Fatma Bostan Ünsal

Bu kez Günah Keçisi SADAT mı?

Şaşkınlıkla şahit oluyoruz ki Türkiye’de suçların failleri konjonktüre göre değişiyor. Bir dönem bütün karanlık işlerin faili olarak Ergenekon örgütü gösterilirken yakın zamana kadar Gülen Cemaati gösteriliyordu. Bundan sonraki aday ise SADAT olacağa benziyor. Maddi gerçekliğe ulaşmak yerine günün “olağan şüphelisi”nin bütün karanlık işlerin sorumlusu olarak görülmesi yoluna gidiliyor ve çoğu zaman da pek çok insan bu peşin yargılamanın mağduru oluyor.

Gezi davasının açıkça veya örtük olarak gösterdikleri

Gezi davasındaki verilen hükmün haksızlığını ispatlamak için “Cemaat davalarına bile müebbet verilmezken” Osman Kavala’ya ağırlaştırılmış müebbet cezası verilmiştir gibi ifadeler de aslında hak arama gayreti içinde olan kesimler arasında mesafenin artmasına yol açıyor.

Türkiye utanç biriktiriyor!

Aysel Tuğluk’un haksız şekilde cezaevinden çıkarılmaması üzerine dün, yani 22 Nisan’da “Aysel Tuğluk ve Tüm Hasta Mahkumlara Özgürlük” için bir basın açıklaması yapıldı. Bu basın açıklamasından öğreniyoruz ki bu çağrı 54 farklı ülke kadınlarından destek gördü, pek çok baro, avukat örgütleri tarafından desteklendi. Basın açıklamasından sonra yapılan panelde tıp doktorlarının konu ile ilgili söyledikleri de Türkiye’nin utanç vakalarını arttıracak nitelikte.

ABD 2021 İnsan Hakları Raporu asılsız iddialar içermiyor!

Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nın, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın insan hakları raporunu “asılsız iddialar içerdiği için talihsiz” bulduğunu ve “külliyen reddettiğini” okuyunca aklım yıllar öncesine, başörtüsü yasağı ile umutsuzca mücadele ettiğimiz dönemlere gitti. İşte o zamanlar, çeşitli insan hakları kurumlarının ve elbette ABD’nin dini özgürlükler raporlarını yine umutsuzca bu problemimizin varlığına delil olarak göstermeye çalışırdık.

Uluslararası mekanizmalar ve kuruluş amaçları olan barış

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) dünya barışını korumada en etkili kurumlardan birine dönüşebilir. Fakat mevcut haliyle her devlet, sadece kendi çıkarına uygun olduğunda UCM’yi göreve davet ediyor. UCM’nin altını oymaya çalışan ABD, Sudan’ın Güney Darfur’da işlediği savaş suçları nedeniyle yargılanabilmesi için BM Güvenlik Konseyi kararı ile UCM’yi yetkili kılmaya çalışmış ve başarılı da olmuştu. Bu tutum, UCM’ye taraf olmayan Türkiye’nin Myanmar’da, Filistin’de veya Suriye’de işlenen suçlar için UCM’yi göreve davet etmesi ile benzerlik gösterir.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve Türkiye’nin kırılgan dengesi

Türkiye hem içerde hem dışarda bir süredir birbiriyle bütünleşmeyecek çok zıt politikalarda ve müttefiklik ilişkisi içinde bulunuyor. Bu durum nedeniyle de tabii olarak çok kırılgan bir zemin üzerinde yer alıyor.

Atadedeler çetesi ve yargıdaki çürümüşlük

İçinde bir hakim ve bir savcının da bulunduğu Atadedeler çetesi hakkındaki haberler bize bir kez daha her şeyin yanı sıra yargının da ne kadar kirlendiğini gösteriyor. Sahte MİT kimliği taşıyan Pınar Taşçı’nın bu kadar insanı etrafında toplayabilmesi, “Devletle işlerini yürütmek” için insanların kendilerini bir gruba girmek zorunda hissetmesi, hakkındaki haklı-haksız bir isnattan kurtulmak için birilerine gizlice para vermeyi çözüm olarak görmesi alarm zilinin çalınmasıdır.

Hayat ve düşünce/söz arasındaki diyalektik

İlahi mesaj, modern psikoloji, Marx gibi sosyal bilimciler, içinde bulunulan halin belirleyici olduğu uyarısını yapar. Bu itibarla devlet yetkililerinin son zamanlarda dile getirdikleri bazı sözleri büyük bir uyarı olarak almak, faili isek değişmek, bunlardan etkilenen isek normal demokratik bir toplumun gereği değiştirmek çözüm olarak önümüzde duruyor.

CHP’nin Diyarbakır ziyareti ne vaat ediyor?

