Ana SayfaGÜNÜN YAZILARI14 Şubat üstüne: Gerçek Aşk bu olmayabilir mi?

14 Şubat üstüne: Gerçek Aşk bu olmayabilir mi?

14 Şubat Sevgililer Günü, aşkı kutlamak için bir bahane olabilir ama aşkın doğasını anlama noktasında çok yüzeysel ve hatta yanıltıcı bir portre sunar. Bir felsefeci olarak beni rahatsız eden en önemli boyutu bu. Popüler kültürün romantik ve erotik aşka yaptığı aşırı vurgu, gerçek sevginin derinliğini ve çeşitliliğini gölgede bırakıyor. Oysa aşk sadece ani tutkular, büyük jestler ya da pazarlanan hediyelerle tanımlanamaz. Gerçek sevgi, zaman içinde gelişen, fedakârlık, bağlılık ve sorumluluk gerektiren bir süreçtir.

14 Şubat sevgililer gününü kutlamam. Kutlayanlara saygım var elbette. Kutlamama sebebim 14 Şubat’ın bir Katolik azizinden esinlenerek kutlanması değil. Başka yazıda da belirttiğim gibi günler anlamlarını bağlamdan alır, 14 Şubat bir dini bayramdan çok bir tüketim bayramı. Türkiye bağlamında Hristiyanlıkla bir ilgisi yok.

Tüketim toplumunu onaylamasam da yine 14 Şubat’ı kutlamamamın ana sebebi bu değil. Elbette özellikle Marksistlerin, 14 Şubat’ın aşkı pazarlanabilir bir metaya dönüştürdüğü eleştirisini önemli buluyorum. Aşk içsel/batınidir, bir duygu ve daha önemlisi bir bağdır. Ancak 14 Şubatta aşk çikolata, çiçek ve mücevher satmak için bir araç haline geliyor. Maddi hediyeler, sanki duygusal bağlılığa eşmiş gibi lanse ediliyor. Çok sevdiğim felsefeci Jean Baudrillard’ın (kuramından önceki bir yazımda detaylı söz etmiştim) ifadesi ile sevgililer günü gibi tüketim günleri sembolik hediye verme eyleminin gerçek duygusal deneyimlerin yerini aldığı bir “hipergerçeklik” yaratır.

Varoluşçuların bu tarz sosyal baskıya dönüşen toplumsal ritüellerin aşkın otantikliğine zarar verdiği eleştirisi de önemli. Simone de Beauvoir’ın dikkat çekeceği gibi gerçek aşk, toplumsal beklentilere değil özgürlüğe, otantiklik/özgünlüğe ve derin kişisel bağlara dayanır. Sevgililer Günü insanları önceden belirlenmiş rollere (hediye almak, yemeğe gitmek) zorlayarak aşkın organik bir sevgi ifadesinden çok sosyal bir görev gibi hissedilmesine neden oluyor. Kaygıya neden olan bu görev duygusu, aşkı deneyimden çıkarıp, oynan toplumsal oyuna dönüştürür. Bence de aşklar kutlanmalı, ben eşimi hayatıma almaya karar verdiğim gün dönümü olan 21 Aralık gecesi kutlamayı tercih ediyorum. Çünkü benim eşim benim için biricik, otantik. Ben sevgimi toplum istiyor diye, ben istiyorum diye kutluyorum. Ancak bu da 14 Şubat’a soğuk bakmamın ana nedeni değil.

14 Şubat’ı sevmememin ana nedeni son yıllarda yayılan aşk ve sevgiyi romantik/erotik aşka indirgeyen yaklaşımı desteklemesi ve yayması. Son yarım asırdır, yazılı ve görsel medya, işletmeler, reklamlar hep aşkı romantik/erotik aşka indirgiyor. “Aşk her şeyi affeder” derken aşktan bu anlaşılıyor. Erotik/romantik aşk her şey üstü bir değer olarak lanse ediliyor. Bu kutsallaştırılan aşk söylemi özellikle gençlerde hayat ve aşkla ilgili yanlış beklentilere neden oluyor. Bu yazıda biraz bu konuda düşünelim istiyorum.

