İnternet ve sanal dünyanın bu kadar yaygın ve ulaşılabilir olmadığı dönemlerde ansiklopediler, araştırmalar için başucu kaynağı olarak neredeyse her kitaplıkta bulunurmuş. Araştırma ve bilgiye ulaşım tarzları değişime uğradıkça bazı ansiklopediler eski şöhretini yitirse de bu değişime uyarlanabilenler elektronik ortamda hala başvuru kaynağı vazifesi görmeye devam ediyor.
Türkçe olarak hazırlanmış ansiklopediler arasında güncelliğini koruyabilen, içeriğini genişletmeye devam eden ve kaynak olarak sık kullanılan çok az örnek kaldı takip edebildiğim kadarıyla. Bunların içinde saydığımız noktalarda başarılı sayılabilecek bir örnek TDV’nin hazırladığı İslam Ansiklopedisi.
İslam Ansiklopedisi; ansiklopedi kavramını, “Çeşitli alanlarda bilgi edinme ihtiyacına özlü şekilde cevap veren bir müracaat eseri türü” olarak tanımlamış ilgili maddede.
Devamında ansiklopedi tarihini; batıda, İslam dünyasında ve Türkiye’deki gelişmelerle aktararak günümüz ansiklopedilerinin temel özellikleri içinde şunu da zikretmiş: “Bugün bütün dünyada hızlı bir artış gösteren ansiklopedik eser telifi ve yayımı çalışmalarının XIX. yüzyıldan itibaren daha çok millî bir yapı kazandığı dikkati çekmektedir. Çünkü XVIII. yüzyılda milletlerin ve şahısların hayatına şekil veren önemli faktörlerden biri haline gelen milliyetçilik sebebiyle medeniyetlerin milliyetlere göre düşünülmesine başlanmış ve edebiyatçılar, filozoflar, ilim adamları, sanatçılar daha çok milliyetçi fikirleri dile getirmişler ve millî diller birinci derecede önem kazanmıştır. Bu milliyetçilik akımına bağlı olarak da her ülke kendine has genel konulu bir ansiklopedi hazırlama yoluna gitmiş ve bu ansiklopedilere “millî ansiklopediler” denilmiştir.”
Medeniyetlerin milliyetlere göre düşünülmesi tespitinden sonra her ülkenin kendine has bir ansiklopedi hazırlama süreci, İslam Ansiklopedisi’nin temel çizgisi sorgulanırken işaret konulması gereken bir nokta olabilir mi konusunu tartışmak gerekebilir.
İslam tarihi ve medeniyetinde rol oynamış gerçek veya tüzel kişilerle ilgili ara ara özet bilgi kaynağı olarak kullanan herkes gibi ben de İslam Ansiklopedisi’nden son döneme kadar takdirle bahsediyordum. Ancak bir süredir farklı farklı başlıklarda denk geldiğim detaylar, incelenmeye ve aktarmaya değer geldiği için bazı temel sorgulamaları beraberinde getirdi.
Takıldığım bu detaylardan sonra, ansiklopedi başlıklı maddedeki “her ülkenin kendine has” ansiklopedi yazımlarını desteklemesi ifadesi zihnimde yer edinmeye başladı. Zira yaşadığımız ülkenin “kendine has” akademik yayınları, tarih yazımı ve kültür politikalarının içinde belli bir miktar inkar ve tahrif barındırdığını makbul vatandaş sıfatlarına sahip olmayan herkes az çok farkındadır.
Denk geldiğim ve aşağıda değineceğim bazı maddelerde burnuma vuran bazen görmezden gelme bazen alenen tahrif kokuları, ülkenin “kendine has” ansiklopedilerinden biri olabilmek için düşülmüş şerhler olabilir mi?
Örneğin Kitab’un Nebat isimli eseriyle adını duyduğumuz, hazırladığı 8 ciltlik bu botanik ansiklopedisi nedeniyle Botaniğin Babası olarak anılan Ebu Hanife Ed-Dineveri; astronomi, botanik, fıkıh, tefsir, coğrafya, matematik ve tarihgibi çok çeşitli alanlarda çalışmalarda bulunmuş bir bilim insanı olarak İslam Ansiklopedisi’nde yer bulmuş ve Kitâbü’n-Nebât, el-Aḫbârü’ṭ-ṭıvâl, Kitâbü’l-Envâʾ, Iṣlâḥu’l-manṭıḳ, Kitâbü’l-Baḥs̱ fî ḥisâbi’l-Hind başta olmak üzere ilgili maddede tam 20 eserinin adı zikredilmiştir.
