine ağır bir süreç açısından çok ama çok kıymetli bir adım atarak, sürecin ciddiyetini ve başlamak için önemini vurgulayan bir silahlara veda gösterisi yaptı. Bu gelişme, toplumun büyük çoğunluğunda derin bir nefes alınmasına neden oldu.

Evet, neredeyse yarım asırdır devam eden şiddet dalgası açısından çok büyük bir adım. Ancak bu adımın kalıcı hale gelmesi ve yaşatılması açısından küçük bir adım olarak değerlendirilmesi, bu süreci küçümsemek ya da değersizleştirmek anlamına gelmemelidir.

Tam tersine; meselenin ne kadar derin olduğunu, 41 yılda yaratılan tahribatın büyüklüğünü ve son 10 yılda tamamen şeytanlaştırma politikalarıyla toplumda oluşan derin kutuplaşmayı tespit etmek için bu değerlendirmeyi yapmak gerekir.

Ne yazık ki bu topraklarda, her sorunun içi boşaltıldıktan ya da taraflar düşmanlaştırıldıktan sonra bir çözüm arayışına giriliyor. Bu nedenle sil baştan, bıktırıcı dejavulara geri dönüyoruz.

Geride bıraktığımız tahribat, bugün ayaklarımıza pranga gibi dolanıyor.

“Denemek ve vazgeçmek” retoriği ise hiçbir zaman yakamızı bırakmıyor.

Aslında denemek ve tekrar denemek, makul olan ve en az acı veren yoldur. Ancak biz ısrarla “dene – olmadı – vazgeç” mantığında diretirken, kaybettiklerimiz çok fazla oldu. Oysa asıl strateji “dene – yine dene – ve yine dene” olmalıydı.

Bu 20 yıl içinde çok acılar çekildi, çok canlar yandı. Hep denedik ama olmadı, sonra da vazgeçtik. Bu stratejide ısrar ettiğimiz için kayıp bir 20 yıl yaşadık.

Evet, 2006-2009 Oslo süreci, 2010-2011 İmralı süreci, 2013-2015 çözüm süreci denemeleri oldu. Ama hepsi “denedik, olmadı, vazgeçiyoruz” mantığıyla yürütüldü.

Burada kimin süreci bozduğunun bir önemi yok. Önemli olan, böylesine ağır bir sorunu ne pahasına olursa olsun sonuca ulaştıracak bir iradenin ortaya konmasıdır.

Süreçlerin neden başarısız olduğu üzerine çok şey yazıldı, söylendi ve çoğu da doğru ve haklı gerekçelere dayanıyor olabilir. Ama hiçbir haklı gerekçe, bu hayati meselenin çözümünden daha doğru ve haklı değildir.

Barış; tüm taleplerin kabul edildiği ve aksi hâlde savaşa dönüleceği bir zemin değil, gerçekleşmediği takdirde herkesin kaybedeceği bir yaşam biçimidir.

Elbette uluslararası ve bölgesel durumlar, ülke içindeki güç dengeleri, barış isteyenlerin iradesinin sahiciliği gibi birçok etken sayılabilir. Ama asıl mesele, barışın vazgeçilmezliğine inanmak ve bunu içselleştirmektir. Bu duygu şimdiye kadar oluşmadı.

Barış artık bir tercihten ziyade bir zorunluluktur. Bu zorunluluğu görmezden gelmek, yalnızca bugünün değil, yarının da kaybedilmesi anlamına gelir.

Bugün Türkiye’nin demografik yapısı, ekonomik zorlukları ve bölgesel belirsizlikleri dikkate alındığında; toplumsal barışı sağlayacak her tür adım, yalnızca siyasal değil, aynı zamanda sosyal bir yatırım niteliğindedir.

Genç kuşaklar şiddet sarmalı içinde büyümemeli, umutlarını parlamentoda, sanatta, bilimde aramalıdır.

Siyasal uzlaşıyı önceleyen, toplumsal çoğulculuğa saygı duyan bir söylem inşa edilmeden, ne bu türden silahsızlanma süreçleri kalıcı olabilir ne de devlet-toplum ilişkileri normalleşebilir.

Bu nedenle medya, akademi ve sivil toplum gibi alanlarda da çözüm dilini besleyen yeni söylem hatları oluşturulmalı, hakikatle bağ kuran adil bir toplumsal hafıza politikası geliştirilmelidir.

Zaman daralıyor artık. Bunu anlamak için sadece 7 Ekim’deki Hamas saldırısı sonrası bölgenin siyasal haritasının ne hâle geldiğine bakmak yeterlidir.

Bu yeni harita kalıcı değildir. Öylesine bir tahribata yol açtı ki, nerede duracağını kimse tahmin edemiyor.

Tahribatın boyutu, bütün bölgedeki fay hatlarına bir nefret dalgası yüklemiştir.

Bugünkü durgunluk kimseyi aldatmasın. Bu durgunluk bir şans olabilir.

Yeter ki isteyelim. Yeter ki, bu kez kararlılık gösterelim.

Bu şansı kaçırmak, yalnızca bu ülkeye değil, bütün bölge halklarına yazık etmek olur.

- Advertisment -