Sevgi Türleri

Sevgi tek bir duygu ya da fenomen değildir. Felsefeciler tarih boyunca sevgiyi farklı şekillerde sınıflamışlardır. En meşhur sınıflamalardan biri klasik ve Helenistik dönem felsefecilerinin kullandığı sevginin dörtlü tasnifidir. Birinci aşk türü Eros’tur. Eros, fiziksel çekim ve arzuyu içeren tutkulu, yoğun aşktır. Romantik ya da erotik aşk olarak da anılır. Bu tam olarak 14 Şubatta kutlanan sevgidir. Bu sevginin ana özelliği geçici, kırılgan ve kaotik olmasıdır. Kişide yoğun heyecan ya da mutsuzluk oluşturabilir. Platon bunu aşk merdivenin en alt, aşılması gereken basamağı olarak görür. İkinci aşk türü Philia’dır. Bazen arkadaşlık aşkı olarak da ifade edilir. Aristoteles philia’yı karşılıklı erdem, saygı ve paylaşılan değerlere dayanan sevgi olarak tanımlar. Genelde yakın dostlar arasında görülür ancak karı-koca arasında da olabilir. Temeli yoğun çoşkulu duygulardan çok, kişinin karakterine duyulan çekimdir. Üçüncü sevgi türü Stoge’dur. Genelde ailevi aşk olarak tercüme edilir. Karı-koca ya da anne ile bebek arasındaki derin, oturmuş, şefkat boyutu olan sevgiyi ifade eder. Son olarak da dördüncü sevgi türü Agape’dir. Agape ilahi sevgi olarak tanımlanabilir. Agape özverili, şefkatli ve koşulsuz bir doğayla karakterize edilir. Tanrı’nın insanları böyle sevdiği varsayılır. Tasavvuf gibi ekollerde insanın Tanrı’ya göstermesi beklenen aşk da bu kategoride görülür. Bu aşk tüm insanlığa ya da değerlere olan aşk olarak da belli bağlamlarda okunabilir. Ayırıcı unsuru karşılıksız ve koşulsuz olmasıdır.

Romantik ilişkiler ve evlilik bağlamında dört aşk türünün de yeri vardır elbette. Ama ikisi çok merkezi bir yerdedir: Eros ve Stoge. 14 Şubat ve modern popüler kültür ilkine odaklanır. Oysa kanaatimce ikincisi çok daha önemli ve hayatidir. Gelin üç geleneğin gözünden Stoge’a bakalım.

Kierkegaard’ın estetik insanı ile etik insanı

Ünlü başyapıtı Ya/Ya da’da Kierkegaard Estetik İnsanı isimli bir arketipten söz eder. Estetik İnsanı zevk, güzellik ve duygusallık peşinde koşar, duyguların ve arzuların anlık tatmini için yaşar. Bunun sonucunda bağlılık ve sorumluktan kaçar. Estetik İnsanı kanaatimce tam olarak yukarda tanımladığım Eros için yaşar. Heyecan, tutku, gizem, romantizm ve erotizm ana çekim kaynağıdır. Ancak bu aşk istikrarsızdır ve azalmaya başladığında Estetik İnsanı sıkılır. Tutkuyu, romantik heyecanı ve maddi jestleri yücelten Sevgililer Günü kültürü, Estetik İnsan’ın yüzeysel aşk arayışının bir yansımasıdır. Bu tüketim kültürü ile de uyumludur, çünkü Estetik İnsanı hedonisttir. Hayattaki tek kıymetli şeyin hazlar, tek kötü şeyin acılar olduğunu sanır.

Ancak Kierkegaard’ın dikkat çekeceği gibi Estetik İnsanı umutsuzdur. Mutlu olamaz. Bu yaşam biçimi sürdürülemezdir. Tutku kaybolur ve sürekli zevk arayışı insanı boş ve tatminsiz bırakır. Sevgiliden sevgiliye geçer. Beyaz atlı prensi arar ama bulamaz. (Oysa birazdan ifade edeceğim gibi beyaz atlı prens bulunmaz, inşa edilir). Estetik İnsanın sevgisi derinlikten ve etik bağlılıktan yoksundur, bu da onu acı veya sorumluluk karşısında kırılgan hale getirir.

Dolayısıyla, Eros nihayetinde insani tatmin için yetersizdir. O ahlaki yükümlülüklerden kaçınan narsist, haz peşinde koşan bir yaşamın aşkıdır.