Buna karşın aslen Kırmanşahlı olan Dineveri, genel bir coğrafyayla anılarak İranlı olarak tanıtılmış ve her nedense Ensabu’l-Ekrad (Kürtlerin Soyu) isimli eseri maddede zikredilmeye değer bulunmamıştır. Türk, Arap ve Fars kökenli birçok kişinin etnisite bilgisine yer verilirken Dineveri ile ilgili kısımda bu detay da atlanmıştır.
Dineveri gibi gözden kaçması mümkün olmayan bazı detayların aktarılmadığı bir diğer şahsiyet ise Baba Tahire Uryan’dır.
“İranlı mutasavvıf şair” alt başlığıyla tanıtılan Baba Tahir şu cümlelerle detaylandırılmıştır: “Kaynaklarda kendisine bazan Hemedânî, bazan da Lurî nisbesi verilmesi onun Hemedan’la Luristan arasında bir yerde doğmuş olabileceği ihtimalini hatıra getirmektedir. O bir lehçe şairi olmakla birlikte bugün elimizde bulunan dûbeytî adı verilen kıtaları edebî Farsça’nın da özelliklerini taşımaktadır. Bu kıtaların başkaları tarafından sonradan bu hale getirilmiş olması da muhtemeldir. Ancak bu şiirlerde rastlanan bazı özellikler, Baba Tâhir’in dilini doğrudan doğruya bir lehçeye bağlamayı zorlaştırmaktadır. Nitekim Hemedan ile Hürremâbâd arasındaki bölgede birçok lehçe varsa da onun şiirlerindeki dili bunlardan herhangi birine bağlamak güçtür. Baba Tâhir’in dili bu lehçelerin hepsiyle de ilgili görülmekte ve onların bir karışımından ibaret olduğu sanılmaktadır.”
Yaresan/Ehl-i Hak/Kaka’i dervişlerinden biri olan ve düşünceleriyle Ömer Hayyam gibi birçok kişiyi etkilemiş olan Baba Tahir, 4. yüzyılda doğmuş ve Ehl-i Hak fırkasının ana kitabı olan Serencam’da kendine yer bulmuştur.
Dubeyti ve rubailerinde Kürtçe’nin Lori lehçesini kullanan Baba Tahir’le ilgili maddede dil vurgusu olarak sadece Farsça’nın zikredilmiş olması, Hemedan ve Luristan bölgeleriyle ilgili temel düzeyde bilgiye sahip olan herkes için sorgulanmaya değerdir. Nitekim Yaresan fırkasının ibadet ve dua dili dahi Kürtçe’dir.
Bazı detayların aktarılmadığını düşündüğüm bu gibi maddelerin yanında ansiklopedi özellikleriyle uyuşmayacak tarzda tartışmalara girilen maddelere de rastladığım oldu.
Örneğin Osmanlı’nın en fazla anılan şeyhulislamlarından biri olan Ebussuud Efendi ile ilgili maddede temel bilgiler verildikten sonra şu tartışmaya girilmiştir: “Bazı şarkiyatçılar İmâd’ı Âmid ile karıştırıp Ebüssuûd Efendi’nin Diyarbakırlı olduğunu ileri sürmüşlerdir. Âlî Mustafa Efendi ve Peçuylu İbrâhim’in İmâd’ı İmâdiye ile karıştırarak Ebüssuûd Efendi’yi Kürt asıllı göstermeleri de yanlıştır. Zira Ebüssuûd Efendi’nin ailesinin şimdi Irak topraklarında kalmış bulunan İmâdiyeli değil İskilip’e bağlı İmâdlı olduğu, çağdaşı bazı kaynaklar da dahil olmak üzere (meselâ bk. Hısım Ali, s. 440 vd.) hemen bütün kaynaklarca belirtilmektedir. Öte yandan bazı araştırmacılar, dedesinin İmâd lakabının İmâdüddin’in kısaltılmış şekli olduğunu ileri sürmüşlerse de ailesinin aslen İmâdlı olduğu göz önüne alındığında bu yorumun isabetli olmadığı görülür.”
