Geçen haftaki yazımda ülkemizin AB ile ilişkilerinde 2022 yılının yine kaybedilmiş bir yıl olduğunu anlatmaya çalışmıştım. Aslında dünyada meydana gelen gelişmeler bu ilişkilerin canlandırılması için bir fırsat da teşkil etmişti. Daha çok ideolojik nedenler ve özellikle ülkemizde her kesimde gittikçe yaygınlaşan Batı düşmanlığı olumlu yönde ilerlemenin önünü kesmişti. Özetle, iktidar öyle bir irade göstermediği gibi, kamuoyu, medya ve muhalefetten de böyle bir baskı gelmediği açıktır.
2022 yılında dünyada meydana gelen en önemli olay Rusya’nın 10 ay önce Ukrayna’ya saldırması oldu şüphesiz. Bu savaşın masum Ukrayna’da yol açtığı yüz binleri bulan insan kaybı, yüz milyarlarca dolar tutarında maddi zarar ve tahribata ilaveten Avrupa kıtası başta olmak üzere tüm dünyaya getirdiği maddi kayıp beklenmedik bir şok yarattı. Ne kadar süreceği belli olmadığı için bu kaybın nihai boyutları maalesef bilinmemektedir.
Savaşın nasıl biteceği tabii ki belli değildir. Ancak Rusya diktatörü Putin’in hedeflerine ulaşamadığı, Ukrayna halkı ile liderliğinin karşılaştıkları onca zulme rağmen teslim olmaya niyetli olmadıkları, tersine savaş devam ettikçe başlangıçta bölünmüş olan ve farklı geleneklerden geldikleri için millet unsurlarına sahip olup olmadıkları tartışılabilen Ukrayna halkı, savaş ilerledikçe kenetlenmiş ve gerçek bir millet olduğunu ispatlamıştır.
Aynı şekilde Avrupa da bu savaş sırasında Putin’in beklentilerinin aksine gerilememiş ve en azından şimdiye kadar Putin’i tatmin edecek şartlarda barışa razı olması için Ukrayna’ya baskı yapmamıştır. Aksine, savaşın tüm dünya ülkelerini olduğu gibi AB ülkelerini de enerji dar boğazına sokmuş olmasına rağmen yüksek fiyatlarla yaşamaya mecbur bırakılan halklar dahi hükümetlerini farklı bir tavır belirlemeye zorlamamıştır.
Rusya’nın bu dönemde yalnızlığa itildiğini gördük. Orta Asya Cumhuriyetleri, hatta Çin, savaşın başından bu yana mesafeyi koydular. SSCB’den ayrılmış olan devletler, Putin’in eski Rusya imparatorluğunu ihya etme iddiasından haliyle fena halde rahatsız oldular. Zira Ukrayna’dan sonra sıranın onlara gelebileceği endişesi hala çok güçlü. Gerçi savaşın neticesi ne olursa olsun artık Rusya’nın askeri gücünün çok büyük bir tehdit teşkil etmediği aşikâr ama yine de mesafeyi korumaya kararlı gözüküyorlar.
Çin’in de Rusya’ya karşı aynı ihtiyatlı tavrı benimsediği anlaşılıyor. Güçlü bir dünya ekonomisine kendi çıkarları açısından ihtiyaç duyan ÇHC’nin başından beri ihtiyatı elden bırakmadığı anlaşılıyor. Hatta silah ihtiyaçları her gün artan Rusya’ya Çin’in değil, İran’ın ve Kuzey Kore’nin destek olması ilginçtir.
Genelde Birleşmiş Milletler oylamalarında da Rusya yalnız kalmıştır. Ona doğrudan doğruya destek olan ülke sayısı bir elin parmaklarını aşmadı. Gerçi çekimser ülke sayısı her oylamada biraz artıyor ama neticede Rusya’yı destekleyen ülke sayısı Ukrayna’yı destekleyenlerden çok daha az bir sayıda kaldı.
