Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIABD 2021 İnsan Hakları Raporu asılsız iddialar içermiyor!

ABD 2021 İnsan Hakları Raporu asılsız iddialar içermiyor!

Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nın, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın insan hakları raporunu “asılsız iddialar içerdiği için talihsiz” bulduğunu ve “külliyen reddettiğini” okuyunca aklım yıllar öncesine, başörtüsü yasağı ile umutsuzca mücadele ettiğimiz dönemlere gitti. İşte o zamanlar, çeşitli insan hakları kurumlarının ve elbette ABD’nin dini özgürlükler raporlarını yine umutsuzca bu problemimizin varlığına delil olarak göstermeye çalışırdık.

ABD’nin 50 yıldır yayımlamakta olduğu, dünyadaki her ülke veya bölgedeki insan hakları pratiklerini değerlendiren raporu bu yıl 12 Nisan’da yayımlandı. İçinde Türkiye’nin de olduğu 198 ülke ve bölgedeki insan hakları ile ilgili pratikleri değerlendiren bu rapor, Türkiye Dışişleri Bakanlığı tarafından “asılsız iddialar içerdiği için talihsiz” bulundu ve “külliyen” reddedildi.

Bu ifadeler beni başörtüsü yasağı ile umutsuzca mücadele ettiğimiz dönemlere götürdü. Başörtülü olduğumuz için bazılarımızın okula gidemediği, yasak olmadığı dönemde bir şekilde okumuş olanlarımızın devlet memuru olamadığı, bazılarımızın görevdeyken başörtülü olduğu gerekçesiyle işinden edildiği, hatta seçilmiş milletvekillerinin bu nedenle Meclis’e giremediği dönemler… Bu problemimizin bir türlü tanınmadığını gördüğümüz dönemler…

Bazıları eski cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer gibi “nereden çıktı bu başörtülüler, bizim zamanımızda yoktu” diyordu…   Bazıları “siyasi amaçla takıldığı için” başörtüsünün yasaklanmasının makul olduğunu iddia ediyordu… Bazıları devlete itaat etmemiz gerektiğini söylüyor, bazıları da biz başörtülü kadınlar eğitim, çalışma ve siyaset hayatından dışlanırken böyle bir yasak olmadığını, sokakta yürüyen başörtülü kadınları göstererek iddia edebiliyordu.

İşte o zamanlar, çeşitli insan hakları kurumlarının ve elbette ABD’nin insan hakları ülke raporlarını ve dini özgürlükler raporlarını umutsuzca bu problemimizin varlığına delil olarak göstermeye çalışırdık. Ve o zaman da yetkililerin aynı vurdumduymaz, kendilerinde hiçbir hata görmeyen tavırlarıyla karşılaşırdık.

O yüzden Dışişleri Bakanlığı’nın ABD’nin insan hakları raporu hakkındaki ifadelerini duyunca “devlette devamlılık esastır” özdeyişi doğrultusunda aynı görmezden gelme politikasının devam edip etmediğini görmek için rapora bakma ihtiyacı hissettim. Bir kitap ölçeğindeki, 90 sayfalık bu raporu bir sayfalık köşe yazısı ile tümüyle analiz etmenin mümkün olmadığını baştan kabul ederek bazı noktalarına değinmek istiyorum.

Giriş bölümünde, yani daha raporun başında kendilerini eleştiriyorlar. İnsan haklarının ABD’nin kurucu değerleri arasında olmasına rağmen her zaman buna uygun davranmadıklarını ifade ederek söze başlamaları hem gerçeklere uygun hem de bizim gibi ‘hatasız’ diğer ülkelere örnek niteliğinde.

İkincisi, insan hakları mücadelesinde her zaman ötekileştirilen grupları teker teker saydıktan sonra onların yaptıkları katkıları hatırlatarak insan haklarının devlet tarafından bahşedilen değil mücadeleyle elde edilmiş değerler olduğunu kayda geçiriyor; bunu da kıymetli buluyorum.

Türkiye davet edilmediği için Türkiye kamuoyunda fazla tartışılmayan Demokrasi Zirvesi’ne raporda atıf yapılması bu zirveyi ve muhtemel sonuçlarını tekrar düşünmeme vesile oldu.  Bilindiği gibi geçtiğimiz yıl ABD’de, 100 ülkeden devlet görevlilerine ilave olarak sivil toplum ve özel sektör temsilcilerinin katıldığı Demokrasi Zirvesi düzenlenmişti.  Raporda ilk demokrasi zirvesinin insan hakları konusunda global düzeyde ilgi uyandırdığı belirtiliyor ve zirve ile rapor arasında bir ilişki kuruluyor.

Ülkelerin Afrika, Doğu Asya ve Pasifik, Avrupa ve Avrasya, Orta Doğu ve Kuzey Afrika, Güney ve Orta Asya, Batı Yarıküresi olarak bölgelere göre sınıflandırıldığı bu raporda Türkiye Avrupa ve Avrasya bölgesinde yer alıyor.