Peçevî Tarihinin 1. Cilt. 55-56. sahifelerindeki kayıtlara ve birçok klasik dönem kaynaklarına baktığımızda Ebussuud Efendi’nin Kürt asıllı olduğu bilgisi aktarılırken ansiklopedinin bu tartışmaya girerek bir sonuca varmış olması enteresandır.
Diğer yandan Ebussuud Efendi’nin Kürt olmadığına dair kanıt olarak aslen Çorumlu olmasının getirilmesi de ayrı bir hezeyandır. Zira 1927 nüfus sayımına göre o sene Çorum’da anadili Kürtçe olan kişi sayısı 12.311’dir ki bu sayının dönemin şartları gereğince realitenin çok daha altında yansıtılmış olması muhtemeldir.
Konuyla ilgili Fırat Üniversitesi’nde yayınlanan “Türkiye Cumhuriyeti’nin İlk Genel Nüfus Sayımında Çorum Vilâyeti’nin Nüfus Özellikleri”başlıklı çalışmaya bakılabilir. Bu çalışmada, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk genel nüfus sayımı olan 1927 Genel Nüfus Sayımı’nda Çorum Vilâyeti’nin nüfus özellikleri konu edilmiş, ayrıntılı bir şekilde ortaya konulmuştur. Çalışmada dikkat çeken noktalardan biri, Cumhuriyetin ilk yıllarında dahi Çorum Vilâyeti’nde Türkçe’den sonra en fazla konuşulan dilin Kürtçe olduğudur. Bu gerçeğin göz ardı edilerek hazırlanan Ebussuud Efendi maddesinin yazarına da göz attığımızda taşlar biraz daha yerine oturmuş olacaktır.
Benzer bir tartışmaya girilen diğer bir madde ise Ebu’l-Vefa el-Bağdadi ile ilgili kısımdır. Anadolu’daki bazı sosyal-dinî hareketlerde önemli rol oynayan Vefâiyye tarikatının kurucusu olarak aktarılan Ebu’l-Vefa el-Bağdadi, şu cümlelerle aynı tartışmaya çekilmiştir: “Menâkıbnâmeye göre adı Muhammed b. Muhammed Arîz olan Ebü’l-Vefâ Kürt asıllı olduğu sanılan bir ailenin çocuğudur. Ebü’l-Vefâ’nın gerçekten Kürt asıllı olduğunu kabul etmek biraz güçtür. Çünkü menâkıbnâmede onun en ileri gelen halifelerinin hemen tamamının Boğa b. Batu, Muhammed et-Türkmânî, Turhan, Tekin vb. tipik Türk isimleri taşıdığı veya onların Türkmen olduklarını gösteren nisbeleri bulunduğu görülmektedir. Ayrıca o çağın Arap müelliflerinin, bölgenin yerli halkı olan Kürtler’in göçebe bir hayat tarzı sürmeleri dolayısıyla, Türkmen zümreleri gibi oraya gelen bütün öteki konar göçer toplulukları da “Kürd” kelimesiyle niteledikleri bilinmektedir. Buna göre Ebü’l-Vefâ’nın bir Kürt şeyhi olması muhtemel bulunmakla beraber Türkmen şeyhi olması ihtimali daha güçlü gibi görünmektedir.”
Mevzubahis olan zat-ı muhteremle ilgili bağlantı noktamız Hüsameddin Çelebi’dir. Konya’da doğup büyüyen Hüsameddin Çelebi, Urmiye’den Anadolu’ya göç edip Konya’ya yerleşen bir aileye mensuptur.
Hz. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Mes̱nevî’nin ilk cildinin önsözünde onun aslen Urmiyeli olduğunu ve “Kürt olarak yattım, Arap olarak kalktım” diyen bir şeyhin soyundan geldiğini kaydetmektedir.