Aslında hepimiz (ya da çoğumuz demem gerekir belki de) hayata Estetik İnsanı olarak başlarız. Kierkegaard’a göre bu aşamayı geçmeli Etik İnsanı olmalıyız. Etik İnsanı benmerkezci hazzın ötesine geçerek görev, sorumluluk ve ahlaki bağlılığa yönelir. O sevgiyi disiplin, sabır ve fedakarlık yoluyla geliştirilecek bir şey olarak görür. Zor olsa bile uzun vadeli bağlılığı benimser. O beyaz atlı prensin peşinden koşmaz, o prensi bağlandığı kişide inşa eder.

Etik İnsanın aşkı istikrarlı ve kalıcı doğası ile Stoge’u anımsatır. O geçici bir tutkuyla değil, ömür boyu sürecek bir arkadaşlık, özen ve güvenle ilgilidir. Büyük romantik jestler yerine o günlük fedakarlıklara değer verir. Bu fedakarlıklar küçüktür, ama sürekli ve tutarlıdır. Tabi beraberinde sorumluluklar getirir. Hastalıkta eşe bakmak, çocuk yetiştirmek ve bir aileyi korumak gibi yükümlülüklerimiz vardır.

Etik İnsanı gerçek aşkın görev gerektirdiğini kabul eder. Sevgi sadece o anda nasıl hissettiğinizle ilgili değil, uzun vadeli sadakat ve bağlılıkla ilgilidir. En derin aşk, tutku anlarında bulunmaktan ziyade zaman içinde inşa edilir. Bu aşk hedonist estetik insanına ağır ve kötü görünebilir. Ama o bireyleri umutsuzluk içinde bırakmak yerine onları dönüştürür, daha iyi insanlar haline getirir.

Kierkegaard etik aşamada durmaz; nihayetinde sevginin tamamen özverili (agape) hale geldiği ve İlahi olana yöneldiği dini aşamaya doğru ilerler. Ancak o bu yazımızın konusu değil.

Konfüçyüsçü Sevgi

Yukarıdaki makul bulduğum analiz neden 14 Şubat ve romantik/erotik aşk kültürünü benimsemediğimi izah ediyor. Ancak ilginçtir bu analiz Batı felsefesindeki varoluşçuluğa özgü değil. Evrenseldir ve epey bir kültürde rastlanabilir. Mesela kadim Çin felsefesi Konfüçyüsçülük buna güzel bir örnektir.  Konfüçyüs için sevgi yapılandırılmış biri ilişki içinde ahlaki bir görevdir. Karı koca arasındaki sevgi, salt tutkudan ziyade saygı, görev ve uyum temeline dayanmalıdır. Klasik Konfüçyüsçülük hiyerarşik yapısı, erkeği kadının üstünde gibi yorumlaması ile eleştirilir. Bu eleştiriler makuldür. Ancak bugün popüler kültürde unutulan, yine stoge bağlamında okunabilecek önemli mesajlar da içerir. Ona göre evli bir çift sadece izole edilmiş romantik bir birim değil, daha büyük bir aile sisteminin parçasıdır. Aşk sadece bireysel mutlulukla ilgili değildir. Birbirlerinin ebeveynlerine saygı duymak ve onlara özen göstermek ya da erdemli çocuklar yetiştirmek gibi çok sayıda sorumluluğu beraberinde getirir. Diğer bir deyişle gerçek aşk sadece duygusal bir bağdan ibaret olmayıp istikrarlı ve erdemli bir aile kurmakla ilgilidir.

Konfüçyüsçü aşk aynı zamanda kendini yetiştirme ve karşılıklı ahlaki gelişimle de ilgilidir. İyi bir evlilik, her iki eşin de birbirinin daha erdemli olmasına yardımcı olduğu bir evliliktir. Sevgi tüketim kültürünün iddia ettiği gibi kendini şımartmakla değil, kendini geliştirmekle ilgilidir. Gerçek sevgi ile bağlı çiftler birbirlerinde bilgelik, sabır ve dürüstlük gibi erdemleri geliştirmeye çalışır. Dolayısı Konfüçyüsçü sevgi ani bir duygusal olaydan ziyade uzun vadeli bir karşılıklı öğrenme sürecidir.