CHP liderinin bölgede tasvip görmemelerinin sebebini açıklarken söylediği “kabahat bizde” yaklaşımı hem iletişim stratejisi açısından hem de aslında süreçte kendilerini belirleyici olarak gördüklerini yansıttığı için değerlidir. Genelde kendini temize çıkarmak Türkiye siyasetinde geçer akçe olduğu için “kabahati kendinde gören” anlayış iyi bir başlangıç için önemli.

Isparta neyin bedelini ödüyor?

Isınmanın elektriğe bağlı olması nedeniyle dondurucu soğuklarda ısınamamak, soğuk hava depolarının çalışamaması nedeniyle ürünlerin bozulma tehlikesi, çiftliklerdeki hayvanların sağılamaması nedeniyle hayvanların acı çekmesi gibi bin bir türlü sıkıntı… Isparta’ya elektrik veren Akdeniz Elektrik Dağıtım A.Ş. (AEDAŞ) üst düzey yönetiminde değişikliğe gitti. Ben bu kişilerin özel kusurlarından ziyade problemin daha yapısal olduğunu düşünüyorum.

Televizyonlardan canlı izlediğimiz bir saldırı daha…

Savaşı televizyonlardan canlı olarak izleyişimizin 30 yıllık bir tarihi var. Başlangıcı, 1991’de Irak’a saldırarak ABD yapmıştı. Fakat bu defa sadece savaşın en kötü sonucu olan ölüm ve yaralanmaları değil, insanların çektiği öteki acıları da izliyoruz; bombalardan kaçmak için metroya sığınanları, artık boşalmış market stantlarını, başka bir ülkeye gitmek için tren istasyonlarında bekleyen iğne atsan yere düşmeyecek korkmuş kalabalıkları, sevgili kızı ile vedalaşan bir babayı, yeni doğmuş bebeklerin sığınaktaki görüntülerini…

Cemevlerinin elektrik sorunu bile AİHM’lik olan ülke

Cemevleri kendilerinin cami, kilise ve sinagoglar gibi elektrik faturalarından muaf tutulması için yıllardır mücadele ediyor. Bu kadar açık bir ayrımcılığı bile Türkiye mahkemelerinde gideremeyince AİHM’ye başvurdular ve Türkiye’yi mahkûm ettirdiler. Kasım ayındaki bu kararın üzerine bir de işyeri statüsünde sayıldıkları için çok yüksek elektrik faturalarıyla karşılaşan Cemevleri, bu defa itirazlarını yüksek perdeden dile getirdiler ve seslerini siyasi iktidara duyurabildiler.

“Suriyelilerin Onurlu Geri Dönüşü”nün koşulları

Türkiye’nin de öncelikli gördüğü Suriyelilerin geri dönüşü konusunda uluslararası kurumların rolü elzem sayılıyor. İktidar ve iktidarı destekleyen geleneksel medyanın, Avrupa Konseyi gibi Türkiye’nin de kurucusu olduğu kurumları “yabancı” olarak değerlendirdiği; Türkiye’den bir yargıcın da görev aldığı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ni Türkiye’ye düşman bir kurum olarak gösterdiği günümüz ortamında bu zorunluluk tarihin bir ironisi olsa gerek.

Aynı haftaya denk gelen iki ölümün düşündürdükleri

IŞİD lideri el-Kureyşi ile kendisine “Müslümanların Gandisi” ismi verilen Cevdet Said’in ölümlerinin aynı haftaya denk gelmesinin sembolik bir anlamı var. Said, tıpkı Gandi gibi “şiddet”i mutlak olarak reddetmiş bir âlimdi. Dünya sürgününe ilave olarak doğup büyüdüğü Suriye’den de ayrılmak zorunda kalan Said, geldiği Türkiye’de bu defa Türkiye’deki savaş taraftarı iktidar ve iktidarı destekleyen İslami/dindar sivil toplumun içinde entelektüel bir sürgün hayatı yaşadı.

Prof. İzzet Özgenç’in “Kontrol şu anda bizim bilmediğimiz bir kişinin, kişilerin elinde” ifadesi ne anlatıyor?

Bir zamanlar Cumhurbaşkanına çok yakın bir hukukçu olan, bugün de eleştirilerini uygun kanallardan Cumhurbaşkanına ilettiğini bildiğimiz Prof. İzzet Özgenç’in, artık askeri vesayetin var olmadığı bir ortamda “Kontrol bizim elimizde değil. Kontrol şu anda, açık söyleyeyim, bizim bilmediğimiz bir kişinin, kişilerin elinde” ifadeleri dikkat çekicidir. Bu netlikte bir ifade, durum tespitinin ötesinde yeni bazı gelişmelerin olacağına işaret ediyor.