Mevlana Hazretleri’nin Hüsameddin Çelebi’yle ilgili ifadeleri tam olarak şu şekildedir: “Odur üstünlüklere sahip olan, Ahitürkoğlu diye tanınan Hasan’ın oğlu Muhammed’in oğlu din ve hak Husam’ı Şeyh Hasan. Vaktin Bayezid’idir, zamanın Cüneyd’i. Sıddıyk oğlu sıddıyk oğlu sıddıyktır. Allah ondan razı olsun, onlardan da. Ataları cihetinden Urumyalıdır, hani “Kürt olarak yattım, Arap olarak kalktım” (Asbahtu Kurdiyyen ve emseytu Arabiyyen) diyen kerem sahibi şeyh var ya, soyu ona dayanır.” (Abdulbaki Gölpınarlı’nın Mesnevi Tercemesi ve Şerhi adlı eserinin 1985 senesi İnkılap Kitabevi baskısı esas alınmıştır.)
İşte bahsedilen bu kerem sahibi şeyhin, Vefâiyye tarikatının kurucusu olan ve “Ebü’l-Vefâ el-Kürdî” olarak da bilinen Tâcülârifîn Ebü’l-Vefâ el-Bağdâdî olduğu kabul edilmektedir.
Hz. Mevlana’dan ve birçok başka kaynaktan aktarılan bu bilgiye rağmen ansiklopedinin bu tartışmaya girerek “Kürt olduğu sanılan” ifadesinden sonra Türkmen olduğuna dair bir referans sunmadan sonuç belirtmesi de ansiklopedik özelliğe ters ve düşündürücü bir durumdur.
Benzer noktalara değinebileceğimiz birçok başlık daha olmasına rağmen çok fazla uzatmadan değinmek istediğim son başlık da yine ülkenin “kendine has” öğretisine hizmet eden Kürt hanedan ve devletleri konusuyla ilgilidir.
Ansiklopedide genel tarama yaptığımda birçok hanedanın etnik kökeni belirtilmiş ve izah edilmiştir. Örneğin Osmanlılar, “Batı Anadolu’nun kuzeyinde bir Türkmen beyliği olarak ortaya çıkıp üç kıtaya yayılan ve kurucusunun adıyla anılan Türk-İslâm dünyasında en uzun ömürlü devlet” alt başlığı ile yazılmıştır. Selçuklular “Türkler’in İslâmî devirde kurdukları en büyük hânedanlardan biri” alt başlığı ile, Murabıtlar “Kuzey Afrika, Endülüs ve Balear adalarında hüküm süren Berberî hânedanı ve devleti” alt başlığı ile, baştan sona tartışmalı olmakla birlikte Eyyubiler “Ortadoğu, Mısır, Hicaz, Yemen ve Kuzey Afrika’da hüküm süren bir Türk devleti” alt başlığı ile aktarılmıştır.
Hatta Eyyubiler’in Türklüğü ile ilgili de ansiklopedi dilinden uzak olarak kullanılan ifadeler şu şekildedir: “Adını, hânedanın kurucusu Selâhaddin Yûsuf b. Eyyûb’un babası Necmeddin Eyyûb b. Şâdî’den alan Eyyûbîler Zengîler’in bir devamıdır. Türk-Kürt-Arap karışımı olan Eyyûbî ailesinin menşei karanlıktır. Güvenilir rivayete göre Eyyûbîler, Hezbâniyye Kürtleri’nin Revvâdiyye aşiretindendir. Bu bölgedeki Hezbâniyye Kürtleri ile karışıp Kürtleşen Revvâdîler, XI. yüzyılın ikinci yarısında Selçuklular’ın hizmetine girerek zamanla Türk-Kürt-Arap karışımı haline gelmişlerdir.”
İlgili bir başka maddede Selahaddin Eyyubi, “Dünya tarihinde haklı bir şöhret kazanan ve örnek bir sultan olarak gösterilen Selâhaddîn-i Eyyûbî, Türk-İslâm tarihinin en tanınmış kahramanlarından biridir” ifadeleriyle övülmüştür.