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın raporuna dönersek… Raporun AGİT, Avrupa Konseyi gibi hükümetler arası kuruluşlara, ulusal ve uluslararası insan hakları kuruluşlarına referans vererek hazırlandığı ifade ediliyor. Gerçekten de bu raporda bahsedilen isimler ve olayları diğer insan hakları kuruluşları gibi ben de Hak İnisiyatifi Derneği üyesi olarak tek tek biliyor ve takip ediyorum.

Raporda seçimlerde partiler arasında eşit bir yarışın olmadığı belirtiliyor, 2018 Cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri sırasında cumhurbaşkanı adaylarından birisinin cezaevinde olmasını endişe ile karşılayan AGİT’in tespiti hatırlatılıyor. Keza rapor, darbe teşebbüsünden beri on binlerce memurun ihraç edildiğini ya da açığa alındığını, 4000 hakimin  ve 95.000 vatandaşın tutuklandığını, 1500‘den fazla sivil toplum kuruluşunun “Fethullahçı Terör Örgütü” ile iltisakı nedeniyle kapatıldığını söylüyor. Bütün bunlar da el hak doğrudur.

Rapor aslında PKK ile mücadelede sivil ölümlerde azalmanın olduğunu söyleyerek bazı açılardan hükümete destek vermeye çalışıyor, fakat siyasi cinayetler, gözaltında şüpheli ölümler, zorla gözden kaybetme, keyfi gözaltı ve tutuklama, sınır ötesi operasyonlarda sivil ölümlerin olduğu da bir gerçek. Rapordaki, Baran Tursun Vakfının verilerini referans göstererek 2007-2020 arasında polisin dur ihtarına uymadığı için, 92’si çocuk olmak üzere 404 sivilin öldürüldüğü bilgisi de gerçek. Daha iki gün önce Silivri 5 Nolu Cezaevinde gardiyanların işkencesine maruz kaldığı iddia edilen iki şüpheli ölüm olayına şahitlik ettik. Ferhat Yılmaz’ın işkenceye uğradığını açıkça gösteren yoğun bakım görüntüleri ve kanlı tabutu gözümüzün önünde iken kalp krizi iddiası ile öldüğü iddia edilebildi.

İddiaların üzerine gidip sorumluları cezalandıracak ve böylece bu olaylara son verecek bir yönetim, insan haklarına saygılı bir ülke haline getirecektir ülkeyi, böyle reddiyeler değil.

ABD raporunda ismi geçen Hüseyin Galip Küçüközyiğit, Yusuf Bilge Tunç gibi zorla kaybedilen kişiler için binlerce tweet attık, keza raporda bahsedilen Boğaziçi protestolarındaki polis şiddeti, çıplak arama, aşırı kalabalık cezaevleri de gerçeği yansıtıyor. Kalabalık cezaevleri devletin kendi rakamlarında var ve rapor bu rakamları veriyor. Yine rapordaki PKK ve ‘FETÖ’ ile suçlanan müvekkillerini savundukları için terörle ilgili suçlamalar nedeniyle 1500 avukatın soruşturulduğu, 615’inin tutuklandığı, 450’sinin uzun hapis cezaları aldığı da gerçek. 

Raporda yargının yürütmenin baskısı altında olduğu, Hakimler ve Savcılar Kurulunun oluşumunda yürütmenin ağırlığı ile ilişkilendiriliyor. Bilindiği gibi HSK’nın 13 üyesinin 6’sını doğrudan Cumhurbaşkanı atıyor. Mevcut HSK seçiminin yapıldığı 2017’de AK Parti’nin yargıyı etkileme gücü açıktır. Barolar, hukukçular, hukukçu akademisyenler, yürütmenin hakimler ve savcılar üzerindeki baskısından endişelerini çok sık belirtmişlerdir zaten. Darbe teşebbüsü sonrasında yargının üçte birinin Gülen hareketine iltisakı nedeniyle açığa alındığı, ihraç edildiği ya da tutuklandığı da bir vakıa. İlk derece mahkemelerinin Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına uymadığını ve AHİM’in kararlarının % 64’ünün uygulanmadığını da biliyoruz. Darbe teşebbüsünden sonra tutuklanıp yargılanan, 11 yıl ceza alan ve cezası onanan Anayasa Mahkemesi’nin eski yargıcı Alparslan Altan hakkında verilen AİHM’in kararının uygulanmadığı da doğrudur. Ayrıca raporun, Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala ile ilgili AİHM’in verdiği kararlarla ilgili olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu kararların geçersiz olduğu yönündeki ifadelerine değinmesi de yanlış değildir.

Pek çok uluslararası müdahaleyi insan haklarını, demokrasiyi vesile edilerek meşrulaştırmaya çalıştığı için bu konulardaki ilgisi şüphe ile karşılansa da, ABD’nin Irak’a müdahalesini durdurmaya çalışan Canlı Kalkan Hareketi ile Bağdat’a giden biri olarak bu raporu gerçekçi bulduğumu söylemek istiyorum.

Raporda geçen pek çok konu insan hakları kurumları tarafından zaten bilindiği için, Dışişleri Bakanlığı’nın söz konusu reddiyesinin inandırıcı olmaktan uzak olduğu ortadadır.

- Advertisment -