Siyasetçileri doğal ölümlerinden önce siyasi mevta haline getiren büyük hatalar

Siyasetçilerin büyük hataları onları doğal ölümlerinden önce siyasi mevta haline getirebiliyor. Sağda da (örn. Süleyman Demirel) solda da (örn. Bülent Ecevit) bu böyle. Bugün Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın bir sanatçıyı akıl almaz bir şekilde hedef alması da bu fasıldandır. Günün politik atmosferi içinde çok büyük itirazlar gelmez belki ama tıpkı Demirel ve Ecevit örneklerinde olduğu gibi halk indinde büyük kırılmalar yaşandığını düşünüyorum.

Türkiye’nin çelişkili politikaları: Kazakistan ve Suriye’ye yönelik zıt yaklaşımlar

Kazakistan, Nur Sultan Nazarbeyev’in tek adam yönetimi altında insan haklarının ihlal edildiği, geniş çaplı yolsuzlukların olduğu, halkın her açıdan ezildiği bir ülkeydi. Bunlardan hiç söz etmeden Kazak yönetimine destek sunulması, on yıl önce benzer gösterilerin yapıldığı Suriye’ye bu nedenlerle müdahale edilmesi gerektiğini va’z eden Türkiye dış politikasının yaklaşımıyla taban tabana çelişkili bir durum arz ediyor.

Geriye gidiş, her alanda!

Geriye gidiş maalesef ekonomi ile sınırlı değil. Genel hak ihlallerinin yanı sıra, ihlalinin akla dahi gelmemesi gereken ‘işkence’de bile artık pek çok vak’a gündeme gelmektedir. En son işkence iddiası, ağırlaştırılmış müebbet istenen askeri okul öğrencilerinden biri olan Furkan Çetinkaya’nın annesi Melek Çetinkaya tarafından 6 Ocak’ta dile getirilmiştir.

Türkiye yeni 12 Temmuz Beyannamesini arıyor

12 Temmuz (1947) Beyannamesinde de kabul edildiğini gördüğümüz şartları; yani bütün partilerin güven içinde, bir başka deyişle iktidar partisi şartları içinde çalışacakları ve kamuoyunun da vicdan rahatlığı ile şu veya bu partinin iktidar olmasını kabul edeceği bir ortamı istemek çok mudur?

Maraş katliamının yasını tutuyoruz!

Türkiye toplumunun ana fay hatlarından olan Alevi / Sünni fay hattını önemsizleştirmenin ve sonuçta şeffaf, hesap verebilir bir siyasetin temin edilebilmesinin en önemli adımı belki de Maraş Katliamı gibi bir katliama maruz kalmış Alevi halkının yasını birlikte tutabilmemiz; bu olayları durduramadığımız ve aradan 43 yıl geçmesine rağmen bu konuda bir duygudaşlık yaratamadığımız için mahcubiyet duymamız olabilir.

Türkiye ikinci Kemal Derviş’ini arıyor (mu)!

Ekonomik krizin sebebi esasında öngörülebilir bir ortamdan uzaklaşmadır; bu açıdan güven verecek bir ortam krizden çıkmak için elzemdir. Tıpkı Şubat 2001 ekonomik krizinde olduğu gibi, güven sağlayacak adımlar atılmalıdır. Şubat 2001 ekonomik krizinde dönemin siyasi iktidarı, Dünya Bankası’nda çalışmakta olan Kemal Derviş’i çağırarak, birkaç hafta içinde 13 Mart 2001’de görev başına getirebilmiş ve piyasalara güven verecek adımlar atılabilmiştir.

Hukuk meslek etiği var(mı)dır!

Yargılamada en temel sabitelerin yok olduğu, adeta pusulanın kaybedildiği böyle bir hukuk ortamında Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ün Cumhurbaşkanının AİHM ile ilgili sözlerini düzeltmemesi en hafifinden görevini ihmal anlamına gelir. Üstelik 10 Aralık İnsan Hakları günü münasebeti ile yaptığı bir konuşmada sayın Gül’ün Tayyip Erdoğan’ın insan haklarının teminatı olduğunu söyleyebilmesi görevini ihmalin ötesine geçtiğini göstermektedir.

Ali Fuat Başgil’i mezarında ters döndürmek!

“İyi hükümet, kuvvetini sevk ve idare ettiği insanların haklarına ve insan benliğinin yüksek şerefine saygı ve riayetten alır… Kötü hükümetler ise kuvvetlerini ve iktidar mevkiinde kalma imkanını cebir ve tahakkümde bulur, bu şekilde ağır baskı altında tuttukları insanları kah korkutup sindirir kah bayağı menfaatler temin etmek sureti ile insanlarda seciye ve ahlak düşkünlüğü yaşatır.”