Ansiklopedide menşei karanlık olarak vasıflandırılan Eyyubi hanedanı ile ilgili klasik dönem kaynak bilgisi için Süleymaniye Kütüphanesinde yazma nüshası bulunan Hazreci’nin Tarihu Devlet’i-l Ekrad ve’l Etrak eseri de incelenmelidir. (Bununla beraber bu nüshanın başlığında bulunan Etrak kısmı ile ilgili eserin Mısır’daki yazma nüshasına da bakmak gereklidir.)
Velhasıl bu tip tartışmalara “sanılan, zannedilen, karanlık, ihtimal dahilinde” gibi ifadelerle girilen tüm başlıkların aynı etnisiteyle ilgili olması dikkat çekici bir noktadır. Kökeni Türk, Arap veya Fars olarak bilinen kişi ve devletlerle ilgili muğlak yahut tartışmalı ifadelere rastlamak pek mümkün değildir.
Hanedan incelemesine devam ettiğimizde Amid, Nusaybin, Cizre, Ahlat, Turabdin bölgelerine kadar bir coğrafyayı içine alan Mervaniler dönemiyle ilgili verilen alt başlık “983-1085 yılları arasında Meyyâfârikīn (Silvan) merkez olmak üzere Diyarbekir ve çevresinde hüküm süren bir İslâm hânedanı” şeklindedir.
Yine Kürt hanedanlarından Şeddadilerle ilgili alt başlık da “951-1175 yılları arasında Arrân ve Doğu Anadolu’nun bazı şehirlerinde hüküm süren bir İslâm hânedanı” cümlesidir.
Zannediyorum yukarıda arz edilen ve edilmeyen diğer hanedanlarla ilgili belirtilen etnisite unsuru, Kürt hanedanlarına gelince devletin önemli bir unsuru olmaktan çıkmış ve muhtemelen yazarların aklında İslam çatısında birleşme fikri belirginleşmiştir.
Ansiklopedi ilgili maddelerde bununla da yetinmemiş, Şeddadilerle ilgili şu tartışmaya girmiştir: “Şeddâdîler’in Dvin (Duvîn, Duveyn) yöresine geldikten sonra yaptıkları evlilikler sonucu Kürtleştikleri ileri sürülebilir. Bunun yanında Deylemce ve Ermenice isimler kullanmaları meseleyi daha karmaşık duruma getirmektedir.”
Bu gibi örnekleri ansiklopedi içinden çoğaltmak ve aktarmak mümkün olsa da bu kadarının temel sorgu noktamı izah etmek için yeterli olacağı kanaatindeyim.
Sıraladığım örnekleri bir araya getirirken bu sorgulamayı yapmak için yeterli derecede veri oluştuğunu düşündüm. Bu yüzden yazımı da bir soruyla bitireceğim. Fakat bitirmeden önce bu konuyla ilgili ansiklopedide yer alan ana maddeye değinmezsem haksızlık olur.
Bir kısmını yukarıda aktardığım, tespit ettiğim maddelerde gözüme çarpan bu hususlara rağmen ansiklopedideki “Kürtler” maddesinin detaylı, özenli, doyurucu bilgilerle hazırlandığını fark ettim. Bu tezatlığın neden olabileceğini düşünürken maddenin müelliflerine göz attım. Maddeyi hazırlayan dokuz müellifin dördünün Diyarbakırlı, üçünün Şanlıurfalı, birinin de Şırnaklı olduğunu tespit ettim. Bu husus, maddedeki özeni açıklamaya yeterli olabilecek bir argüman sanırım.
Kısacası, birçok farklı başlıkta aynı konu ve etnik unsur üzerinden rastladığım detayları yan yana koyunca kendimi şu soruyu sormaktan alıkoyamıyorum: Başlığında -birleştirici bir unsur olarak aktarılan- İslam ifadesi kullanılmış ve bir vakıf eliyle hazırlanmış bu ansiklopedi; ülkenin kendine has tedirginlikleriyle bezenmiş millî bir ansiklopedi midir?
* Lisans eğitimini Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde tamamlayan Abdullah Atala, lisansüstü eğitimine İstanbul Üniversitesi’nde devam etmektedir. Daha önce çeşitli sivil toplum kuruluşlarında görevler almış olan Atala, avukatlık yapmaktadır.