Savaşın bir neticesi de farklı bölünmelere yol açması oldu. Bir tarafta genelde Batılı demokrasiler Ukrayna’ya arka çıkarken, diğer tarafta Rusya’nın etrafında farklı nedenlerle de olsa tamamen yalnızlaştırılmış, İran, Kuzey Kore, Nikaragua gibi eskiden beri Batı ile sorunları olan ülkeler var. Ortada da Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi her iki tarafa mesafeyle bakan ve bu savaştan en az zararla kurtulmaya çalışan, hatta enerji üreticisi ve ihracatçısı ise bundan yararlanmaya çalışan sayıları değişen ülkeler var. Ancak savaş uzadıkça ortada kalan ülkeler üzerindeki baskılar artacak, taraf tutmaları gittikçe daha ısrarlı bir şekilde istenecektir. Nitekim ülkemize karşı baskılar hem ABD hem de AB’den gelmeye başladı.
Bu yıl dünyada meydana gelen önemli gelişmelerden bir diğeri de tüm Batı dünyasının ve bölgedeki müttefiklerinin Çin Halk Cumhuriyetini gittikçe artan ölçüde hem askeri hem de ekonomik bakımdan bir tehdit olarak görmeye başlamasıdır diyebiliriz. Geçtiğimiz yaz Madrit’te toplanan NATO zirvesi gerek Rusya gerek Çin’i tehdit olarak ilan etmiş, ilginç tarafı da hazır bulunduğu bu toplantıda Cumhurbaşkanı Erdoğan bu kararın kabulünü engellemeye çalışmamıştır. Ancak Türkiye’nin bu kararın gereklerini yerine getirdiğini söylemek tabiatıyla mümkün değildir. Hatta 2022 yılı içinde Türkiye’nin Batı dünyasından bu konuda da ayrışarak Uygur meselesini ÇHC ile ilişkilerinde bir sorun olarak görmemeye devam etmiştir. Bununla birlikte ülkemizin ÇHC’den önemli miktarda yatırım çektiği söylenemez.
ÇHC’nin kendi iç sorunları da bu yıla damga vuran gelişmelerden biridir. Tüm dünyadan farklı olarak ÇHC Covid-19’a karşı verimli bir aşı kampanyası yürütememiş, virüse karşı mücadeleyi zecri bir kapanma yoluyla sürdürmeyi tercih etmiştir. Bu politikanın lider Şi Jinping’in kişisel tercihi olduğu anlaşılmaktadır. Ancak ekonomik bedeli çok büyük olmuş, Çin ekonomisi ayrıca inşaat sektörünün düştüğü ekonomik krizin de etkisiyle buhrana girmiş, kalkınma hızı süratle düşmüştür. Neticede çeşitli şehirlerde yıllardır görülmemiş ölçüde halk protestoları meydana gelmiş, rejim bu protestoların istikrar için yarattığı tehdit karşısında gerilemeye mecbur kalmış, zecri kapanma politikasından süratle ve hazırlıksız bir şekilde geri dönmek durumunda kalmıştır. Şu sıralarda aşılama özellikle yaşlılar için yetersiz olduğu için ve rejim inatla yurt dışından ithal edilebilecek aktif aşıları kullanmaktansa kendi üretimi olan ancak etkisi sınırlı inaktif aşıları tercih ettiği için milyonlarca kişinin zamansız ölümüne sebep olacağı tahmin edilmektedir.
Komşumuz İran da bu yıl içinde devam eden bir sarsıntı geçirmektedir. Rejimin İslamcı temellerini sarsan ve ne kadar bastırılsa tamamen ezilemeyen çoğunlukla gençlerden oluşan muhalefet artık sadece başörtüsü zorunluluğunun kaldırılmasını değil teokratik yapının sona erdirilerek gerçek bir demokrasinin kurulmasını istemektedir. Bu sürecin ne şekilde sonuçlanacağını şimdiden kestirmek pek mümkün değil tabii. Daha önce halk birçok kez rejime karşı ayaklanmıştır. Her seferinde aşırı kuvvet gösterisi ile bastırılan bu hareketler sayesinde rejim bekasını en azından bir süre için sağlamıştır. Bu sefer aynı sonuca ulaşılıp ulaşılmayacağını zamanla göreceğiz.