İslam Düşüncesinde Sevgi

Son olarak İslam düşüncesine bakalım. Kuran sevgiye dair dikkat çekici bir anlatı sunar:

“Kendileri ile huzur bulasınız [sükûnet] diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi [mevedde] ve merhamet [rahme] var etmesi de O’nun delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.” (30-Rûm Sûresi 21)

Burada üç unsur dikkate değer. Birincisi sevgi sadece tutku değil, aynı zamanda bir iç huzur hali olan sükûnettir.  Bu Eros’ta olan bir özellik değildir. İkincisi sevgi [mevedde] zamanla derinleşen sıcak ve şefkatli bir duygudur. Ve tabi merhamet [rahme], sevginin zor zamanlarda bile güçlü kalmasını sağlayan şefkat ve özveriyi ifade eder. Kuran’ın idealize ettiği sevgi dolayısı erostan çok stoge yakındır. İslam düşüncesindeki bu sevgi genellikle ayetten hareketle meveddet ve rahmet olarak anılır.

Nitekim İslam düşüncesinde aşk teması üstüne yazılmış önemli klasiklerden biri olan Güvercin Gerdanlığında ünlü Endülüslü düşünür İbn Hazm bizi saf tutkuya dayanan sevgi konusunda uyarır. Bu eserinde İbn Hazm geçici tutku “Aşk” (Eros’a yakın bir kavram) ile kalıcı sevgi “meveddet ve rahmet” (Stoge’a yakın bir kavram) ayrım yapar. Ben tutarlılık açısından eros ve stoge kavramlarını kullanmaya devam edeceğim. İbn Hazm’a göre tutku ve arzu ile ilişkili derin ve saplantılı bir aşk olan eros güzeldir. Ancak tek başına tutku güvenilmezdir, zamanla dalgalanır. Genellikle kaybolur veya acıya yol açar. Dahası bireyleri gerçekliğe karşı körleştirir, sevdiklerini gerçekte oldukları gibi görmek yerine idealize etmelerine neden olur. İbn Hazm göre görev ve erdem temeli olmaksızın tamamen fiziksel veya duygusal olan eros kalp kırıklığına giden bir yoldan başka bir şey değildir. İbn Hazm, aşkın sürdürülebilmesi için salt tutkunun ötesine geçmesi gerektiğini savunur. Kişi Kuranın önerdiği rahmeti aşkına yansıtmalıdır, çiftler birbirlerini affetme, önemseme ve sürdürme becerisi geliştirmelidir. Aşk yerini mevveddete yani zamanla büyüyen derin sevgiye bırakmalıdır. Bu ahlaki sorumluluk ve uzun vadeli bağlılığa dayanan tutkudur. Emekle inşa edilir. Ve ani duygularla, aşkla ya da dertlerle yıkılamaz.

14 Şubat Sevgililer Günü, aşkı kutlamak için bir bahane olabilir ama aşkın doğasını anlama noktasında çok yüzeysel ve hatta yanıltıcı bir portre sunar. Bir felsefeci olarak beni rahatsız eden en önemli boyutu bu. Popüler kültürün romantik ve erotik aşka yaptığı aşırı vurgu, gerçek sevginin derinliğini ve çeşitliliğini gölgede bırakıyor. Oysa aşk sadece ani tutkular, büyük jestler ya da pazarlanan hediyelerle tanımlanamaz. Gerçek sevgi, zaman içinde gelişen, fedakârlık, bağlılık ve sorumluluk gerektiren bir süreçtir. Aile içinde büyüyen, çocukla gelişen bir süreçtir. Popüler kültürün etkisinde kalanlar ne yazık ki bunu unutabilirler. Kim bilir belki de çağımızda mutsuz evlilik, boşanma ve evlenmeme salgınında bu kültürün de bir payı var.

Kierkegaard’ın etik insanı, Konfüçyüs’ün erdemli ilişkisi ve İbn Hazm’ın meveddet ve rahmet anlayışı, bize aşkın sadece bir duygu değil, aynı zamanda erdeme giden bir yolculuk olduğunu hatırlatıyor. Bu yazıyı da önce kendime, daha sonra da siz düşünen dostlara bunu hatırlatmak için yazdım. Çünkü erdeme giden yol düşünmeyi ve çoğu zaman popüler kültürden çıkmayı gerektirir. Hatırlamayı gerektirir. Ve elbette ki beni büyüten eşim için yazdım, şu anda içerde bebeğimize bakmasaydı bu yazı olmazdı. Çünkü bir kere sevgi bağına girdiniz mi, artık ne yapsanız eşinizin de imzası vardır. Teşekkür ederim eşim.

- Advertisment -