Ancak 2022 yılının tek adam rejimleri için pek hayırlı olmadığını söyleyebiliriz. Rusya ve ÇHC’de tek adamların yaptıkları yanlışların ülkelerine çok büyük zarar verdiği aşikardır. Frensiz iktidarın sonunun başarısızlık olduğunun birkaç örneğini bu yıl içinde gördük. İran da bunlardan biridir. Orada seçimle gelip giden Cumhurbaşkanları olmasına rağmen esas güç 33 yıldır başta duran ve şimdi de oğlunu halef olmaya hazırlayan dini lider Hameneyi olduğu belli. Dolayısıyla İran’daki kargaşa tek adam rejimlerinin sakatlığının bir örneğini teşkil etmektedir.
2022 yılında Brezilya’da güçlü lider Bolsonaro’nun seçim yoluyla gönderildiğini gördük. Hatta seçim neticesi aleyhine olduğu takdirde bunu kabul etmeyeceğini peşinen ilan etmesine rağmen bu tehdidinin arkasında duramayıp bu günlerde iktidarı sorunsuz devretmeye hazırlanmaktadır. Ancak tabii Brezilya hükümet tarzını Çin, Rusya ve İran ile mukayese etmek söz konusu değil. Brezilya’da Bolsonaro’nun aksine verdiği izlenime rağmen çoğulcu demokratik rejim en az 35 yıldır mevcut.
Ancak 2022 yılı tek adam rejimleri için iyi geçmemiş olmasına rağmen güçlü liderler her yerde yenilgiye uğramamışlardır. Macaristan Başbakanı Orban şaibeli bir şekilde de olsa seçimleri yeniden kazanmış ve AB’nin en eski lideri konumuna oturmuştur. İsrail’de Netanyahu kısa bir parantezden sonra yeniden iktidara gelmiştir. Üstelik kurduğu koalisyon İsrail tarihinin en sağcı hükümetini oluşturmaktadır. Bu hükümet ile ülkemizin ilişkilerinin ne şekilde gelişeceğini, özellikle meydana gelecek ilk krizde ilişkilerin bunu atlatıp atlatamayacağını zaman gösterecektir.
Ülkemizin dış politikasının temel ögelerinde 2022 yılı sırasında kayda değer bir değişiklik meydana geldiği söylenemez. Çeşitli virajlara rağmen Batı karşıtı eylemler kendini göstermeye devam etmiş, özellikle Rusya’nın Ukrayna’ya açtığı savaştan sonra iktidarın anlaşılmaz bir şevkle Putin’i her daim savunan bölgedeki tek ülke konumuna girmesi zaten ona karşı güvensizliği iyice arttırmıştır. AB ile mesafenin açılmakta olmasını geçen haftaki yazımda irdelemiştim. ABD için de aynı şeyi söylemek mümkün. Covid-19 krizinin hafiflemiş olmasının neticesinde Beyaz Sarayı ziyaret eden devlet başkanlarının sayısı her gün artmaktadır. Ancak bütün taleplerine ve Biden yönetiminin ilk döneminin yarısına gelinmiş olmasına rağmen, Cumhurbaşkanı Erdoğan Vaşington’a henüz davet edilmemiştir. Bu da en azından bazılarının iddiasının aksine, ülkemizin bölgede Batı için vazgeçilmez bir ortak olmadığını göstermektedir. Tersine zaman geçtikçe ve iktidar söylemini sertleştirdikçe Batı için alternatif arayışları artmaktadır. Yunanistan ve Kıbrıs ile ABD’nin ve münferit AB ülkelerinin artan askeri işbirliği tehlikeli oldukları kadar yanıltıcı olmayan göstergelerdir.
Yaklaşan seçimler Türkiye’nin önemli muhataplarını bir bekle-gör konumuna soktu. Önümüzdeki birkaç ay içinde iktidarın işine gelecek olumlu adımların ABD veya AB tarafından atılacağı şüpheli. Seçimlerden sonra iktidar değişsin veya değişmesin bir çok başka alanda olduğu gibi dış politikada da daha gerçekçi bir yöne gidileceğini ümit etmekten başka yapabileceğimiz bir şey yok sanırım.